Adrien Brody Klasiği Bir Dram: Detachment

Adrien Brody Klasiği Bir Dram: Detachment
  • 1
    0
    0
    0
  • Detachment, prömiyeri 2011 senesinde Tribeca Film Festivali’nde yapılan, ülkemizde ise 31. İstanbul Film Festivali’nde izleyicisiyle buluşan bir dram filmidir. Film, Geçmişin Gölgesinde, Kara Deniz Geçişi filmleriyle bilinen Tony Kaye ile Piyanist filmindeki performansıyla dikkat çeken Adrien Brody’yi bir araya getirmiştir. Detachment 7.7’lik IMDB puanının yanı sıra en iyi senaryo, en iyi film gibi dallarda 8 ayrı ödüle de layık görülerek dram türünün başarılı örneklerinden biri olmuştur.  “Ve hayatımda aynı anda hiç böylesine kendimden kopmuş ve bir o kadar da kendimde hissetmemiştim.” ALBERT CAMUS Film, varoluşçuluk felsefesinin öncülerinden Albert Camus’nün bu sözüyle açılışını yapıyor. Ardından Amerika’da bulunan bir liseyi görüyoruz. Saygı, ahlak gibi pek çok değerden yoksun yetiştirilmiş egoist bir neslin örnekleri tasvir ediliyor. Aileleri tarafından değer görmeyen, tek başına büyümeye çalışan gençlerin bu süreçteki uç duruşlarını görüyoruz. Klasik kayıp gençlik fikrinin güzel bir yansımasını izlemek mümkün. Yaşlarına rağmen hayattan vazgeçmişliklerinin yanında aileleri tarafından desteklenmeyen bu çocuklara, onlara yardım etmenin mümkün olmayacağını düşünen bir öğretmen kadrosu eşlik ediyor. İnsanların bencilliği ve cahilliğiyle gelen vurdumduymazlık sonucu öğrenimden yoksun umutsuz bir okul tablosu izleyiciye sunuluyor. Asıl hikâye Henry Barthes’in kısa süreli, kadrosuz öğretmen olarak okula gelişi ile başlar. Öğrencileri ile bağ kurmaya çalışan, kendinden vazgeçse de öğrencilerin bu kötü yaşamdan kurtarılmaya değer olduğunu gören bir öğretmen. Adrien Brody tarafından canlandırılan bu karakter, yürüyüşünden bakışına kadar gerçek bir melankoliyi bize yansıtıyor. Brody, geçmişinden gelen tüm hüzünleri ve kayıplarına rağmen var olmaya çalışan ve bu çabası sırasında hayata bir şeyler katmakta olan bir adamı ustalıkla canlandırıyor. Henry Barthes, hatırlamadığı babası tarafından terk edilen, küçük yaşta annesinin intiharı ile sarsılan ve dedesiyle büyümüş biri. Onu büyüten dedesi ise alzheimer hastası olarak hastanede yatmakta. Dedesinin annesine tecavüz etmesi gerçeğine rağmen dedesine karşı insani duygularını koruyan, aslında sağlam insani değerleri yansıtan bir karakter. Hisleri zamanla ve yaşadıklarıyla körelmiş ancak merhametini koruyan bu adam figürü filmin kasvetli havası, azami ışıkları ve soluk renkleriyle de bir bütünlük sağlamıştır. “Hayallerinizi başkaları veriyorsa herhangi bir şeyi nasıl hayal edebilirsiniz?  Doğru olmadığını bildiğiniz halde, yalanlara kasten inanmak. Okulda verdiği ilk ders sırasında karşısında olan kitlenin zorluğunun farkına varan Henry, diğer öğretmenlerden farklı bir yol kullanır. Sınıfta ona kabadayılık taslayarak çantasını duvara fırlatan öğrencisine "O çanta, onun hisleri yok, içi bomboş. Benim de hislerim yok, beni incitemezsin tamam mı?" demiş, diğer öğretmenlerden ayrı olduğunu sınıf kadar izleyicisine de yansıtmıştır. Kabuğuna çekilmiş bu öğretmen olan Barthes’ı öğrencisi Meredith yaptığı kolaj çalışmasıyla anlatmıştır. Belki de filmin en özetleyici görseli bu metafor ile karşımıza çıkıyor. Barthes’ın tanınmazlık ve kopukluğunu da işleyerek kendisiyle yüzleşmekten korkan uzak ve melankolik havasını içinde barındırıyor. Filmdeki önemli bir diğer karakter de Betty Kaye tarafından karakterize edilmiş. Toplumsal baskılar altında ezilmiş, ailesi tarafından sevilmeyen Meredith, resim ve fotoğrafa olan yetenekleriyle tüm bunlara direnmeye çalışan bir genç kızdır. Okul arkadaşları tarafından dışlanmış, güzel bulunmayan Meredith, öz güvenini yitirmiş ve içine kapanık birisidir.  “Seni ve yaratıcı hobilerini desteklemeyeceğim. Tamam mı? Hiçbir halta yaramayan sanat projelerinden bıktım artık!”  Babasının Meredith’e söylediği bu sözler günümüzde pek çok ebeveynin temelde yatan fikirlerini yansıtıyor. Daha sert bir dil kullanılarak aktarılan bu sözler filmin gerçeklikle olan bağını güçlendiriyor Meredith karakteri yetenekleri köreltilmeye çalışılan ve büyüdükçe hayallerinden uzaklaştırılan klasik gençlerin bir örneği aslında. Ruhsal değerlerin önemsenmeyek bireylerin fiziksel güzellik kalıplarına sokulması ve temelde bu bilincin aileler tarafından da dayatılması oldukça net bir şekilde anlatılmış.  Barthes’ın okula gelmesi Meredith için umut kaynağı olmuştur.  Ancak her şeye rağmen Barthes kendi içinde sorunlar yaşayan, geçmişiyle boğuşan ve kendine yardım etmekten aciz bir adamdır. Bu noktada Meredith’e, ondan beklediği desteği tam olarak sağlayamaz. Son umut olarak gördüğü öğretmenini kaybetmek ise genç kızın kendisini tamamen bırakmasına ve hayatın anlamsızlığı ile yüzleşmesine neden olur. Belki de bu filmin en sağ salim kurtulanı Erica olmuştur. Çok genç yaşta olmasına rağmen hayat kadınlığı yapan Erica, Bart ile tanışmış ve hayatı değişmiştir. Hayata karşı sinirli ve tek başına ayakta kalmaya çalışan Erica, Henry‘nin adeta merhameti ile iyileşmiş bir karakter. Aşk, sevgi, minnet gibi duyguların ayrımına henüz erişememiş bu genç kızın duygusal olgunluğa geçişini adım adım izliyoruz. İnsanlar arası ilişkileri çıkar, menfaat ilişkileri olarak gören Erica’nın bu duygusal değişimi, filminde insanlara dair umutların hala var olabileceğini işaret ediyor. Sevgi, sadakat ve iyi niyetin insanları iyileştirme gücü, şevkat ile bir araya gelerek güzel bir bütün oluşturmuş. “Hissiz olmak kolaydır. Bir şeyi önemsemek ise cesaret ve ahlak ister.”  Principal Carol Dearden, Mr. Charles Seaboldt gibi daha birçok karakterin karamsar, kopuk ve melankolik halleri filmde yerini almıştır. Ancak bu karakterler kısa süreli bireysel doyumlarla yetinmeyi tercih etmiş, iyi bir öğretmen olmaktan ziyade sadece öğretmen olmayı tercih etmiş karakterlerdir. Topluma yeni bireyler kazandırma çabasından uzak olan bu eğitimci topluluk, kendi problemleri veya dertsizlikleriyle ilgilenmekte, klasik dersleri vermekten öte gidemeyerek günümüzde oluşan öğretmen profilini acı bir şekilde sergilemektedirler. Burada Sarah’yı ayrı tutmak gerektiğine inanan varsa eğer, insanları yargılamaya ve cezasını kesmeye bu kadar gönüllü, gözün gördüğünü algılamaktan öteye gidemeyen bir öğretmen profilinde olduğunu hatırlatmak isterim. İnsanları bu şekilde etiketlemeye ve ceza kesmeye yönelen Sarah, umursamaz görünen Seaboldt ve Dearden’dan bile daha acımazsız ve öğretmen kumaşından uzak birini oluşturmuştur. Herkesin bir derdi var ama herkes kendi yalnızlığında bunlarla boğuşmakta. Herkes kendine göre bir boşluk ve ayna, birilerine bağlanmaktansa sorunu kendimiz çözebilir miyiz acaba ? Sonuç olarak, film umutsuz ve çaresiz hissettiren bir film. Her şeyin yoluna gireceğini beklemek, film için fazla hayali kaçar. Detachment bize klasik bir öğrenci-öğretmen hikayesi vermekte öteye gidiyor. İnsanların bir ortamda var olmasından ziyade, kişiliği oluşturan tüm değişkenlerle birlikte bir bireyi veriyor. Popüler kültür altında ezilmeyen bu film kesinlikle izlenmeli. Gençlerin sadece okulda bir şeyler yapmadığını, bir fikrin, bir duygunun oluşmasının insanın yaşı kadar yaşadıklarıyla da geldiğini görmek için.

    Yorumlar (0)

    Bu gönderi için henüz bir yorum yapılmamış.

    Yorum Bırakın

    Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.