Ümitlerimizin Dehlizi

Ümitlerimizin Dehlizi
  • 1
    0
    0
    0
  • Bir bilge her sabah kalkar, derme çatma sandalına atlar ve pek de işlevsiz bir olta ile saatlerini kimi zaman durgun kimi zaman ise dalgalı sularda balık tutmak için süzülerek geçirirmiş. Bilge saatler süren ve yanına hiç bir yiyecek almadan açıldığı sulardan kimi vakit aç harap döner kimi vakit ise erkenden oltaya takılan balıklarla ziyafet çeker kalanı eşine dostuna getirir yakınlarına sefa sürdürürmüş.

    Bu her sabah gittiği ve gün batımına kadar dönmediği gezinti en ufak torununun ilgisi çekermiş. Rıhtımda açıklara bakar küçük bir nokta arar, bazen martılarla konuşur dedesine selam söylemelerini rica edermiş. O sıcak ve soğuk havada dalgalı ve derin sularda nasıl saatlerce kalır bu adam hiç aklı ermezmiş. Öyle de merak edermiş ki en sonunda yalvara yakara bilge dede ile ertesi sabah açılmaya herkesi ikna etmiş, fakat asıl kişi hariç.

    Bilge torununa şartlarını öncesinde bir bir sıralamış;

    Bak oğlum, hayatta kurallar olduğu gibi bu mavi suların gezinen martıların ve tabii emektar sandalında bazı gerekleri vardır. Asla soru istemem, ne zaman döneceğiz ne kadar balık tutacağız veya aç mı kalacağız gibi kaygı ve beklentilere yer yoktur bu kudretli dalgaların arasında. Ufaklık başını onaylar şekilde sallamış ve sandalla yola koyulmadan tek bir sorusunu yöneltmek istemiş, peki neden aç kaldığı günler için yanına bir parça ekmek götürmezmiş dedesi? Olmaz oğlum demiş bilge. Olmaz bunu bana şimdi sorar isen bu yolcuğun bütünlüğüne hiç bir vakit erişemezsin, şimdi derin bir uyku çek. Saygı ve sevgisinden bilge dedesine tamah eden ufaklık ağzını açmadan uyumuş ve ertesi sabahın ilk ışıkları ile yola koyulmuşlar.

    Torun epey heyecanlı birazda korkuluymuş, ancak elbet tabii muktedir bigeye sonsuz bir güven beslemekteymiş. 3 metre 5 metre derken artık dibini göremediği sonsuz bir derinliğin ortasında bulmuş kendini, kıyı usulca gözden kaybolmuş önce sonra uzak dağların tepelerini bile görmez olmuş. Etrafında çember olduğunu düşündüğü ancak odaklanmaya çalıştıkça gözünün kesmediği esrarengiz bir ufuk çizgisi içerisinde hissetmiş kendini. Hatta ufuk çemberi mi demeliydik...

    Bilge  ise misina ucuna bağlı iğneye tuzaklarını sakince yerleştirip her seferinde sanki pasta mumu üfllercesine dilek tutar gibi iç çekerek oltasını bir kaç metre uzaklara sallıyordu. Kaçıncı defa olduğunu artık sayamıyordu ufaklık, vakit ilerledikçe dedesinin alnındaki çizgilerin gitgide daha da derinleştiğini farketti. Tek değişiklik de buydu esasında bilgede ki. Zaman geçiyor güneş tepelerinde konumlanmak üzere, ufaklık huzursuzlanmaya başlamış en nihayetinde. Ancak dedesinde de söz verdiği için ne tek bir soru sorabiliyor ne bir of çekebiliyormuş. Saniyeler dakika, dakikalar saat gibi akseder olmuş zihninde. Git gide flulaşan ufuk çemberinin içinde başı dönüyor sıcaktan bayılacak gibi hissediyormuş, açlık ve hiçlik bir anda çepeçevre sarmış torunu. Nasıl olur da bu durumdan endişe edilmezdi ki, delirmişti heralde bu adam diye düşünmeye başladı. Hem zaten nerede oldukları bile belli değildi belki köye bile geri dönemeyeceklerdi. Ah hele yok mu ara sıra küçük sandalı sarsan dalgalar, ya ilerleyen saatlerde daha da hırçın hoyrat çarparlarsaydı sandala. İşte o zaman ne yapabilirlerdi ki? Tepelerinde süzülen martılar sanki akbabalara dönüştü torunun gözünde, aman allahım ölmelerini bekliyorlardı, ufaklığı bir lokmada kapıvereceklerdi. Bu düşüncelerde savrulup debelenirken bilge ipi her zamankinden biraz daha kuvvetli çekmeye başladığında ise gözleri parladı çocuğun, dedesi öyle bir zorlanmıştı ki çok büyük bir balık olmalıydı. Biraz burada yer kalanını köye götürürlerdi, ne tutmuşlardı acaba kedi balığı olabilir miydi? Ama yok yok o öyle derinlerde bulunmazdı hiç. Şöyle ağırından bir kalkandı umarım oltaya takılan bahtsız balık, çok istiyordu etli bir kalkan olsun. Döndüğünde herkese anlatacaktı ne maceralar ne zorluklarla sonunda başarmışlardı işte, ve o tüm bu başarıyı izlemiş hatta ne izlemesi o da bu başarının ortağı sayılırdı heralde, umarım dedesi köydeki herkese kendisini de överdi, pek gözü pek pek cesurdu diye. 

    Bu düşüncelere burnunu tıkayıp dalarken bir an da dedesi sudan minik bir mercan çıkarmasın mı... Tüm hayalleri olduğu gibi üzerinde olduğu derin sulara batmış torunun anında. Dede bir o kadar mutlu, bak görüyor musun evlat diyor bu mercan bizim emeğimizin karşılığıdır. Oltadan çıkarmış mercanı, oğlanın tam iki eline sığacak büyüklükteymiş. O an torununun suratının düştüğünü farketmiş ve bir anda beklenmedik bir hareketle mercanı sandalın en ucuna atıvermiş, bunu gören martılar az daha havada kapıyordu mercanı fakat saniye farkı ile tahtaya değmiş oldu balık. 

    Torunun suratı, üzüntüden şaşkınlığa dönmüştü. Eğilen ağzının kenarları açılarak gözleri uçup giden martıya öfke ile bakar oldu. Neden kelimesi süzüldü dudaklarından ilk başta usulca, bilge dede torunu umursamıyor gibi oltayı tekrar hazırlamakla meşguldü. Daha sonrasında daha hiddetli 'Neden?' diye bağırıyordu torun.

    Bilge dede bir nefes aldı, oğlum bak dedi. 'Sana en başında endişe ve kaygılarından uzaklaşman gerektiğini söylememin bir sebebi vardı. Hayat da tıpkı bu sandal gibidir, nereye savrulacağın bilinmez. Bu dalgalar oğlum girdiğimiz yollara seçimlerimize benzer, kimi zaman huzurla dolar için, kimi zaman nereye gideceğini bilemez hissettirir. Bu martılar dostlarına benzer, hayatta karşına çıkanlara yanında olanlara, sana yakından ve yüksekten uçanlara benzer. Bu gördüğün ufuk ölüm vaktinin belirsizliğidir, uçsuz bucaksız gibi görünür sanki hiç ölmeyecekmiş gibi hissettirir gittikçe gidersin fakat elbet bir sonu vardır. Alnını terleten güneş oğlum emektir, göstermiş olduğun çabadır bazen seni çok yorar ama onsuz da için ısınmaz yetersiz olursun. Bu olta var ya işte bu olta, her daim sımsıkı kavradığın bu senin yoldaşındır, artık yoldaşın her ne ise seni hayatta tutan asıl neden ne ise tam olarak bu olta da odur. İyi ve kötü zamanlarında olsa asla bırakmazsın bunu, ne de olsa bilirsin bir şekilde seni sevindirecek olanda odur. En nihayetinde ise oğlum, tuttuğun balıklar senin mutluluklarındır, ancak tutamadıkların mutsuzlukların değil. Anlıyor musun beni? Öyle hemen anlamanı bekleyemem elbette, fakat çabalamanı isteyeceğim senden. Unutma ki bu yaşamda hep daha iyisini beklediğin ve şikayet ettiğin her an için, daha iyi olacağın her dakikayı daha az hak ediyorsun demektir. Her zaman her şeyin en iyisini düşlersen asla mutlu olamazsın, ve oğlum umudunu kaybedip her şeyin en kötüsünü düşlersen de oltanı derin sularda kaybedersin. İşte nedeni budur, sorunun cevabını alabildin mi benden şimdi?'

    Torunun öfkesi yerini hayrete bırakmış, gözlerini utanç kaplamış. Tek bir kelime edememiş, aklında söylenenleri tekrarlamaya devam ediyormuş. Saat ilerlerken torun fark etmiş ki ne aç hissediyormuş ne de korkulu dönme vaktide yaklaşıyormuş. Torun köyü çok uzaklardan görmeye ve yaklaşmaya başlamış, görüntü sanki daha çok köy onlara yaklaşıyor gibiymiş. Dağlar gitgide devleştikçe kendini un ufak hissetmiş torun. Artık geldiklerinde ayaklarını iskele tahtasına basmış, bilge dedesine doğru başını çevirmiş ve hala sandalda eşyalarını toplamak ile meşgul olan dedesine teşekkür etmiş. İskeleden utançla koşup uzaklaşmış ancak bugünü asla unutmayacağını bilmiyormuş.

    Şimdilerde ise aradan yıllar geçmiş olmasına rağmen bazı vakitler iskele ucuna kadar ilerler, bilge dedesinin alın çizgisini derinleştirdiği gibi o da kaşlarını çatarak ufuklarda kaybolur çizgilerini daha belirgin hale getirirmiş. Ona yakın uçan martılara minnetle, dalgaların güneş ışıkları etkisiyle hareket ettikçe parlayıp sönmesini büyük bir umutla izlermiş.


    Yorumlar (0)

    Bu gönderi için henüz bir yorum yapılmamış.

    Yorum Bırakın

    Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.