Sanatçının Atölyesi: Gerçek Bir Alegori

Sanatçının Atölyesi: Gerçek Bir Alegori
  • 1
    0
    0
    0
  • 19. yüzyılın başlarına bir yolculuk yapıp sanat dünyasına baktığımızda, o dönem Avrupası’nın sanat merkezi olan Fransa’da akademik sanat anlayışının hakim olduğunu görmekteyiz. Akademik sanat anlayışını benimseyen sanatçılar kendi dönemlerinde yaşanan olayları ve o dönemin insanlarını yok sayıp geçmişte olan vakaları, eski hikayeleri ve kahramanları konu etmişlerdir eserlerinde; bunu yaparken de klasik güzellik ideallerini kullanıp gerçek yaşamdan tamamen uzak eserler ortaya koymuşlardır. 19. yüzyılın ortalarına gelindiğindeyse gerçek ve sıradan insanların, bu insanların gündelik yaşamlarının da sanatın konusu olabileceğini savunan sanatçılar çıkmıştır ortaya. Bu sanatçılar Gerçekçilik akımını başlatmışlardır ve onların öncüsü sayılabilecek Gustave Courbet şöyle demiştir: “Yaşayan sanat yapmak... Hedefim budur!”. Courbet, 1855 yılında ortaya koyduğu “Sanatçının Atölyesi: Gerçek Bir Alegori” eserinde de göstermeyi hedeflediği yaşayan sanatı konu edinmiştir. Bu eser ilk bakışta sadece Courbet’nin atölyesini ele alıyor gibi görünse de, içinde birçok metafor barındırır. Bu eserde kompozisyonun tam ortasına konumlandırılmış olan sanatçıyı yani Courbet’yi, akademik sanat anlayışının hiyerarşik değer sıralamasında en altlarda yer alan konulardan biri olan manzara resmi yaparken görmekteyiz. Aynı zamanda çıplak bir modele arkasını dönmüş olan Courbet, akademik sanat anlayışı ve onun getirdiği idealist tasvire de tepkisini ortaya koymuştur. Etrafını saran insanlardan sol tarafındakiler günlük yaşamda Paris sokaklarında görmeye alışık olduğumuz figürlerdir, bir rahip, bir tüccar, yoksulluğu sembolize eden bir dilenci kız, işsizliği sembolize eden bir işçi, bir Yahudi ve daha birçok farklı sınıftan insan tanımlayabiliriz; kısaca zengin, yoksul, ezen, ezilen, gerçek insanlardır bu kişiler. Sağ tarafındakiler ise sanatçı ve bohem arkadaşlarıdır; bunlar, sosyalist bir düşünür olan Pierre-Joseph Proudhon, Gerçekçi eserler ortaya koyan edebiyatçı Jules Champfleury ve o dönemde eserleri büyük ses getiren Fransız şair ve eleştirmen Charles Baudelaire’dir. Courbet’nin yanında, eserini yapmasını tüm saflığı ve masumiyetiyle izleyen küçük çocuk ise sanata getirilen yeni bakış açısını temsil etmektedir.   Akademik sanat anlayışında alışık olduğumuz boyutlarda, büyük ölçekli bir eserdir bu fakat ilk defa ahlaki mesaj içeren ve gerçek olmayan varlıklarla bezeli değil de gerçek hayatta görmekte olduğumuz insanları resmeden büyük ölçekli bir eser çıkmıştır ortaya ki bu o dönem için yeni ve sansasyonel bir hamledir. Bunun yanı sıra akademik sanatçıların eserleri tamamen bitmiş, neredeyse cilalı bir görünüme sahip olmak zorundadırlar ancak eserimize baktığımızda bitmemiş kısımları, boşlukları ve özellikle boyanmamış bir halde bırakılmış yerleri görüyoruz. Yani anlayacağımız Courbet akademik sanat ve onun getirdiği kompozisyon tarzına bir başkaldırıyı resmetmiştir aslında bu büyüleyici eserde. Courbet’nin reddettiği bakış açısını ve eserinde kanıtlamak istediği düşünceyi söylediği bir sözle özetleyebilir ve onu daha iyi anlayabiliriz: “Ben hiç melek resmi yapmadım, yapmam çünkü hiç melek görmedim.”.

    Yorumlar (0)

    Bu gönderi için henüz bir yorum yapılmamış.

    Yorum Bırakın

    Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.