Kızılderililerin Gerçek "Baba"sı: Marlon Brando

Kızılderililerin Gerçek "Baba"sı: Marlon Brando
  • 0
    0
    0
    0
  • "Özgür olmam gerektiğini ömrüm boyunca güçlü şekilde hissettim."

    Marlon BRANDO

    Hocası Stella Adler'dan öğrendiği Stanislavski Sistemi ve Metot Oyunculuğu'nun en başarılı temsilcilerinden (ki ilerleyen zamanlarda Stella Adler'e, Robert Durwall, Robert De Niro, Al Pacino gibi isimlerde öğrencilik yapacaktır.), 20. yüzyılın en başarılı ve hakkında en çok konuşulan aktörü, The Godfather filminde canlandırdığı Vito Corleone adlı mafya babası karakteri ile 1972 yılında bütün dünyayı kasıp kavurarak sinemada "Yarı Tanrı" diye hatırlanacak en büyük oyunculardan biri: Marlon Brando. [caption id="attachment_67861" align="alignleft" width="311"] Marlon Brando (1924–2004)[/caption] Marlon Brando'nun bu denli büyük ve başarılı bir isim olmasında muhakkak ki sayısız neden sıralayabiliriz. Yetenek, eğitim, arzu, kültür, birikim... Ama şüphesiz ki sinema-tiyatro hayatının dışında, kendine benimsediği ilkeler, duruşlar ve hatta öz eleştiriciliği onu büyük bir insan kılıyor. "Eğer Hollywood'daysam bunun sebebi parayı geri çevirecek ahlaki cesaretimin olmamasıdır.'' sözü ile kendisini eleştirmesi, söylediğimize kanıt niteliğinde değil midir? Bahsettiğimiz ilkeli duruşlarının en önemlisi de, yazımızın başlığından da anlaşılacağı üzere Kızılderili halkına verdiği değerdir. Amerika'nın keşfi ile başlayan yeni pazar ve yeni sermaye umudu, bir halkın sonu olacaktı. Zaman içerisinde var olan toprakların gerçek sahipleri Kızılderililer göçe zorlanacak, kandırılacak, öldürülecek ve hatta köle olarak Avrupa'ya getirip para karşılığı fotoğraf çektirmeye maruz bırakılacaktı. Amerikan Sineması'nda önemli bir yeri olan Western filmlerinin de etkisiyle Kızılderililer, halkın da nefretini üzerine alacaktı. Çünkü yapılan tüm filmlerde Kızılderililer yol kesen, hırsızlık yapan, huzur bozan bir halk olarak tanıtılmaktaydı. Gerçek ile ilgisi olmayan bu durum halk tarafından da benimsenecekti. Böylece Amerika'da Kızılderililer istenmeyecek halk olacaktı. Yapılan 400'e yakın barış anlaşmasının tümünü bozan Beyaz Adam'dı, köyleri basıp kadın-çocuk demeden herkesi öldüren de Beyaz Adam'dı. Kızılderilileri ölüme terk etmek için tarlaları yakan, hayvanları öldüren de Beyaz Adam'dı. Hatta, önümüze konan, tamamen politik doğrultudaki filmlerde yer verilen "kafa derisi yüzme" olayını da gerçekleştiren yine Beyaz Adam'dı. Kızılderililerin dini inançlarını değiştirmek için hristiyan misyonerler gönderen ve kıyafetlerini bile üstlerinden alıp, "uygar giysi" dedikleri şeyleri zorla giydiren yine, yeniden Beyaz Adam'dı. Hitler'e ilham kaynağı olan toplama kamplarını ilk olarak Beyaz Adam meydana çıkardı. Tek dilekleri, ailesi ve sevdikleriyle barış içerisinde yaşamak ve iyi uyumak olan Kızılderili halkı katlediliyordu ama Western sinemasına ve Beyaz Adam'a göre vahşi ve korkunç olan yine Kızılderililerdi. Topyekün bir nefret kazandırmak amacıyla çekilen bu filmlerde "vahşi" Kızılderililere karşı, "adalet ve barışı" kovboylar getiriyordu. Kovboylar, gerçek hayatta esmer tenli insanlardı. Ama yapılan tüm filmlerde Kızılderililerin "kötülüğüne" son veren kovboylar, beyaz tenli idi. Irkçılık, kötülüğün temelidir. Kızılderililer tüm Dünya halkları için önemlidir. Gerek kültürel gerek ise insani anlamda onlardan öğrendiğimiz pek çok şey. Hepimiz için önemli olan bu halk, Marlon Brando için daha çok bir önem arz ediyordu. Çünkü hem yapılan katliama sessiz kalamazdı hem de katliam kendi ülkesi toprakları üzerindeydi. Öyle ki, boşandığı 2 eşine yüklü miktarda nafaka ödemek zorunda olduğu zamanlarda bile Kızılderililerin direniş hareketine finansal olarak destek vermekteydi. Hatta Marlon Brando, 10 Kasım 1980 tarihinde gösterime giren Arthur Penn imzalı The Missouri Breaks filminde arkadaşı Jack Nicholson'ın rolünü bir Kızılderiliye vermenin gerektiğini, hem daha iyi oynayıp hem de alacağı parayı daha hayırlı bir iş için kullanacağını söylemek için yönetmen Arthur Penn ile bir görüşme gerçekleştirmiştir. [caption id="attachment_67865" align="aligncenter" width="320"] Gösterime giriş tarihi: 10 Kasım 1980 (Türkiye)
    Yönetmen: Arthur Penn
    Bilet gişesi: 14 milyon USD
    Film müziğinin bestecisi: John Williams
    Yapımcılar: Elliott Kastner, Robert M. Sherman[/caption] Marlon Brando, Kızılderililerin yaşam hakkına destek veren sanatçıların başında gelir. Kendisinin yazdığı Annemin Öğrettiği Şarkılar kitabında, "İnsanların çoğunun, bu ülkenin, onun asıl sahipleri olan Kızılderililerden çalındığını, bu insanların milyonlarcasının ülkesini çalanlar tarafından öldürüldüğü gerçeğini ciddiye almamasını hiç ama hiç anlamıyorum." diyerek konu hakkındaki hassasiyetini her zaman olduğu gibi dile getirmiştir. Marlon Brando, Kızılderili direnişini pasif olarak desteklemez. Katıldığı ilk Kızılderili eylemi Columbia Irmağı'nda gerçekleşir. Irmağın sularında, kenarında kurulu olan kereste şirketlerinin zehirli atıklarından dolayı somonbalığı sayısı azalmaktadır. Amerikan devleti, her zaman olduğu gibi bu durumdan Kızılderilileri suçlar ve kendilerine yasal olarak ayrılan topraklarda balık avlamalarını yasak eder. Bu karar ile Kızılderili halkı bir kez daha açlığa mahkum edilir. Yasağa karşı gelen bir Kızılderili ile birlikte tutuklandığında bu haberin dikkat çekeceğini ve böylece sorunun tartışılacağına inanan Marlon Brando, bir kayık ile ırmağa açılır. Kayıkta bir Kızılderili ve daha önceden yakalanmış bir de somonbalığı bulunmaktadır. Güvenlik birimleri tarafından yakalanan Brando hapishaneye gönderilir ama çok geçmeden tahmin ettiğiniz üzere serbest bırakılır. Serbest bırakıldıktan sonra da bu eylemden vazgeçmeyen sanatçı tekrar bir kayık ile ırmağa açılır. Balık yasağını delmeye kararlı olan Marlon Brando saatlerce polisin gelmesini bekler. Yayındaki Kızılderiliye kendisini iyi hissetmediğini söylediğinde "Büyükannem böyle durumlarda, gülümsersen kendini daha iyi hissedersin" cevabını alır. Daha fazla rahatsızlanan sanatçı hastaneye kaldırılır ve zatürree tehşişi konur. Yanlış ırmağa açıldıklarını öğrenince de kahkahaya boğulur, hasta yatağında... [caption id="attachment_67867" align="aligncenter" width="924"] Marlon Brando and Virginia Farmer in The Men (1950)[/caption] Marlon Brando'nun destek verdiği sayısız direnişlerden birinde ölümle burun buruna gelmiştir. 30-40 kişi kadar Kızılderili, kendilerinden zorla alınan toprakları geri istemek için bir çiftlik evinde direnir. Brando, ne yapar eder çevresi sarılı eve girmeyi başarır. Silahlı çatışmalar devam eder. Bir mermi Marlon Brando'nun başının 1 metre kadar üstünden geçip, bacaya saplanır. İlerleyen zamanlarda Amerikan Yerlileri Hareketi'nin lideri olan Dennis Banks'ı karavanında ve kendine ait bir adada gizlemişliği de vardır. Kızılderililerin yaşam ve toprak hakkını böylesine içtenlikle savunan Marlon Brando, 1973 tarihinde eylemlerinin en sansasyonelini gerçekleştirdi. Başrolü olduğu The Godfather filmi ile En İyi Oyuncu Oscar Ödülü'ne layık görüldü. Ama Brando, verilen ödülü reddetti. Kızılderililere uygulanan şiddet politikası ve Yaralı Diz Katliamı gerekçeleriyle ödülü kabul etmeyen Marlon Brando salonda bulunmuyordu. Tüm katılımcılar Marlon Brando'yu üstün performansı için alkışlamak için bekliyorken sahnede bir Kızılderili Kadını görürler. Bu, Apache kanı taşıyan Sacheen Littlefeather'dı (Küçük Tüy). Şaşkın bakışlar arasında ödülü reddedip Marlon Brando'nun isteği üzerine buraya geldiğini ve bir mesajının olduğunu söyler Sacheen Littlefeather; Ödül Töreni'nde konuşma süresinin kısıtlı olmasında ve Sacheen Littlefeather'ın engellenmeye çalışılmasından dolayı ilerleyen günlerde Marlon Brando'nun mektubu gazetelerde yayınlanmıştır.
    “200 yıl boyunca toprağı, ailesi, ve özgür olma hakkı için savaşan Yerli halka şöyle dedik: “İndir silahını arkadaş gel birlikte oturalım. İndirirsen eğer silahını arkadaş senle barıştan söz ederiz, senin hayrına anlaşırız birlikte.” Silahlarını indirdiklerinde onları katlettik biz. Onlara yalan söyledik. Onları topraklarından koparmak için kandırdık. Onları açlığa mahkum ettik ki antlaşma dediğimiz ama hiç bir zamanda andımıza sadık kalmadığımız o hileli anlaşmaları zorla imzalasınlar. Onları, yalnızca yaşamın anımsayacağı kadar uzun bir süredir yaşam vermiş bu kıtada dilencilere döndürdük. Ve tarihi istediği kadar çarpıtılmış dahi olsa nasıl yorumlarsanız yorumlayın: Biz doğru yapmadık. Ne adil davrandık ne de dürüst. Onlara karşı ne haklarını iade etmek zorundaydık ne de anlaşmalarımıza sadık kalmak, çünkü gücümüzün üstünlüğü bize diğerlerinin haklarına saldırma, mallarını gaspetme, yalnızca yaşamlarını ve özgürlüklerini savunmaya çalışırken onların yaşamlarını ellerinden alma hakkını sağlıyordu ki onların erdemleri suça dönüşürken bizim ahlâksızlıklarımız erdem oluyordu. Fakat öyle bir şey var ki bu sapkınlığın ulaşamayacağı, o da tarihin büyük hükmü. Emin olun ki tarih bizi yargılayacaktır. Ama umurumuzda mı? O nasıl bir ahlâki şizofrenidir ki tüm dünyanın işitmesi için ulusumuzun en tepesindeki sesle ciğerlerimiz patlayana kadar bizim taahhütlerimizi tuttuğumuzu haykırırız da tarihin tüm sayfaları, Amerikan Yerlilerinin yaşamındaki son 100 yıl boyunca geçirdikleri tüm o aç, susuz günler ve geceler bu sesin dediklerinin tam zıttını söyler.”  
    "En güzel Ütopyalarımızın Cumhurbaşkanı" Sunay Akın Hocamızın da dediği gibi;

    Oscar'ı reddeden ilk sanatçı olan Brando, Kızılderililerin gerçek bir "Baba"sıdır...

      Kaynak: Sunay Akın, Kız Kulesi'ndeki Kızılderili , Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları syf. 135 1

    Yorumlar (0)

    Bu gönderi için henüz bir yorum yapılmamış.

    Yorum Bırakın

    Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.