Mutsuz Olmak Üzerine...

Mutsuz Olmak Üzerine...
  • 3
    0
    0
    0
  • Mutluluk hakkında yanlış bildiğimiz şeylerden biri, insanların doğal olarak mutlu olduğu düşüncesi. Sanki mutlu olmak için hiçbir şey yapmamıza gerek yok, mutlu olmak bizim için bir var oluş biçimi ve doğuştan yanımızda getirdiğimiz bir hediye, hatta bir hak. Bizi mutsuz edebilecek olay ve durumların ise bu doğal akışı bozduğuna inanırız. Oysa gerçek böyle değil. Her on yetişkinden birinin intihar teşebbüsünde bulunması, her beş kişiden birinin majör depresyona yakalanması, gerçekte mutluluğun varlığımızın dokunulmaz bir parçası olmadığının en önemli göstergeleri. Russ Harris, Mutluluk Tuzağı adlı kitabında mutlulukla ilgili mitoloji sigaya çekiliyor. Yazara göre, Batı dünyasından yayılan ve bizim sorgusuz sualsiz kabul ettiğimiz, “Mutlu değilsen ve olamıyorsan, normal bir insan değilsin” düsturu baştan aşağı hatalı. Bu durumda, mutlu olamamak bir zayıflık göstergesi, hatta hemen her durumda aceleyle yapıştırılmış bir hastalık etiketi haline gelir. Acı çekmek ve olumsuz düşüncelere sahip olmak, artık günümüzde anomalinin en kolay yakalanabilir göstergeleri haline gelmiştir. Bugün rıza ve kabullenişi esas alan bazı terapi yöntemleri, her daim mutlu olamamanın normal bir durum olduğunu ve olumsuz düşünmenin her zaman bir hastalık göstergesi olmadığını savunur. Yeri geldiğinde olumsuz düşünebilmek, aslında varlığımızı sürdürmek için elzemdir. Düzelme imkânı olmayan ve bize acı çektiren olayları yok saymak ve böylece hayali bir mutluluk yaratmak yerine, bu olayları kabullenmek insanı daha huzurlu kılar.

    Mutluluk üzerine bir diğer yanlış inanç, iyi bir hayat geçirmemiz için tüm olumsuz duygulardan kurtulmamız gerektiğini söylemektedir. Takıntılı bir şekilde mutluluğu yakalamamız ve bizi aşağıya çekebilecek tüm düşünce ve deneyimleri terk etmemiz gerektiğini zannederiz. Oysa gerçek bambaşkadır; hayatımızı anlamlı kılabilecek tüm durum ve olaylar, bize olumlu olduğu kadar olumsuz duygular da yaşatır. Bu ikisinin aynı kaynaktan çıktığı gerçeğini göremediğimizde, mutlu olmak adına olumsuz duyguları feda ederiz. Böylece bize olumlu duyguları ve gerçek mutluluğu tattırabilecek olan durum ve deneyimleri toptan terk etmiş oluruz. Varoluşçu yazar Paul Tillich, bu duruma, ‘yokluktan kaçmak için varlığı inkar etmek’ diyor. Gerçekte hayatımıza anlam katan, bizi derinden mutlu edebilecek ne varsa, bizi aynı zamanda endişelendirebilir, kızdırabilir hatta üzebilir.

    Mutluluğu yakalamak için yapmamız gerektiğini sandığımız bir diğer şey, duygu ve düşüncelerimizi kontrol etmek. Son yıllarda sayıları giderek artan, alt yapısı çoğu zaman belirsiz “yaşam koçları” bize bunu dikte eder. Kişisel yardım ve kişisel gelişim teknikleri sayesinde neredeyse her zaman ne hissedeceğimizi ya da ne düşüneceğimizi belirlemeye çalışırız. Oysa hayat ele avuca sığmayacak kadar belirsizliklerle dolu, önden kestirilmesi çok zor ve karmaşık. İçinde kontrol edilmesi güç pek çok dinamik aynı anda işliyor. Hayatın üzerinde tam bir denetim kuramayız, ne hissedeceğimizi, ne düşüneceğimizi her zaman belirleyemeyiz. Mekanik bir yaşantı için programlı değiliz, hayatı tam manasıyla denetleyebileceğimiz yanılsaması, bizde başarısızlık duyguları uyandıracak ve bizi endişelendirecektir. Kısacası mutlu olmaya çalışırken kendimizi ağır bir endişenin kucağında bulabiliriz. Yaşam koçları bize kendimize ne kadar hakim olabilirsek o kadar başarı kazanacağımızı müjdeler. Koçlara göre işin sırrı kendimizi ne kadar düzenleyebildiğimizdedir. Tuhaf olan şu ki, seçimler dünyasında hayatımızı yönetmek üzere yine otoriteye bel bağlamış ve bir koçtan medet ummuşuzdur!  Bu tuhaf oyunda, koçlar koyunlara hizmet eder.

    Mutsuzluğun tırmanmasında sosyal dokunun tahrip olmasının da önemli payı var. Fedakarlığın öldüğü, kendimizden başka bir şey uğruna yaşama yükümlülüklerinin kaderimizi tayin ettiği günler geride kalmıştır artık.  Ehrenreich ve English’i izlersek,  ‘Eski koruma ve bağımlılık hiyerarşileri artık yok, yalnızca özgürce son verilen özgür sözleşmeler var. Uzun zaman önce üretim ilişkilerini içine alarak genişleyen piyasa şimdi bütün ilişkileri içerecek şekilde genişlemiştir’. Böyle bir iklimde dünyayı değiştirmenin düşünü pek az insan kuruyor. Kişisel başarıyı varoluşun esas amacı haline getiren hazcı bir bireycilik her yerde kol geziyor. Zygmunt Bauman’ın Yaşam Sanatı adlı kitabında söylediği gibi: ‘Dünyanın yönetilme biçimiyle ilgili kaygının yerini, kendi kendini yönetme kaygısı aldı. Bizi üzen ve kaygılandıran şey, bütün sakinleriyle beraber dünyanın hali değil; dünyadaki zorbalıkların, saçmalık ve adaletsizliklerin, kaygılı bireyin iç huzurunu ve psikolojik dengesini bozan ruhsal sıkıntılar ve duygusal sarsılmalar şeklinde yeniden dolaşıma girmesinin ürünü olan şeylerdir’. Christopher Lasch’in Narsisizm Kültürü adlı şaheserinde tartıştığı üzere  ‘yeni narsistler’ dünya ahvalini sadece kişisel sorunların prizmasından geçirerek algılar ve bu kişilere “suçluluk duygusundan ziyade endişe musallat olur”. Kişisel hayat artık esaslı bir mücadele alanıdır ve mücadeleyi kazanmak için, başkalarının onay ve hayranlığına onulmaz bir ihtiyaç duyarız. Ayrıca muhabbetinde zamanı durdurmak istediğim birinin iyi bir söylemini ekleyerek olayı toparlayalım. Kendisi "İnsan bazen mutsuzluğunu da sevmeli değil mi, çünkü mutlu olmanın kıymetini en çok böyle öğreniriz. Mutsuzluğun iyi bir öğreti olduğunu ancak böyle idrak edebiliriz." Demişti, hakikaten de öyle. Kendi heykelini yont, kendine fokuslan gibi kültleşmiş ibarelerin her tarafında fink attığı bir toplumda kişinin kendini özümsemesine, hakikate ve anlayışa ne kadar da ihtiyacımız var. Empatiye, birliğe, mutsuzluk ve umutsuzluğun sancıtan taraflarının da aslında bizim bir parçamız olduğuna inanmaya ne kadar da ihtiyacımız var. Mutluluğun bir koçun telkininde yahut bir gurunun ritüelinde, spiritüel bir meditasyonda değil de insanın içinde bir yerler de olduğuna, yer yer de kişinin zihnine ve kalbine uğradığına inanmamız elzem...

    Hulâsa ne kör ve sapak gecelerin kaygısından karanlığa düşman ne de aydınlık ve umut verici yoklamalarından dolayı gündüzü uluhileştirmeliyiz. Karanlıkta bizim, aydınlıkta çünkü gün bizim. Vakit bizim, yaratılan her şey bize ve bizim.... 


    Yorumlar (0)

    Bu gönderi için henüz bir yorum yapılmamış.

    Yorum Bırakın

    Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.