Teknolojiyle Sanatın Kesişmesi: Video Sanatı

Teknolojiyle Sanatın Kesişmesi: Video Sanatı
  • 4
    0
    0
    0
  • Teknoloji ile sanat birleşebilir mi, yoksa çatışır mı? Video sanatı 1960'lı yıllarda tam bu tartışmaların ortasında ortaya çıktı. Almanya'da ve Amerika'da Bauhaus ve Dada gibi avangard sanat akımlarının etkisinde oluşan Fluxus grubu, sanatı teknolojiyle birleştiren "happenings" adı verilen performans eserleri ile dünyada ses getiriyordu. Sanat dünyasının bu hareketli döneminde Nam June Paik, video sanatını geliştirdi ve günümüzde halen video sanatının öncüsü olarak kabul edilir oldu. 

    Nam June Paik, videoyu bir "tabula rasa" olarak tanımlar. Yani video boş bir levhadır ve olanakları sınırsızdır. Videoya aldığınız bir kaydı çeşitli yerlerde, çeşitli zamanlarda oynatabilir ve defalarca tekrar etmesini sağlayabilirsiniz. Video bu anlamda zamana meydan okuyan bir araçtır. Video, görüntüyü ölümsüzleştirir. Öte yandan bu tekrarlı görsel imgeler izleyiciyi mekandan alıp içine çeken bir doğaya sahiptir. Nam June Paik’in dehası, performans sanatı etkisinde oluşturduğu video enstalasyonları ile izleyiciyi mekanda tutmanın yolunu bulmuş olmasıdır. Görüntülerin tekrarı izleyiciye bir mekanda ve bir eser karşısında olduğunu hatırlatır ve zamanın farkına varmasını sağlar. 

    Tüm bu bağlamda akla gelen sorulardan biri teknoloji çağında sanatın üstlendiği rol hakkındadır, veya sanatın doğası. Televizyonun ve video kameranın kitlelerce benimsenmesinden uzun yıllar önce, Walter Benjamin bu soruyu ele alarak ünlü “Mekanik Yeniden Üretim Çağında Sanat Eseri” (1935) makalesini yazmıştır. Sanat biricik midir; yoksa yeniden üretilebilmesi mümkün müdür? 

    Markist bir düşünür olan Benjamin, “sanat eserinin” değişen toplumsal ve teknolojik koşullarıyla ilgilenir. Ona göre teknoloji, sanatın modalitesini değiştirmektedir. Fotoğrafın icadı ile başlayan süreçte, sanatla zaman ve mekan arasındaki ilişki değişmiştir çünkü fotoğraflar sanatı, ya da genel anlamda görüntüleri, kişinin kendi gözleriyle deneyimlemeden görmesine olanak sağlamıştır. Artık insan gözü yerine kamera lensi merkeze geçmiştir. Sanat eserinin biricikliği, Benjamin’in terimiyle onun “aura”sıdır. Benjamin aura’yı “sanat eserinin şimdi ve buradalığı, onun belirli bir yerdeki benzersiz varoluşu” olarak tanımlar. Aura bir sanat eserinin zamanı ve mekanıdır. Mekanik/teknolojik yeniden üretim “eseri defalarca kopyalayarak tek bir varlığın yerine kitlesel bir varlığı ortaya koyar”. Bu çoklu varlık artık eserin aurasının kaybolduğuna işaret eder çünkü eser artık birden fazla yerde ve zamanda bulunmaktadır. 

    O halde, sanat eserinin kendisi bir video olduğunda bunu nasıl yorumlamak gerekir? Zaten kendisi yeniden üretilmiş bir eserin aurası bozulmuş sayılır mı? 

    Nam June Paik, TV Buddha, 1974 

    Nam June Paik’in TV Buddha eserini göz önüne alalım. Bu eser bir Buddha heykeli karşısına yerleştirilmiş bir kameradan ve kameradaki görüntüyü yansıtan bir televizyondan oluşmaktadır. Eserin kendisi video hakkında bir ironidir, aslında kendi gözümüzle gördüğümüz bir objeyi video olarak yansıtan televizyona da baktığımızda aynı objeyi görürüz. Gördüğümüz iki obje de gerçektir. Video da tıpkı bizim gözümüzün yaptığı gibi bir görüntüyü yansıtma görevi görür. Eserde izleyicinin gözü ve kameranın gözü arasında bir ilişkilenme yaratılmıştır. Kameranın gözü yine de izleyicinin gözünün yerini tutamaz, ama eserin anlatmaya çalıştığı şey baktığımız her şeyin yalnızca bir yansımadan ibaret olduğudur. Benjamin’in dediği gibi burada kamera lensi yeni bir göz görevi görmektedir. Ancak objenin mekanik yeniden üretimi, objenin aurasını yok etmemiştir çünkü obje hali hazırda gözlerimizin önünde var olmaya devam etmektedir. Televizyonun kendisi de bir sanat objesi, bir “readymade” olarak var olur. Ancak televizyon öyle bir objedir ki sanat eserini yeniden üretme yeteneğine sahiptir. Sanatı; objeyi oluşturan bir kamera lensi ve onu yansıtan televizyon, bizi Benjamin’in aura kavramını yeniden düşünmeye iter.  

    Video sanatı Benjamin ile birlikte düşünüldüğünde ne kadar devrimci olduğu anlaşılır. Sanat eserinin yeniden üretiminin aurasını yok ettiği göz önünde bulundurulur iken video sanatı kendisi bir yeniden üretim aracı olarak sanat eserinin doğasını yeniden tanımlar. Görüntünün kaydedilerek yeniden üretilmesi, izleyicinin onu izlerken kendi gözü ile kamera gözü arasında bir bağ kurmasını düşündürür. Çünkü objeler bizim gördüğümüz kadar gerçek ise, kamera gözü de onları bir o kadar gerçek kılar. Video sanatı hem ontolojik bir tartışma alanı açarken hem de tekrarlanabilir ve değiştirilebilir olması ile sanatın kapılarını açar ve yeni bir anlam dünyasını bizlere getirir. 

     

    KAYNAKÇA 

    Benjamin, Walter. 1935. "The Work of Art in the Age of Its Technological Reproducibility".


    Yorumlar (0)

    Bu gönderi için henüz bir yorum yapılmamış.

    Yorum Bırakın

    Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.