Fantastic Beasts: The Crimes of Grindelwald Karakterlerine İlk Bakış

Fantastic Beasts: The Crimes of Grindelwald Karakterlerine İlk Bakış
  • 0
    0
    0
    0
  • Beklenen gün geldi ve 16 Kasım'da vizyona giren Fantastic Beasts: The Crimes of Grindelwald (2018) ile büyü dünyası bize kapılarını bir kez daha açtı. Hatta bu defa özlediğimiz karakterlerden bazılarını gördük ve en önemlisi Hogwarts'a attık adımlarımızı. Her seferinde olduğu gibi giriş müziği ile nefesimizi tuttuk ancak ilk defa hayal kırıklığına uğradık. Kısa film tadındaki fragmanlar beklentimizi oldukça yükseltmişti, uzun zamandır bekleyişimizin de etkisiyle filmin eksikleri bizi oldukça üzdü. Fantastik Canavarlar serisi duyurulduğu andan itibaren merak içindeydik, ne kitaplar ne de filmler ile öğrenemediğimiz büyü dünyasının geçmişine bu defa doğrudan bakabilecek ve Voldemort'un öncesindeki karanlık yıllara göz atabilecektik. Senaryoyu yazan kişinin J.K.Rowling olması da bizim için ayrı bir neşe kaynağıydı. Bu filmde ise karşımıza gelen eksik hikaye ve önceden bildiklerimizle çelişen olaylar karşısında sanırım suçlamamız gereken ilk kişi de Rowling'in kendisinden başkası değil. Bu yazıda filmin genelinden değil bizi üzen ayrıntılardan, Harry Potter evreni ile zıt düşen olaylardan ve karakterlerden bahsedeceğiz. Not: Yazının buradan sonraki bölüm filmi izlemeyenler için sürpriz bilgiler içerebilir. Harry Potter serisinde karanlıkta kalan, öğrenemediğimiz birtakım noktalar vardı, Albus Dumledore'un geçmişi gibi mesela... Ölüm Yadigarları kitabında Harry bunu sorgularken biz de bir şeyler öğrenmiş olsak da bu bilgiler yetmemişti, sonrasından Rowling'in bazı röportajlarda yaptığı eklentilere rağmen... Bizim için o hep biraz gizemli, biraz kaçık ,biraz da bilge bir adam olmuştu. Büyük düşünen, büyük planlar yapan ve bu planlar için diğer insanları öne sürmekten çekinmeyen biri. Harry Potter serisinde nasıl Harry'den ölmesi gerektiğini gizleyerek hortkuluk avına çıkmasını sağladıysa Fantastik Canavarlar serisinde de Newt'i, Credence'ın peşinden göndererek arkadaki adam olmaya devam ediyor. Bakanlık hala korkuyor ondan, şüpheleniyor. Bu filmde Jude Law tarafından başarıyla canlandırılan genç Dumbledore'un hatalarına bakalım biraz. Rowling bir röportajında Dumbledore'un cinsel yönelimini açıklamış hatta 1899 senesinin yazını birlikte geçirdikleri Gellert Grindelwald'a karşı hisleri olduğundan bahsetmişti. Kız kardeşi Ariana'nın ölümünün ardından bu hislere ne oldu bir fikrimiz yok ancak fragmanda da gördüğümüz Kelid aynası sahnesi ve "Grindelwald'a karşı savaşamam." cümlesi bizi bu hislerin devam ettiği konusunda şüpheye düşürmüştü. Filmde ise öğrendik ki savaşamama olayının asıl sebebi sahip oldukları kan lanetiymiş. Buraya bir fikir eklemek istiyorum, benim görüşümce bu olayı biraz daha basitleştiriyor. Peki o zaman Kelid aynasında neden Grindelwald vardı? Üstelik bir başka açıklamada Rowling, Dumbledore'un aynada, Ariana'nın da dahil olduğu mutlu bir aile tablosunu gördüğünü söylediği halde. Bir başka hata ise neden Biçim Değiştirme hocası olduğunu bildiğimiz Dumbledore Karanlık Sanatlara Karşı Savunma öğretiyordu? Sıra filmin isminde adı geçen, esas karakter olması gereken Grindelwald'da. Karakteri canlandıran Johnny Depp her zamanki gibi oldukça başarılı, karizmatik ve etkileyici bir portre çiziyor. Grindelwald'ın zaten çekici ve başkalarını kolayca etkileyen biri olduğunu biliyorduk. Öte yandan bir karanlık büyücü olarak Grindelwald, ölümsüz olup dünyaya hükmetmek isteyen Voldemort'a kıyasla, belli bir amaca yönelik çabalayan biri. Amacı öldürmek ya da yok etmek değil, amacı büyücülerin gizliliğini bırakarak egemen konuma geçmesini sağlamak. Mürver asayı çalarken Gregorovitch'i öldürmediğini biliyorduk, peki hiçbir sebep yokken masum bir bebeği öldürmesi nedendi? Ayrıca filmin adı Grindelwald'ın Suçları iken filmde bu tema oldukça göz ardı ediliyor. İlk sahnede evlerine sahip olmak için öldürdüğü birkaç muggle ve herkesi mezarlıktaki konuşmaya davet etmesi haricinde bir kötülüğüne rastlamış değiliz. Filmde oldukça fazla karakter ve dolayısıyla aynı anda gelişen pek çok olay vardı. Bu denli kalabalık, filmin hikayesine sığdırılamamış ve akıcı yansıtılamamış ne yazık ki... Bazı sahneler araya sıkıştırılmış gibi duruyordu, her şeyin böylesine aceleye gelmesi karakter psikolojilerini yansıtma konusunda da başarısızlığa sürüklemiş hikayeyi. İlk filmden tanıdığımız dörtlüye bakacak olursak... Eddie Redmayne'nin bir kez daha başarıyla canlandırdığı Newt her zamanki gibiydi, utangaç, nazik ve kararlı. Hafızasının silinmediğini öğrendiğimiz Jacob da aynı şekilde, onu yeniden görmek bizi mutlu etti. Credence'ın peşindeki bir seherbaz olan Tina ise üzücü derecede az sahneye sahipti. Queenie'den bahsedecek olursak, Queenie sen ne yaptın? İlk filmde karşımıza naif, sevimli, alımlı ve biraz da saf bir şekilde çıkmıştı bu Amerikan büyücü. Jacob'la bir türlü bir araya gelememeleri yüzünden canı sıkkın, hatta onu büyüleyecek kadar da ileri gitmiş ancak mutsuz bir anında karşısına çıkan bir kara büyücüye katılacak kadar mı delirdi bu kadın? Bize uzun bir süreç içerisinde yavaş yavaş herkesten uzaklaşmasını, yalnız kalmasını izletseler belki hak verirdik ama acele içerisinde iki güzel lafa tav olmasını kabul edemiyoruz. Grindelwald'ın ne kadar kötü biri olduğuna tanıklık etmiş biri, ablası bir seherbaz. Peki nasıl onun aslında kötü olmadığına ve sözde masum amaçlarına bu kadar çabuk inanabildi? İlk filmin sonundaki arbedede hayatta kalan Credence ise senaryonun yapı taşını oluşturuyor. Bakanlık, Dumbledore, Grindelwald kısaca herkes onun peşinde ve Grindelwald'ın film boyunca kurduğu tüm planlar onu kendisine getirebilmek içindi. Sevgiden mahrum büyüyen bu çocuk ailesini arıyor. Lestrange mezarlığında herkesin içini döktüğü sahnede ise ailesinin kim olduğunu kimsenin bilmediğini fark ediyor ve kendisini çağıran Grindelwald'ın tarafına gitmeyi seçiyor. Son sahnede ise Credence Barebone için bir Dumbledore olduğu söyleniyor ancak bunun doğru mu yoksa Grindelwald'ın onu Albus Dumbledore'a yönlendirmek için düzenlediği bir oyun mu olduğunu bilemiyoruz. Şu ana dek hiçbir yerde Aurelius Dumbledore isimli birini duymadık. Bu kişi Albus'un kardeşi olabilir, ki yaştan dolayı çok da olası değil, ya da Dumbledore'un teyzesi olduğunu bildiğimiz Honoria'nın oğlu olabilir. Bu konuda teori üretmekten ve Rowling'in sonraki filmde açıklayacaklarını beklemekten başka çaremiz yok. Bizi fragmanlardan en çok heyecanlandıran ayrıntı ise Nagini olmuştu. Kan laneti yüzünden sirke kapatılmış, ardından Credence'la kaçan bu kız hakkında öncesinden fazlasını bilmiyoruz, yolları Credence ile nasıl kesişti onu bile öğrenmedik. İleride yolları nasıl Voldemort'la kesişecek merak konusu, umarım doyurucu bir hikayesi olur ve sadece nostalji için yerleştirilmiş unsurlar gibi olmaz. Mesela teknik olarak bu hikayede henüz doğmayan Minerva McGonagall gibi... Soyadı ve Newt'in kalbini kırması ile ister istemez ön yargılı yaklaştığımız Leta Lestrange ise bizi şaşırtarak okul yıllarında dışlanan ve yıllarca kardeşi için vicdan azabı çeken bir kadın olarak çıktı karşımıza. Böcürt sahnesinde gördüğümüz şey mezarlık sahnesinde açıklığa kavuşsa da karaktere derinlik katmak amaçlı yapılan bu sahneler biraz aceleye getirilmiş gibiydi. Kendini feda etmesi ile üzülmedik diyemeyiz ama olaylar çok hızlı yaşandı ve henüz karakteri özümseyemedik bile... Nişanlısı Theseus ise bana oldukça Percy Weasley'i anımsattı. Kardeşini seviyor ama aynı zamanda aralarında garip bir ilişki var, Leta'nın sebep olduğu aşk üçgenimsi şey de bu garip ilişkiyi daha da garipleştiriyor. Yusuf Kama ise filmle alakasını tam olarak kavrayamadığımız bir karakter. Mezarlık sahnesinden öğrendiğimiz üzere intikam için Credence'ı arıyor. Herkesin aradığı Credence'ın peşindeki bir başka büyücü olsaydı ve film boyunca kovalamaca adına bir şeyler görmüş olsaydık ilginç olabilirdi ama bu zayıf senaryoda ne olduğu belirsiz bir karakterden öteye gidememiş. Bize bir kehanetten bahsediyor ancak kehanet ne işimize yaradı, tam olarak ne diyor o da belirsiz. Paris sokaklarında birbirinden bağımsız arayışlar, bolca büyü ve fazla heyecan vadetmeyen ancak filmin geneline göre daha iyi diyebileceğimiz bir final. Son sahnede alakasızca başlayan ve Paris sokaklarına salınacak bir Zebani ateşiyle sona eren film ne yazık ki beklentimizi karşılayamadı. Flamel'den bahsetmeyi unuttuk, ama o neden oradaydı biz de pek bilmiyoruz. Bu yazıda bolca gömdük ama büyü dünyasına, Hogwarts'a kavuştuğumuz bu filmde ilginç büyüler ile eğlenmedik değil. Sonuçta bu evrene dönmek her zaman güzel. Sonraki filmler içinse hala umutluyuz. Sihirle kalın! Gellert Grindelwald hakkındaki yazımıza buradan ulaşabilirsiniz. Albus Dumbledore hakkındakı yazımıza buradan ulaşabilirsiniz.

    Yorumlar (0)

    Bu gönderi için henüz bir yorum yapılmamış.

    Yorum Bırakın

    Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.