Anların Anlamsız Güzellemesi

Anların Anlamsız Güzellemesi
  • 1
    0
    0
    0
  •        Anı yaşamak, bir çok filozofun, düşünürün ortaya koymuş olduğu veya günümüzde terapistlerin ağzından düşmeyen bir tabu haline geldi. Yüz yıllar öncesinden günümüze kadar gelen ve bir Roma öğretisi olan bu kavramı şu anın gündelik hayatına adapte etmek makul bir düşünce mi? Geçmişin izlerinden kurtulmak ve geleceğin kaygısından arınmak ne büyük bir özgürlük öyle değil mi? Peki bu gerçekten mümkün mü? Mümkün olsa bile, getirdiği gailesizlikle nasıl başa çıkılır, kediye dönüşmeye benzemez mi? Tüm dünya nüfusunun bu düşünceyi benimseyip uygulayabildiğini düşündüğümde başımıza gelebilecekler çok korkunç görünüyor.

    Ve şu da bir soru işareti; yalnızca anı yaşayarak toplum için önemli bir başarıya imza atabilmiş bir insan var mıdır? Bu felsefenin insanın varoluşsal dengesini bozduğunu ve amaçlarını önemsizleştirdiğini düşünüyorum. Gitgide oblomovlaşmaya doğru yönelim sağlayabilen, kendi içimizde ilerleme, ulaşma ve başarma duygusunu önemsizleştiren bir bakış açısı. Ve bu bakış açısının çok da matah bir şey gibi dayatılmasını, bazılarının çok kutsal ve anlamlı bir olgu içindeymiş gibi, bu benimsediği şimdiki zamanın büyük önemini anlamlandırmakta büyük güçlük çekiyorum. Sanıyorum ki A.Einstein İzafiyet Teorisini ortaya sürdüğünde veyahut Martin Cooper ilk cep telefonunu icat ettiğinde şimdiki zamanı yaşamakla meşgul değillerdi. Ha belki Bob Marley yaşıyor olabilir, kendisine teşekkür ederiz orası ayrı konu. 

    Anlatılmak istenilen anı yaşamak, bende çok nihilist ve hedonist bir yorum uyandırıyor. Zira böyle bir şey mümkün olsa bile bunu en iyi hatta belki de tek yapabilen insan canlı, bebekler olabilir. Çünkü hatır kayıt almaya ve hayat insan üzerinde tesirini göstermeye başladığı an itibari ile anın için tam anlamıyla bulunmak mümkün olmamaya başlıyor. Biz insanlar bir gün öleceğini bilen canlılar olarak, kendimizi bir başkası veya kendi versiyonlarımızla kıyaslama eğilimindeyiz. Belki en iyi yaşamak veya yaşam şartlarımızı günbegün iyileştirmeyi amaçlamak ruhumuzun bir parçası değil de ne? Her şahsın kendi çapında bir yolculuğu, deneyimleri ve aklında tasarlamakta olduğu veya tasarladığı bir varış istikameti olmak zorunda. Kimi vakitler o istikametler üzerinde yer alan duraklarda dinlenebiliriz ancak bu demek değil bir önceki duraklarda başımıza gelenleri ve gelecek duraklarda karşılaşabileceğimiz farklı manzaraları düşünmeyeceğiz. Biz düşünmek için yaratıldık, var olmak için var etmek ve sürdürmek için, bu insanoğlunun kanında hamurunda var. Böyle bir canlı nasıl olurda uzun vadede anda kalabilir, belki dakikalarda kalabilirsiniz ama bunu uzun vadede sürdürmek mümkün değildir. İyi ki de mümkün değil, eğer böyle bir psikoloji içerisinde olsaydık tüm dünyanın gelebileceği nokta şu ana kadar yazılmış tüm distopik romanlardan çok daha berbat bir halde olurdu.

    İlk zamanlardan beri, insanların kaygısı her daim vardı. Belki zaman içerisinde farklı farklı kaygılara evrildi ama hala en temel ve içgüdüsel kaygımız hayatta kalmak. Akıp geçen zaman, karşımıza çıkan insanlar, kısacık ömrümüzde önümüze çıkan binlerce mutluluk ve mutsuzluklar gerçek kimliğimizi oluşturuyor. Bulunduğumuz istasyon geçtiğimiz duraklar değiştikçe bizlerde değişip gelişiyoruz. Hazcılığın ve bu felsefenin saf etkisi altında olmak en azından içinde bulunduğumuz yüz yıl için çok mantıklı görünmüyor. Burada bahsettiğim altında yatan mantık ise kanıtlı olmamakla beraber anlatmak istediğim; insan duyguları deneyimledikçe öğrenir, ve duygular laiklik ve din gibi ayrıştırılamadığından düşüncelerimizi de etkileyecektir, tam anlamıyla mantık çerçevesinde verilen bir kararın arkasında bile duygu geçmişinin albümünden bir kare yatar aslında. Mantık ne yazık ki az veya çok olsa da hiçbir zaman yalnız değildir. Belli hislerin getirdiği sebeplerde mantıklı kararı vermemize vesile olur. Ve bu mantık aslında tek bir doğru varmış gibi görünsede oldukça değişken olabilir, bazı tutumların mantığı kişinin geçmişinde yatabilir. 

    Bu noktada anlatmak istediğim, insanın doğduğu ev yetiştirilme şekli ve daha elinde olmayan çeşitli faktörler bile bizleri bu kadar etkilerken; sanki hafızamız silinmişçesine veya hayatımızın bir değeri yok gibi nasıl anda kalabiliriz? Neresinden tutsam elimde kalıyor bu felsefe, zaten hepimiz bir ülke sınırları içinde yaşayan bireyler olduğumuz için herhangi bir siyasi veya toplumsal görüşe bile uygunluk göstermiyor. Özellikle o bir dönemin moda anlayışına kapılıp, kendilerini carpe diem in farklı fontlu yazıları ile dövdüren insanlar gördüğümde hafiften bir gözüm dönüyor. Lütfen bu yazıyı okuyan değerli dostlarım, siz siz olun böyle bir felsefi görüşe kapılıp bunu mümkünmüş gibi destekleyen kişiler ile karşılaştığınızda alaya almadan geçmeyin. Çünkü kendisi de muhtemelen anın güzelliğinden bahsederken elektirik faturasını veya akşam ne yiyeceğini düşünüyor, buyursun düşünmesin o halde. Vakit nakittir ama o vakit, şartların bize sunduğu günümüz hayatı içerisinde şu anın vakti değil biriktirilmiş ve düşünülmüş bir vakit maalesef...


    Yorumlar (0)

    Bu gönderi için henüz bir yorum yapılmamış.

    Yorum Bırakın

    Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.