Kendi dalgalarım ve durgun sularım vardır benim, o an her neredeysem bir diğerinin hasreti dolar içime. Ya çok hoyrat okyanuslarda debelenir sular yutarım, ya da dingin dere kenarlarında soluklanırım. Boğulduğum suları dinginliklere, sakinliklerimi ise hırçın derinliklere bırakırım. Sığ sularda batar ve en dipsizlerin üzerinde yürürüm.
Bazı vakitler güneşin doğuşu kırar kabimi, bazıları ise gece tik takları serzenişte bırakır bedenimi.
Böylesine bir kişilikte, ne istediğini bilmemenin yanında neyi istemediğini ve bunu niçin istemediğini bilmek ne büyük cezadır o ruha öyle değil mi?
Yağmur damlalarını tenimde daha çok hisseder oldum. Deniz dalgalarını daha bir saldırgan çarpıyor kıyılara. Yelkovan kendi kadranın yolculuğunu mütemadiyen tamamlamaya çalışır bir hırsla devam ediyor. Ve ben bu sırada eski çarkların gıcırtılarını bir kemik sızlaması gibi eklemlerimde duyuyorum. Saçlarımın örgüsünü çözüyorum, çözdükçe dizlerimin bağlarını da çözüyorum sanki. Sular bırakıyorum damla damla, boğazımdaki düğümlerden süzüldüklerini hissedebiliyorum. Omuzlarım ne istemiyor olduğumu biliyor olmanın verdiği ağırlığın altında boyun hizamın çok altında kalmış ve parmaklarım kavramayı bırakmanın etkisi ile bükülmeyi unutmuş bir durumda. Defalarca kez içinde olduğum noktaya ve virgüllere basıyorum tekrar ve tekrar. Nefes alabilme döngüsü için içimde tutmuş her bir hücremde gezindirdiğim ve ruhumun en paslı yerlerine nüfuz ettirdiğim nefesi vermem gerekiyor bunun ölesiye farkındalığının altında eziliyorum. Hayatta kalmak için o nefesi mühürlediğim dudaklarımın arasından yavaşça bırakıyorum. Nasıl olduğunun bir ehemmiyeti olmasa bile nerede sorusuna yelkovan ve akrep arasında bir yerde olduğunu söylemek mümkün. Niçin olduğu ise tüm bu döngünün reddedilemez gerçeğidir.
Yorum Bırakın