Yolda Yürüyen Kişi

Yolda Yürüyen Kişi
  • 0
    0
    0
    0
  • Puslu bir günün soluk renkleriyle uyandım sabaha; içimizde yer alan ne olduğu tarifsiz o bertaraf etmesi güç ve sindirmesi imkansız; çaresizlik desen değil memnuniyetsizlik desen yüzeysel kalan tuhaf his beni kemirmeye ve tüketmeye devam ediyordu. Vücudumun her zerresi ile vardım ve her bir parçamla yok olmak üzereydim adeta. Saçlarım dökülüverecek, bedenim parmak uçlarımdan başlayarak silinmeye başlayacaktı sanki. İçimde yer edinen ve kendimi bildim bileli muhafaza edilmiş o his yine hatırlatıyordu kendini.

    Bana gerçek olduğumu hatırlatan bu eşsiz hissiyat ruhumu alıp bedenimin içinde her bir köşeye vuruyor çarpıyordu. Sen buradasın varsın, önce şakaklarımda hissediyordum, tüm eklemlerimde ve tenimin her bir noktasına diken gibi batıyordu, acıtmıyordu; sadece batıyordu işte. Sonrasıysa; sonrası zifiri sessizlik, sükut dolu bir karanlık.

    Biz belki doyumsuzduk bir çoğuna göre, anlamlandırması zor isteklerimiz arzularımız vardı. Yalnızdık veya yalnızlaştırmıştık kendimizi; ne idüğü belirsiz birtakım tutkuların peşinde gidiyor ve diğerlerinden bağımsız yollara sürükleniyor, kendimizi bile isteye sürüklüyorduk. Oysa biz yalnızca açtık, yarım simit 1 küp şekerli çayın çözümleyebileceği bir açlık değildi bu. Daha ziyade ruhumuz açtı. Konuşmak anlatmak anlaşılmak bilmek ve görmek istiyorduk, birileri vardı veya bir şeyler, bir duygu bir düşünce bir eylem. Ulaşmaya umduğumuz ve yakalamaya çalıştığımız o ipin ucunu görüyor ancak tutamıyorduk. Çünkü farkındaydık ki bizi hayata bağlayan, her bir nefeste ciğerimizi şişiren o yaşama isteği yalnızca o ipin varolduğunu bilmemizle baki kalabilirdi. Zamanı geliyordu elbette, tutma şansımız olmuyor değildi. Fakat sonrası ne olacaktı ? Bizleri düşündüren hayatta tutan o ipi tutmak değildi ki, yalnızca tutma isteğiydi, sonrasında olabilecekleri tahayyül etmekti.

    İşte bu sebeple açtık, ve hiçbir zaman doyamacaktık.  Zaman faydasız mekan anlamsız ve kişiler figürandı. Önem arz eden hususlar azalmaya başlayacak ve sonrasında giderek yok olacaktı. Tıpkı yıllanmış bir şarap gibi her geçen gün daha da güzel olacağına inanacak ancak asla tadına bakamayacaktık. Çünkü bizler için yolculuğu güzelleştiren varış noktası değil, yolun tam da kendisiydi.

    Bu devridaim bitmemek ve başlamamak üzere yalnızca süregelmek üstüne kurulmuştu. Dünya dönüyordu ve bizlerde kendi eksenimiz etrafında dönmeliydik. Dümdüz bir yolda ilerlemek yalnızca zihni köreltirdi elbette. Dolambaçlı patikalarda dolanmalı durgun nehirlerden değil, derin dipsiz kuyulardan su içmeliydik. Kanatlarımızın olmaması uçamayacağımız anlamına gelmediği gibi ayaklarımızın olması da hep yürüyeceğimiz anlamına gelmezdi. Ezberlenmiş hikayeler usandırıyordu bizi, zaman zaman durmak izlemek istiyorduk, fark etmek ve sonucunda izah etmek istiyorduk. Yalnızlık tam da burada burnumuzu sızlatıyordu işte. Çünkü yalnızlık başlayan ve biten bir olgudan ziyade ilk nefesimiz itibari ile ensemize soluğunu veren ve her adımımızda bizi takip eden zaman zaman acıtıp sızlatan ama çoğunlukla müthiş hissettiren öyle bir şeydi. Acınasılıktan ziyade büyük bir güç ve karar verme yetisiydi bu aynı zamanda. Tabi durum algılananları izah etmeye geldiğinde boyut değiştiriyordu bu güç; bize altın tepside sunulan en güzel renklerle bezenmiş çiçeklerden uzaklaşıyor yerini bataklık sarmaşıklarına bırakıyordu. İnsan bir noktada anlaşılmalıydı, bizim buna ihtiyacımız vardı. Onaylanmak için değil yanlış anlaşılmasın, bizler gibi özgür ruhlar onaylanmak istemez hatta ve hatta bir hakaret olarak algılarız bunu. Maksat yalnızca şahit etmek, evet ben bunları gördüm duydum biliyorum; Ya siz ? Kimse mi düşünmüyor herkes mi günlük hayatın bizlere getirdiği dünyevi elemlerle debeleniyor, çenesini şöyle bir kaldırıp da göğe bakan ve uçan bir kuş veyahut bir sinek arayan yalnızca ben miyim ?  Semersiz bir atın üstünde saçlarımın arasına rüzgarlar karışsın, kimseye ait olmayan bir söğüt ağacı gölgesinde kıvrılıp kestireyim, güneşin doğuşu ve batışı benim için muhteşem bir doğa olayından fazlasını ifade etmesin isteyen bir tek ben olamam.

     

    İşte bizler yüzeysellikten uzak ve böylesine dallı budaklı derinlemesine düşünürüz, her düşen yağmur damlasında, var olma belirtisi gösteren her bir olguyu sorgulayarak ve kendi akıbetimizi her ince ayrıntısına kadar anlamlandırmaya çalışarak. Bu teferruatlı sonu gelmez düşler ve gerçekler bizi hem öldürür hem de yaşatır. Bir ceza ve ödüldür, bazen varsınızdır öyle bir tutunursunuz ki hayata sizden tumturaklısı yoktur, bazense silinip gidiverirsiniz usul usul. Ortası arası yoktur, en uçlardasınızdır denge de kalamazsınız, bizim için düz bir ova da yürümek en acınası ve en kolayıdır. En dikenli yollar en keskin kayalar en kaygan ve yokuşlu yollar görür işimizi. Kendimizi düz ovalara öyle kolay layık edemeyiz, bizim için araç değil amaçtır o dümdüz apaçık mis kokulu kasımpatılı ovalar.

    Ve bu sebeple dünyanın ve sunduklarının debdebesine kapılıp o güzel gözlerini gerçeklere ve düşünülmesi gerekenlere doğrultamayanlar, bir karadutu dalından şefkatle koparmamış ve ellerindeki lekeleri Tispe gibi yapraklarıyla temizlememiş kişiler ne yazık ki bizi hiç anlayamazlar. Yalnızlık hikayemiz ise bu şekilde sonsuz bir döngüde ilerler ve ilerler. Zaman ise bu süreçte yalnızca bir göstergedir bir süreç değil. Çünkü biz inanırız ki zaman iyileştiren ve değiştiren değildir, bunu ancak biz sağlayabiliriz. Ölmek isteyen bir tırtıl kendi kozasında kelebeğe dönüşse ne anlamı olur ki? Geçen zaman onu evrenin en güzel canlısına dönüştürmüş ne ifade eder ?  Veya bir şair şiir yazmak istemedikten mısralara küstükten sonra o sayfalar zamanla dolabilir mi?  Bizi büyüten geçen zaman değildir, biz kendimizi bildiğimiz ve fark ettiğimiz kadar büyürüz. Farkındalık büyütür ve geliştirir.

    Bazıları bu hissi açgözlülük olarak nitelendirebilir ancak bizler biliriz ki manevi bir kısım mevzularda aza tamah etmek kişiyi esir kılar, ket vurur ve sonsuz arayıştaki daimi serüvenini yok ederek hayatını renksizleştirir. Düşüncelerde, edindiğimiz bilgi ve kapasitemizde varoluşumuzdaki esas noktada aza tamah edilemez. Eğer ki çevremizde ruh ve zihninden çok midesini doyuma ulaştırmaya çalışan yalnızca para ve bir takım yalnızca bulunduğumuz gerçeklikteki ihtiyaçlar için fayda sağlayacak konulara odaklanmış kişiler gözlemlersek, içimizi bir mide bulantısı sarar ve uzaklaşmak isteriz. Kimi zaman bu kişiler için göz açmaya ve kendi penceremize davet etmeye çalıştığımız durumlarda olur, ne yazık ki çoğunlukla yanıt alamayız ve kabuğumuza çekiliriz. Bizler hala umudu olan ancak umudunu yitirmeye de en çok yakın olanlarız.

    Levhaları kırmadan tektonik hareketler yaratabileceğini düşünenler, şunu bilmeliler ki cevizi yemek için önce kabuğunu kırmak gerekmektedir. Sanıyorum ki o kabuğu kıramamış olanlar, cevizin tadını unutmaya ve yanlarında içi çürümüş bir cevizle yaşamaya mahkumlardır.


    Yorumlar (0)

    Bu gönderi için henüz bir yorum yapılmamış.

    Yorum Bırakın

    Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.