Ahmed Arif'ten 33 Kurşun

Ahmed Arif'ten 33 Kurşun
  • 0
    0
    0
    0
  • Ahmed Arif’in 1968 yılında yayımlanan halk edebiyatı, türkü, ağıt ve masallardan beslenen toplumcu-devrimci şiirlerinden oluşan meşhur ve eşsiz şiir kitabı “Hasretinden Prangalar Eskittim” de bulunan birçok şiirin çok değerli hikayeleri var. Bunların bir kısmı Ahmed Arif’in hayatından izler taşırken diğer bir kısmı da başta Doğu olmak üzere Anadolu’dan izler taşıyor. Ahmed Arif’in Diyarbakırlı bir Kürt olduğunu düşünürsek bunun gayet doğal olduğunu fark ederiz. “Anadolu”, “Diyarbekir Kalesinden Notlar ve Adiloş Bebenin Ninnisi” gibi meşhur şiirlerinin yanı sıra “Otuz Üç Kurşun” şiirinde toplumu derinden etkileyen çok acıklı bir hikâyeyi anlatıyor Ahmed Arif. Kendi topraklarında geçiyor bu hikâye Ahmed Arif’in ve bunu bir ağıt olarak yazdığını ifade ediyor bir röportajında. Hatta bu şiir yüzünden polis tarafından darp edilmişliği bile var Ahmed Arif’in. Peki nedir bu şiiri bu kadar değerli kılan? Şiirin değeri her zaman olduğu gibi hikayesinde yatıyor fakat bu bildiklerimizin aksine çok daha toplumsal bir duyguyu ifade ediyor. İkinci Dünya Savaşı döneminde özellikle İran sınırında kaçakçılık olayları hayli artmıştı. Bölgedeki aşiretler ile güvenlik kuvvetleri arasında çatışmalara yol açan birçok olay yaşanmaktaydı. İranlı çapulculara misilleme yapmak için sorumluluğu olmayan çeteler bir kaymakam, yüzbaşı ve binbaşı tarafından kurulmuştu. Bu üç resmi memur söz ve fiil birliği halinde çeteyi idare etmekte ve İran hudutları içerisine sokarak hayvan talan ettirmekteydiler. Bu talan hareketlerinden birinde askerler İran sınırından geçip Mehmedi Mısto isimli aşiret reisinin hayvanlarını gasp ettikten sonra, Mısto, önce güzellikle hayvanlarını ister. Bunun üzerine “Gelir karını da alırız” yanıtını alan Mısto harekete geçerek sınırdan gizlice girerek hayvanlarını geri alır. Önce “Rus askeri sınırdan geçti” diyerek olay etrafa yayılır. Sonra operasyon başlar ve Mısto dahil 40 köylü gözaltına alınır. Van’ın Özalp ilçesinde hâkim önüne çıkan sanıklar suçlu bulunmaz ve serbest bırakılır. Fakat olay bununla ibaret kalmayacaktır. Daha sonra olaya da ismini verecek olan 3. Ordu Müfettişi Mustafa Muğlalı (Olay bazı kaynaklarda “Muğlalı Olayı” olarak geçmektedir) 24 Temmuz’da Van’a ulaşır. Muğlalı’nın generaller ile yaptığı toplantıda kaçakların yakalanıp öldürülmeleri kararı alınır. Ertesi gün 33 kişi yakalanır Özalp polis karakoluna konur. İç İşleri Bakanlığı müfettişi Avni Doğan her ne kadar olaya engel olmaya çalışsa da aldığı tepkiler sonucu olayın sandığından daha büyük olduğunu fark edip kenara çekildi. Bunun üzerine 2 gün sonra Muğlalı Özalp’ten ayrılır ve gerisinde bir yazılı emir bırakır. Emir şöyledir: “Van Mıntıka Komutanlığı'na: 1. Özalp mıntıkasındaki teftişlerimde Özalp hudut mıntıkasını çok iyi tanıyan ve sık sık memleketimiz içlerinde çapulculuk yapan aşiretler hakkında çok iyi bilgi sahibi oldukları anlaşılan ilişik listede isimleri yazılı kişilerin çeşitli gruplar halinde, subay ve erlerin beraberliğinde hudut mıntıkasına götürülerek kendilerinden esaslı bilgi alınmasını ve İran hududunun gizli ve çapulcuların görünmeden gelmesine elverişli yol ve patikaların öğrenilmesini çok faydalı buluyorum. Bu adamların her ne kadar görevi yerine getireceklerine söz vermelerine rağmen sözlerinden dönmeleri ve fırsat bulurlarsa kaçmaları her an olanaklı bulunduğundan müfrezelerin çok uyanık bulunmaları gereğinin müfreze komutanlığına bildirilmesini, şayet bu hale cüret edenler ve erlerin silahlarını almak amacıyla üzerlerine saldıranlar bulunduğu taktirde derhal silah kullanılmasının hiçbir zaman unutulmamasını önemle rica ederim.” Bu kesin ölüm emri üzerine 28 Temmuz günü 33 köylü karakoldan çıkarılıp Çilli Gediği olarak adlandırılan bölgeye getirildiklerinde emir uygulanır ve kurşuna dizilirler. Daha sonra da kaçarken vuruldukları yolunda tutanak düzenlenir. İlerleyen dönemde Demokrat Parti’nin etkili bir muhalefet partisi haline gelmesi üzerine bu olay yeniden gündeme gelir. 33 kişi arasından 32 kişi orada can vermiş yalnızca bir kişi kaçarak kurtulabilmiştir. TBMM’ye verilen bir önerge üzerine olayın araştırılması teklifi kabul edilmiş ve o kaçan kişinin de raporlarıyla olayın gizli tutulduğu, tutanağın yalan olduğu öğrenilmiş ve Mustafa Muğlalı’ya önce ölüm cezası daha sonra 20 yıl ağırlaştırılmış hapis cezası verilmiştir. 1951 yılında ise cezası infaz edilirken kalp krizi geçiren Muğlalı cezaevinde öldü. “Tek suçları gariban olmaktı, keşke kalsalardı gözaltında, en azından ölmezlerdi” diyor Ahmed Arif. Yalnızca gözdağı olsun diye infaz edilen bu insanlar Anadolu’da hala dillerde yaşıyorlar. İnsan canının kıymeti, hepimize ders olması amacıyla…

    Yorumlar (0)

    Bu gönderi için henüz bir yorum yapılmamış.

    Yorum Bırakın

    Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.