Teknoçağ ve Dijitalize Edilen Duygular!

Teknoçağ ve Dijitalize Edilen Duygular!
  • 2
    0
    0
    0
  • Uzun süredir üzerine düşündüğüm konular; insanın kendine yeterliliği ve akıllı teknolojiler. Elbette bu iki şeyin her biri kendi kendine buradaki bu küçük denemenin konusu olamayacak kadar derin ve bağlantısallığı geniş konular. Yine de küçük bir ölçekte, gündelik yaşam çerçevesinde tartışmak isterim. Bugün yapılan araştırmalar bize insan beyninin aynı anda birden fazla şeye odaklanma kapasitesinin henüz gelişmediğini gösteriyor. Yani bizler, aslında multi-tasking (çoklu görev) becerimizin geliştiğini düşünsek/iddia etsek/sansak da, bilişsel sistemimiz bunu henüz yapamıyor. Onun yerine işlemleri sıralıyor, adım adım her birine birim zamanda geri gönüyor ve aynı anda yaptığımızı düşündüğümüz şeyler aslında birim zamanın işlem sayısına bölünmesiyle bir bütün oluşturuyor. Peki, bizler ne oluyor da bunun böyle olmadığını sanıyoruz? Ya da bunun böyle olduğunu düşünme ihtiyacı nereden geliyor? 

    Akıllı cihazların hayatlarımıza girmesiyle, özellikle de cep telefonlarının, biz de sanırım her an birlikte olduğumuz bu cihazlarla bütünleşmeye başladık. Hatta kendimizi akıllı cihazlarımız gibi algılıyor bile olabiliriz? Olabilir mi? Bir ihtimal. Ne demek istiyorum? Aynı anda birden fazla şey yapma hali, o şeyler üzerindeki dikkat süremizi azaltıyor ve böylece bağlantısallıkları kaçırabiliyoruz. Bağlantısallık olmadığında ise bütünü görmek, anlamak zorlaşıyor ve robotikleşiyoruz. Bu ne demek? Mikro-mimikleri okuyabilen bir robot bugünün dünyasında mümkün olsa da, his ve sezginin kopyalanabileceğinden emin değiliz. Oysa insan davranışının bir kısmını da bunlar oluşturuyor. Düşünceyi ve psikolojiyi programlayabilirken, yaşamın tüm bağlantısallıklarını (bağlamı) kopyalamamız ve/ya programlamamız mümkün değil. Örneğin gündelik iletişimin ve doğru (yerinde, zamanında) davranışın kurallarını hala yazamıyoruz. Yaşam işte, tam da bu. Bilmediğimiz ihtimalleri (olasılık diyelim) düşünmemiz de mümkün değil. Ona ancak rastlayabiliriz. Tıpkı dildeki tümce veya ifade ihtimallerinin bitimsizliği gibi. Bağlam ve bağlantısallık yittikçe de robotikleşme ve kendi düşüncesinin/algısının yegane doğru olduğunu sanma durumu artıyor gibi görünüyor. Teknolojinin de bu durumu desteklediği nitelikleri var. Nitekim, size aynı anda bir çok şeyi yapabilme, hem de kendi başına yapabilme olanağı sunuyor. Bu olanak karşısında, hazza ve rahatlığa en kolay yoldan gitme (sosyal evrim böyle söylüyor bize; kültürel evrim ise henüz teknolojik gelişmelerin hızına yetişemiyor) üzerine kurulmuş organizmamız ise bir başkasına dert anlatmaktansa, sorunları kendi başına çözme eğilimi gösteriyor. Ama yüzyıllardır topluluk halinde yaşamış bir tür olarak, henüz her şeyi kendi başımıza yapmaya alışkın değiliz. Yani düşünsel ve becerisel anlamda bu mümkün olsa da duygusal olarak hazır değiliz. Mesleklerimiz de öyle değil henüz. Bunu belki en çok, bir tek sanat/zanaat karşılıyor. O da yalnızca üretim aşamasında. Sonrası yine bağlantısallık (güncel deyişle – network). 

    Akıllı cihazlardaki hızın ve duygusuzluğun, virtual yani sanal olmayan gerçekliğe de sirayet etmesi. Milisaniyede değişen konular ve bununla övünme. Odaklanmanın gitgide azalması ve “kendisi” dışında başka bir şey düşünemiyor olma. Akılda bir şey tutmama ve sürekli kendini/anlamlarını yok ederek daha rahat ve özgür olacağını kanıksama. Akıllı cihazlardaki tekilliğin (kullanıcı deneyiminden ve bunun güne yayılmasından bahsediyorum; hislerin, düşüncelerin milisaniyelere bölünmesi, işlem hızının artması, kişinin mikro-duygulanımlar içinde salınıp durması) gündelik hayata da sirayet etmesi. Oysa biz bunu eski zamanlarda yalnızca gezginlikle, yani yolda olmak ile sağlıyorduk.

    Son yıllarda, farklı iş kollarında yer alma fırsatım oldu. İnsanlar duygusal bağ kurdukları bir ortamda çalışmıyorlarsa -orası neresi bilmiyorum, onlar da bilmiyorlar-, robot gibi davranıyorlar. Mimiksiz, daima chatleşme halinde, adeta gündeliğin raporunu yazar gibi ve sıkıştırılmış bir derinlik. Tehdit yokken de varmış gibi algılama. Zihinsel olarak çoğunlukla aktif fakat hantal bir beden, fiziksel beceri eksiklikleri, bedeni kontrol edememe ve sakarlıklar. Çok önemlisi de; empatinin yitimi. Empati kavramı ilk olarak sanatta karşımıza çıkıyor tarihsel olarak. Bir sanat nesnesi karşısında hislenmek vb. yoluyla sana doğru koşmayan, orada durmakta olan bir mesaja kendiliğinden yönelmek ve onunla bir nevi bütünleşmek/duygudaş olmak. Anlatılamayanın anlatılması ve insanı susmaya sürüklemesi. Gündeliğin aksine. Tıpkı duyumsanmayan ve içimizde olduğunu bile bilmediğimiz bir sandığı açan bir anahtar gibi. Çıkan şeye şaşırmamız da bundan.

    Vahşilik: Kurtulduk mu? Kurtulacak mıyız?

    Peki, ya iş ya da sevgi bağıyla biraraya gelen, sanatla ruhu incelen ve vahşiliğinden kurtulan (buna da bir karar vermeliyiz, vahşilik ve yıkıcılıktan kurtulacak mıyız, kurtulmayacak mıyız? Bunun tereddütü bizi karanlıkta bırakan, en çok da eğitimini içselleştirmemiş vahşiler çok ürkütücü) bir tür olarak işleri artık kendi başına hallederken, o vahşi, ezici ve karanlık yanlarımızı nasıl eğiteceğiz. Çünkü herkes kendi evinin salonunda otururken baya bir erdemli ve ahlaklı görünüyor. Ama ne zaman ki, eskide de olsa, dostluk, arkadaşlık, meslektaşlık vb. (cemaat denemeye dilim varmıyor artık) bir şekilde biraraya gelindiğinde o dengeleri nasıl koruyacağız? Yalnız insan gitgide vahşileşiyor. Geçenlerde yaşadığım bir olay da bunun ampirik kanıtı olsun. Bir toplu taşıma aracında yolculuk ediyorum. Yanımdaki boş koltuğa koyduğum çantamı bir başka yolcunun koltuğa yönelmesiyle kucağıma almaya yeltendiğim bir anda, “çek şunu” diye bir söz duyuyorum. Emin olamayıp, “afedersiniz, bir şey mi dediniz” diyorum. Çantanı al dedim, diyor. “Sen diye hitap etmeyin lütfen, tanışmıyoruz” diyorum. “Uzatma be işine bak” gibi bir şey söylüyor. Bakın burada bir ben yok. Burada dürtülerini dizginleyemeyen arkaik bir şehir canlısı var. O yüzden toplu taşıma da yok, kamusal alan da yok, siz yok, biz yok. İşte robotlaşma dediğim şey, vahşilikten sanki, bir başka vahşiliğe geçiş.


    Yorumlar (0)

    Bu gönderi için henüz bir yorum yapılmamış.

    Yorum Bırakın

    Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.