Dünyanın En Kötü İnsanı: Julie olmak

Dünyanın En Kötü İnsanı: Julie olmak
  • 2
    0
    0
    0
  • Bu yazıyı yazarken çok heyecanlandım zira bu film benim için çok özel bir yer taşıyor. Joachim Trier’in Oslo üçlemesinin son filmi olan Dünyanın En Kötü İnsanı 2021 yılında Cannes Film Festivali’inde Ana yarışmada yarışmıştır ve o yıl çok konuşulmuştu. 
    Julie Kim olduğunu Sanıyordu? 
    Bu kesinlikle olağan retorik, yargılayıcı bir şekilde sorulabilecek bir sorudur. Oslo'da 30'lu yaşlarına atlayıp tökezleyen rahat bir sakin olan Julie (Renate Reinsve), kibar davranış normlarına ve başkalarının duygularına yüzsüzce kayıtsız kalabilir. Joachim Trier'in sık sık işbirlikçisi Eskil Vogt ile yazdığı bir senaryodan yönettiği filmin, onaylamamamızı istemek veya silahsızlandırmak anlamına gelen “Dünyanın En Kötü İnsanı” olarak adlandırılması boşuna değil. Gerçekten de, Julie'nin kim olduğunu düşündüğü sorusu ciddi bir şekilde sorulmalıdır: Bu kadar hızlı hareket eden ve düşünen, saygısızca yarı komedi yapan, öz saygı ve kimliği meselesini bazen kendisinden daha da fazla ciddiye alıyor.  


    Julie ne olmak istiyor?  
    Başlangıçta, bu felsefi bir sorudan daha pratiktir. Hikayesi düzgün bir şekilde devam etmeden önce — komployu oluşturan 12 numaralı ve başlıklı bölümden ilki başlamadan önce — onun hakkında birkaç şey öğreniyoruz. Psikoloji okumak için tıp fakültesini terk eder ve ardından fotoğrafçı olmak için onu terk eder. Sonunda bir kitapçıda işe girer. Saç rengi sarışından pembemsi kahverengiye değişir. Tatlı görünen bir erkek arkadaşını kovar, kalitesiz görünümlü bir profesörle kaçar ve seksi, tüysüz bir modele geçer. Hayatı ve düşünceleri düzenden uzak bir haldedir. Oslo’da bir gece partideyken tanıştığı karikatürist Aksel ile başlayan ilişkisi ise onun babası ile olan travmasının bir yansıma görevini üstlenir. Babasının ilgisizliği ve yoksunluğunu 40’lı yaşlarındaki Aksel ile düzenli bir ilişkiye başlayarak doldurmaya çalışır, ona aşık olur (şifalandırıcı yansıma). Julie babası ile olan bozuk ilişkisini Aksel’de düzeltmeye çalışıyor fakat yapamıyor. Spontane bir şekilde gizlice girdiği düğünde Eivind ile tanışıyor. Eivind ile olan ilişkisinde kendini daha özgür hisseder böylelikle Aksel’i terk eder yani babasının yansımasından kendini kopartıyor.  


    Eivind ile ilişkisinde zamanla mutsuz olmaya başlıyor. Bu mutsuzluğun sebebi Eivind’in başkalarının hayatındaki yan rol olma eğilimi yüzünden kaynaklanır. Eivind’in geleceğe dair Julie’ye kıyasla daha majör farklılıklar istememesi ve bir düzen içinde hayatını sürdürmesi, üstüne Aksel’in kansere yakalanması derken Julie bir çıkmaz içine girer. Tüm bu süreç içinde Eivind’den hamile kalması ve Aksel’in öldüğü gün çocuğu düşürmesi çok metaforik bir sahnedir. İstemediği bir ilişki içerisindeyken içinde babasının bir yansımasını büyütüyor ve babasının yansıması olan eski eşi Aksel ölürken içindeki kendince travmalara sahip olduğuna inandığı bebek de onunla birlikte ölüyor. Nitekim bu sebeple düşük yaptığını gören Julie’nin yüzünde büyük bir rahatlama görüyoruz. 
    Julie dünyanın en kötü insanı değildi, en iyi insanı da değildi. Her birimiz gibi. Herkes kötülük ve iyilik barındırır içinde ve bu duyguları hayatlarındaki insanlara bulaştırırlar. Ellerimiz kirlendiğinde bazen en yakınımızda kim tertemiz ise ona süreriz. Bu bir bağ mıdır yoksa bir ihanet mi bilemeyizç Hayata yan rolde olmak için gelmediğini fark eden herkes kendini en iyiye ait hissetmek adına korkunç bir serüvene atılır, bu serüvende ayağımıza kim takılırsa onu bertaraf ederiz. Mutluluğumuz sandığımız olgular uğruna kopardığımız her yaprak bizi dünyanın en kötü insanı mı yapar? 


    Yorumlar (0)

    Bu gönderi için henüz bir yorum yapılmamış.

    Yorum Bırakın

    Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.