Başka Biri Olmak Nasıl Bir Şey, Asla Bilemeyeceksin

Başka Biri Olmak Nasıl Bir Şey, Asla Bilemeyeceksin
  • 1
    0
    0
    0
  • 20. yüzyılda yaşamış en büyük filozoflardan Ludwig Wittgenstein, mantık ve dil felsefesi alanında yaptığı çalışmalarla modern felsefeye çok değerli katkılarda bulunmuş Avusturyalı bir filozoftur. Wittgenstein 1921 yılında yayınlanan ve hayatı boyunca kendisi yayınladığı tek kitap olan Tractatus’tan sonra, tam olarak fikir değiştirdiğini gördüğümüz 1953 yılında, ölümünden sonra yayınlanan Felsefi Soruşturmalar'da yeni bir felsefi yöntem ve lisan anlayışıyla zirveye ulaşıyor. Bu eserinde Wittgenstein meşhur ve unutulmaz o analojiyi ortaya koyuyor; Beetle in a Box. Bir grup insan düşünün, hepsinin elinde kutu var ve kutunun içindeki şeye “böcek” diyorlar (Böcek dediğinizde hayal ettiğiniz gibi olabilir fakat tamamen farklı da olabilir.). Gruptaki kimse herhangi bir diğer kimsenin kutusunun içine bakma özgürlüğüne sahip değil ve herkesten kutusunun içindeki şeyi açıklaması isteniyor. Hiç kimse kendi kutusu haricinde diğer kutuların içinde ne bulunduğunu tamamen anlayamadığı için, “böcek” kelimesinin “kutunuzdaki şey” dışında hiçbir anlamı kalmıyor. Kutudaki şey her ne ise, onun dil oyununda bir yeri bulunmaz. Wittgenstein “Bir sözcüğün anlamı onun nasıl kullanıldığıdır.” düşüncesinden yola çıkarak; “Bir sözcük gerçekte nedir?” sorusunun, “Satrançta bir taş nedir?” sorusuna benzediğini savunur ve dili bir oyuna benzetir. Peki ya dil gerçekten bir oyun mudur? Ve karşıdakinin ne düşündüğünü tam olarak anlamak imkansız mıdır? Wittgenstein’ın bu analojisinde kutu zihni temsil ediyor, böcek ise zihnimizin içindekileri (ki bununla Kafka'ya bir atıfta bulunduğu tahmin ediliyor). Başka bir kişinin zihninin iç işleyişini (sevgi hissi, acı hissi, bilinçli olma deneyimi gibi) kendimizinkine oldukça benzediğini varsayıyoruz. Fakat bu yalnızca bir varsayım. İnsanlar yalnızca kendi zihinlerini görebilirler, zihinlerinde olan deneyimleri kelimeler yardımıyla diğer insanlara tarif ederler ama o insanlar bunu asla tam olarak onun gibi algılayamayacaklardır. Yani aslında insanın zihninde hissettiklerinin sözsel karşılığı yoktur, gösterimsel bir tanımı da yoktur. Bunlar bir bardak gibi; önce gösterip sonra adını söyleyip konuşmayı öğrenmeye çalışan bir bebeğe anlatabileceğiniz kelimeler değildirler. Mesela “acı” kelimesi. Bir çocuğa acı ne demek öğretemeyiz; yalnızca çocuk zaman içerisinde etrafında acı çeken insanların ifadelerini gözlemleyerek bir çıkarımda bulunur ve o zaman bunun ismine “acı” demeye başlar. Fakat bu yalnızca özel deneyimlerimizden doğan ve bizim anlayabileceğimiz bir histir. Yaşadığımız ve “acı” dediğimiz o şeyi bizden başka kimse anlamayacaktır. İşte bu noktada Wittgenstein insanlar için ortak özel bir dilin olamayacağını ve kelimelerin kullanımlarıyla anlam kazanacağını savunmaktadır. Ama aynı zamanda başka bir mesele üzerinde de durmamız gerekiyor. Acıdan dolayı bağırmak içgüdüsel bir davranıştır, yani fazlasıyla doğaldır fakat “Acı çekiyorum.” demek; dil bilgiseldir. Bunu Wittgenstein’ın şöyle bir dil oyunu örneğiyle daha da iyi kavrayabiliriz: Birini alışverişe gönderiyorum. Üzerinde “5 kırmızı elma” yazılı bir kağıdı da ona veriyorum. O, bu kağıdı görevliye veriyor ve görevli üzerinde “elmalar” yazan çekmeceyi açıyor. Sonra bir tabloda kırmızı sözcüğüne bakıyor ve ona karşılık gelen rengi buluyor. Sonra sayma sayılarından 5’e kadar sayıyor (ki bunu ezbere bildiğini varsayıyoruz) ve her bir sayı için renk örneği ile aynı renkteki bir elmayı çekmeceden alıyor. İşte bu ve benzeri yollarla sözcüklerle işlem yaparız. (Felsefi Soruşturmalar, 1) Bu örnekte “elma” sözcüğü bir nesneye karşılık gelmekte, “kırmızı” için ise aynı şeyi söylemek biraz zor; hatta “beş” içinse bu çok çok daha zor. Ama böyle bir durumda biz zaten “beş” sözcüğünün anlamını sorgulamıyoruz, yalnızca işlevine odaklanıyoruz. Yani burada “beş”i bir ad, “elma”yı ise bir nesne olarak düşünüyoruz. Peki ya, “beş”i bir nesne olarak düşünmeye çalışırsak? İşte bütün mesele burada başlıyor. O nesne nedir? Nerededir? Nasıl bir şeydir? Tıpkı “acı” örneğinde olduğu gibi. Yani aslında en kapsamlı iletişim aracı olarak görülen dil bile karşınızdaki insanı tam olarak anlamanız için yeterli olamıyor; ve galiba başka bir insan olmak nasıl bir şey, asla bilemeyeceğiz. Kaynak: 1, 2, 3  

    Yorumlar (0)

    Bu gönderi için henüz bir yorum yapılmamış.

    Yorum Bırakın

    Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.