Klişeden Kim Ölmüş: Penny Dreadful City Of Angels (2020-)

Klişeden Kim Ölmüş: Penny Dreadful City Of Angels (2020-)
  • 8
    0
    0
    0
  • Geçmişte Showtime'ın gözde işlerinden birisi olan Penny Dreadful, pek çok fantastik sinema tutkununu ekranlara kitlemişti. 19. yüzyılın İngiltere sokaklarında geçen yapım, mükemmel bir görsellik ve hikâye anlatısına sahip olup teatral bir evren yaratmayı başarmıştı. Dizinin yapımcı/yönetmeni John Logan bu sefer bizleri Viktoryen Dönem İngiltere’sinden alarak, 1938 yılına Los Angels’a götürüyor.

    Yapımı henüz izlememiş olan okuyucular için konusundan kısaca bahsetmek gerekirse; Latin folk kültürünün kız kardeşleri olarak karşımıza çıkan Magda ve Santa Muerte’nin anlaşmazlığa düşmeleriyle insanlık için işler karışır. Magda şöyle bir kehanette bulunur; “Uluslar uluslarla savaşacak, ırklar ırkları yok edecek, kardeş kardeşi katledecek. Ta ki tek bir ruh kalmayana dek. O gün, bir lider doğacak. Tüm krallıkları savaşa sürükleyecek, tüm ırkları birbirine düşürecek. Karanlık güçlerin bir olacağı o gün, dünya yanmaya hazır olacak. En son sadece bir kıvılcım yetecek.” Bu sözlerle birlikte halihazırda Büyük Buhran döneminin eşiğindeyiz. Hemen sonrasında II. Dünya Savaşı’nın başlanmasına yakın bir zaman dilimine sürükleniriz. Ve Magda çoktan bir aile etrafında ağlarını örmeye başlamıştır.

    Orijinal yapımdan oldukça farklı bir senaryo temeli olduğunu belirtmek gerekir. Dizinin açılışında, La Llorona eşliğinde iki figürle beliriyor. Kötülüğün temsili Magda ve beyazlar içerisinde Santa Muerte… Bu noktada seyirci gözüyle orijinal hikâyeyi anımsayıp, ‘güç savaşının ortasında kalacağımız iki kız kardeşin savaşını mı izleyeceğiz’ sorgulamasına sürükleniyoruz. Henüz açılışta tanıştığımız Vega ailesi, yine bizlere bu ailenin Eva Green’in canlandırdığı Vanessa Ives’in bir yansıması olabilir düşüncesini akıllara getiriyor. Nitekim bu noktadan sonra işler sarpa sarıyor. Penny Dreadful’un kendisine has bir hayran kitlesinin oluşmasındaki temel sebep: Yapımın geçtiği dönemin eşsiz romanlarını, halk hikâyelerini ve mitolojik öykülenmeleri incelikle işliyor oluşuydu. Penny Dreadful: City of Angels bu anlamda ne yazık ki sığ sularda geziniyor.

    Dizinin başında babasını çocuk yaşta gözlerinin önünde kaybeden Tiago Vega’nın (Daniel Zovatto) Los Angels Polis Departmanının ilk Meksika kökenli dedektifi olarak atanmasını görüyoruz. Partneri Lewis Michener (Nathan Laneile) bir cinayet davasına atanan Tiago, Latin Amerikalıların meşhur Ölüler Günü makyajıyla bezenmiş kurbanlarını araştırmaya koyulurlar. Buraya kadar izlemesi oldukça keyifli olunabilecek fantastik-dedektiflik hikâyesi olarak devam edebilirdi. Hatta söz konusu Gotik bir atmosferde geçen dedektiflik hikâyesi olunca ortaya The Alienist (2018-) tarzına yakın bir iş konulabilirdi.

    Natalie Dormer’ın canlandırdığı Magda’nın öyküye dahil edilmesiyle, Magda’nın varyasyonları olan üç farklı karakter, üç farklı olay örgüsü yaratıyor. Yerel yönetimin içerisinde yer alan Alex, Pachucos Rio ve Nazi destekçisi Elsa… Meksika ve Alman aksanlarının Dormer’a hiç gitmediğini belirtmek gerekir. Özellikle bunun en iyi örneklerinden birisi, -düşük bütçeli bir yapım olmasına karşın- Orphan Black. Yeteneğine hayran bırakan Tatiana Maslany’nin muazzam aksan performanslarını anımsayınca Dormer’ın oyunculuğu sizi tatmin edebilecek düzeyde olmuyor.

    Magda ve varyasyonlarının hikâyeleri başlarda izlemesi heyecanlı olsa da, bir noktadan sonra; “Ah, evet cinayet vardı!” ya da “Ah, doğru Naziler!” diyerek dağılmanız kaçınılmaz oluyor. Amerika-Meksika folk kültürüne odaklanmaya çalıştığınızda ise Vega ailesinin annesi üzerinden kurulan dinamikten öteye gidemiyorsunuz. Bir yandan yozlaşmış yerel bir kilisenin yönetiminde kötücül annenin biricik ve güzeller güzeli kızı Rahibe Molly’e aşık olan Tiago; diğer yandan Santa Muerte’e inancını sürdüren yaşlı ve bilge bir anne… “Heh, buradan güzel bir şeyler çıkar!” diyorsunuz, yine hüsrana uğramak alışkanlık yapıyor. Hatta bir noktadan sonra Molly ve Tiago ilişkisi öylesine yavan işleniyor ki, yerli bir yapım olsaydı ‘Rahibeler de aşık olur (!)’ gibi bir isme sahip olunacak yavanlıktan söz ediyorum.

    Birçok şey anlatayım çabasıyla yola çıkılmış olduğu gözünüze sokuluyor. Örneğin; kendini bulmaya çalışan genç insanlar, homofobi, istismar edilen genç kadınlar, ırkçılık… Ne yazık ki, bütün bu sorunlar üslupta klişe havuzlarının içerisine atılıp, ortaya iyi bir eser çıkacağına inanılmışçasına yüzeyde kalmış. Bir spin-off olarak beklenti mi yükseltildi, kestirmek zor. Postprodüksiyon başarısı sayesinde izlemesi keyifli, kostümler muazzam; onun haricinde yıllarca hatırlanacak bir yapım olacağına inanmak biraz güç görünüyor.


    Yorumlar (0)

    Bu gönderi için henüz bir yorum yapılmamış.

    Yorum Bırakın

    Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.