Kırmızı Elma

Kırmızı Elma
  • 4
    0
    1
    0
  •    Hayatımızda iyi ve kötü her daim vardı. Rüyalar, kabuslar. Dostlar, düşmanlar.

    Pazar yerinde bile elma seçerken çürükler ve parlak olanlar vardı. Evet o çürükler belki herkese göre kötü olabilirdi ama bazı durumlarda kötüyü kötü kılan genellemeler değil tercihlerdi. Ekşiyi sevmeyen birisi için raftaki güzel parlak yeşil elma  hiçbir anlam  ifade etmeyebilirdi de. Belki de bir çoğunun seçmediği kırmızı, bir kenarı kararmış elma o kişi için çok daha güzel bir seçenekti.

    İşte bizler en büyük hatayı belki de iyi ve kötüyü herkes için genelleyerek yapıyoruzdur.

    Çünkü kimi doğrular yanlış olmalıdır, veya ilk başta yanlış gelen bir çok seçim sonrasında size çok iyi gelebilir. Bununla ilgili yazdığım hikayeme geçiyorum;

    Çok eski zamanlarda, çok uzak diyarlar da bir büyücü yaşarmış. Günlerini şifacılık yaparak, ormanda bulduğu yaralı ve yardıma ihtiyacı olan hayvanları iyileştirerek geçirir, farklı bitkiler yetiştirirmiş. İnsanlar ondan korkar, o da diğerleri ile pek anlaşamazmış zaten. Namı tüm kasabada duyulmuş büyücünün, kimseler ormanın o bölgesine gitmek ve büyücü ile karşılaşmak istemezmiş. Zira o zamanlarda insanlar bilmediklerinden ve farklı olandan korkarlarmış. Günlerden bir gün büyücü her zaman yürüdüğü patikadan ilerlerken çalıların arasında tuhaf bir şey fark etmiş, yaklaştığında ayakkabıları olmayan yerde sereserpe yatan bir kadın görmüş. İlk görüşte aşık olmuş büyücü. Sarı uzun saçlarını kalın bir örgü ile toplamış, üzerinde zümrüt yeşili bir elbise olan bu kadının üstü başı yara bere ve kir içerisindeymiş. Hemen sırtlanıp kulübesine getirmiş onu büyücü. Temizlemiş kadını, yaralarına merhem sürmüş, sarmış. Saçlarını yıkamış bir daha örmüş sonra. Günler geceler boyunca uyansın diye farklı bitkilerle bildiği tüm karışımları denemiş. Başında nöbet tutmuş, her bir nefesini dinlemiş her bir kalp atışını duymuş. Ağlamış hatta uyumamış büyücü. Umudunu bir an olsun kesmemiş. Kadının alıp verdiği her nefeste göğüsünün her inip kalkışı ona umut olmuş.

    Bir sabah ufak bir tıkırtıya uyanmış, gözünü açtığında kadın yerinde değilmiş. Her yerde aramış büyücü. Kulube de bakılmamış köşe ormanda bakılmadık oyuk bırakmamış. O sıra da kadın ise bahsedilen orman büyücüsünün evinde uyandığını anlamış ve koşarak uzaklaşıyormuş evden. Kasabaya vardığında sevdiklerine korkulu bir şekilde sarılmış. Günlerdir ortalarda olmadığını söyleyen ailesine büyücüyü ve her şeyi anlatmış. Onu yakaladığını günlerce hapsettiğini verdiği ilaçlarla uyuttuğunu zor kurtulduğunu. Bu olay yavaş yavaş tüm kasabada yayılmış, kasaba sakinleri iyice köpürmüşler, ellerine mızraklar ateşler alan herkes ormana doğru yürümeye başlamış.

     

    Kulubeye ulaştıklarında bir süre kapıyı zorlamışlar. Ancak büyücünün açılmaması için bazı yöntemleri varmış tabi. En son içlerinden birisi elindeki meşaleyi evin açık bir camından içeriye atmış. Tahta kulübeden dumanlar yükselmeye başlamış. Birkaç dakika içinde saman alevi gibi yanmış ve kül olmuş. Halk artık tüm bu eziyet ve korkudan kurtulmanın verdiği rahatlık ve durumu kökünden çözmüş olmanın verdiği gururla kasabaya geri dönmüş.

     

    Ama aslında en başından beri, kadın ilk kaybolduğu andan itibaren büyücü zaten artık yaşamıyormuş. Yeşil elbiseli kadını ormanda arayıp bulamadıktan sonra kendi ölümü için sakladığı iksirlerinden bir tanesini tek dikişte içmiş. Kadının günlerce uyuduğu yatakta ölümü beklemiş. Ölü büyücü o yatakta ilaçla bir daha, sonra kasabanın ateşi ile bir daha ölmüş.

    3 defa ardarda ölen büyücünün ilk ölümü kadının elinden, ikinci ölümü kendine olan sevgisizliğinden, üçüncü ölümü ise asla kabul görememekten olmuş.

     

    Bu hikayeyi neden yazdım ve anlattım ona gelecek olursam. İyi ve kötüden bahsediyorduk. Aslından görünen kadın için büyücü ile karşılaşmanın kesinlikle kötü ve korkunç olduğu, hiç kimse büyücünün sayesinde kadının hayata döndüğünü o güzel derin içten hislerini bilmeyecek. Bakıldığında ise kadın için aslında bu karşılaşma ömrünü uzatırken büyücünün hayatını noktaladı. Herkesin korktuğu uzak durduğu o büyücü ebediyen yok oldu. Ve gerçek her zaman bilinmeyen olarak kalacak, nesillerden nesile bu kadının şanssızlığı ve büyücünün zalimliği olarak anlatılmaya devam edecek.

    Bir başka deyişle hayatımızda o an bize kötü gibi görünen ve hep o şekilde görünmeye de devam edecek bazı olay , olgu veya insanlar aslında hayatımızda biz farkında olmasak bile güzel ve kalıcı bir takım hediyeler bırakabilirler. Doğru olan ise bırakılan o hediyeleri görebilmektir.

    Yeri gelirse kırmızı elmalardan kurabiye yapabilmeliyiz.


    Yorumlar (1)
    • Senaryoya göre (en klişesinden) doğal kaynakların içinden geçen insan oğlu/kızı sonradan keşfedilen 10. bir gezegende kolonileşmek zorunda kalmış. Bu ana tema üzerinden birbirinin laciverti bir sürü muadili evvelinde defalarca yapılmış. Bunun bir alengiri, bir farkı olmalıymış. Senaryo ekibi demiş ki; herkesi alamayız eleyelim, çeşitli testler yapılsın, yalnız en sağlıklı dna larla prefabriklere geçelim. Hem fazlalıklardan kurtulur hem de insan ırkının pozitif evrimini sağlarız (en ağdalı klişesinden). Bir akıllı çıkmış ve demiş ki; biz madem bilim kurgu yapıyoruz, kalanları da 1/3 olarak yerleştirelim. Birbirine fiziksel, zihinsel, ruhsal vb. akla gelebilecek tüm kriterlerde %85 üzerinde benzerlik gösteren her 3 kişiyi, yine alengirli testler sonucu en mükemmel formunda tek bir bedene yerleştirelim. Tek bedende 3 farklı zihin shiftli avm personeli gibi sırayla yaşam sürsünler. Nefis hikaye olmuş, kendilerine göre. Teknolojinin tüm nimetlerinden yararlanıp, görsel zenginlikle süsleyip, ışığıydı, sesiydi, popüler başrol oyuncusu, telefonlara melodi soundtracki falan derken epey izlenmiş. Ne var ki, 3. sezon onayını hala alamamış. Bu kadar lafı ne diye geveledim; Ben, maalesef bir süredir başka şehir yaşayan uzak kaldığım bin yıllık en yakın arkadaşım ve bir kaç içeriğini okuduktan sonra da katiiğğ suretle eminim ki siz, aynı bedene shift yazılmış 3'lüden biriyiz.. :) Sorgulayıp delirmemek için kendini okumaya veren, okursam bu aklı bu tas içinde tutumam diye ödü kopan, ağzının suyu akar halde yine de o kitapları alan, kapağına bakınca bile başı gözü dönen ben, yazdıklarınıza 'Hayır bir tane daha okumamalıyım!' diye kendi zihnimde kendime karşı gelip, yine kendi zihnimin arkasından dolaşıp kaçıp 'Du şuna da bakim, hmm!' diye bir kahve içerek başladığım pazar sabahını, elimde yarısı içilmemiş buz gibi kahveyle saati öğlen 3 yaptım! Bilinsin istedim! Haddimi aşmış, abartmış, saçmalamış, yazım hatası yapmış, durduk yere döşenmiş, laf kalabalığı yapmış, okurken vaktinizi almış ve nezaketsiz bir uslüpla ifade etmiş olabilirim, tüm bu ihtimaller doğrultusunda peşinen özür dilerim. Sevgiler, iyi pazarlar. Ciao!

      Yorum Bırakın

      Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.