Paradokslar Mimarı: René Magritte

Paradokslar Mimarı: René Magritte
  • 1
    0
    0
    0
  • “İzleyici resimlerde aklıselime bir tür meydan okuyuş buluyorsa, bir durumun farkına varmış demektir.”  Sürrealizm denildiğinde şüphesiz aklımıza gelen ilk isimlerden biri: René Magritte’dir. Tam adı René François Ghislain Magritte olan Belçikalı sanatçı 20. yüzyılda ortaya çıkan gerçeküstücülük akımının en önde gelen temsilcilerinden olup akımının gereği olan seyircisini hayrete düşürmeye başarılı bir şekilde yer veriyor eserlerinde. Ortaya koyduğu eserlerin neredeyse hepsinde bir paradoksu işliyor; tasvir ettiği nesne ve figürler, duru ve basit olmaları açısından göze güzel görünmelerine rağmen insanın içinde rahatsız edici duygular uyandırıyor. Genel olarak eserlerine baktığımızda aslında bir sır veya gizem barındırmadan resmedilmiş gibi görünen her şeyin altında bir tuhaflık barınıyor ve izleyicilerine mesaj vermeyi hedefliyor. Temsil ve gerçekliği birlikte kullanan Magritte, bu iki kavramı sorgularcasına yaklaşıyor; ne kadar gerçekçi bir hissi olursa olsun sanat eserinin, ele alınan gerçekliğin sadece bir temsili olabileceğini vurguluyor. Attempting the Impossible (İmkansıza Kalkışmak) adlı eserini 1928 yılında tamamlayan sanatçı, bir sanat eseri yaratırken kendi durumunu aktarıyor kanvasına. Fakat alışık olduğumuz otoportreler gibi değil elbette bu. Magritte, elindeki palet ve fırçasıyla çıplak bir kadını yoktan var eder bir haldedir; evet o kadını aslında boyası ve fırçası yardımıyla resmediyor ama bir yandan da karşısında kanlı canlı duruyor bu figür. 1925 yılında Magritte eserlerinde soyut elementleri kullanma çabasından vazgeçmiş ve sadece nesneleri gözle görülen detaylarıyla çizmeye başladığını söylemiştir. İllüzyonlar ve görsel algının yanılgısı hakkında çok fazla düşünmüş ve buna yönelik eserler yaratmıştır. Bu eserinde de yine gerçekliği ve temsili sorgulayan Magritte, yaratılarının aslında gerçek mi değil mi olduğu hakkında bir sorgulamaya yönlendiriyor seyircisini. Resmettiği figür görmeye aşina olduğumuz gibi bir tuvalde cansız bir şekilde duran biri değil gerçek bir insan olarak beliriyor, kendisi gibi gerçek bir insan, tam olarak tamamlanmamış olsa da bitmeye yakın bir halde... Peki bu nasıl olur, birkaç boya ve fırçayla nasıl olur da bir insan yaratılır? İsminin de bize söylemek istediği gibi Magritte burada, imkansız bir şeyi yapma girişiminde olduğunu gösteriyor, gerçekte olan ve tasvir edileni birbirine karıştırıyor ve aslında mümkün olmayan bir anı resmediyor. “Simgesel anlamlar arayanlar, imgenin kendindeki şiiri ve gizemi gözden kaçırıyorlar. Bir gizem sezebildiklerine şüphe yok ama, bir an önce kurtulmak istiyorlar o sezgiden. Korkuyorlar. ‘Bu ne anlama geliyor?’ diye sorarken, gerçekte her şeyin anlaşılır hale gelmesini diliyorlar. Oysa o gizemi sezenler ve ondan kaçmayanlar, bambaşka bir tepki veriyorlar resme. Onlar başka sorular soruyorlar.” diyen Magritte, eserlerinde yer verdiği gizemi deşmemizi ve onu sorgulamamızı istiyor onu belli bir mantık çerçevesine oturtmaya çalışmaktansa. Peki aslında istenilen, bu boyayla can verilen insanın da tamamen tuvale aktarılan bir temsil olduğunu anlamamız mıdır? Yani bir insan yaratır gibi görünürken bile Magritte, bize bunun sadece gerçeği temsil eden bir resim olduğunu söylemek ister, işte bu eserin paradoksu da budur. Kaynak 1,2, Antmen, Ahu, 20.Yüzyıl Batı Sanatında Akımlar, Sel Yayıncılık, 7.Baskı, s.141  

    Yorumlar (0)

    Bu gönderi için henüz bir yorum yapılmamış.

    Yorum Bırakın

    Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.