Sinemanın son on yılında pek çok türde olduğu gibi animasyon türünün de pek çok başarılı örneği üretildi. Artık sadece insanlığa dair temel öğütleri çocuklara basit bir şekilde aktarılan çizgi filmler olarak tanımlanmayan animasyon, kimi zaman farklı türlerle de etkileşime girerek kendine özgü bir yol oluşturdu.
Bunda
Pixar ve
Laika gibi farklı alanlarda uzmanlaşan yapım şirketlerinin ve dünya çapında daha geniş alanlarda kendini gösterme imkanı bulmaya başlayan Avrupa ve Uzak Doğu animasyonlarının da etkisi yadsınamaz.
İki parçadan oluşacak olan bu listede animasyon türünün, 2010’larda ortaya konulan en parlak ve özgün örneklerini listelemeye çalışacağım.
1. Inside Out (2015)
Pixar çatısı altında yönettiği ve her biri bir zamanla animasyon başyapıtına dönüşen
Monsters,
Inc. (2001) ve
Up (2009) filmleriyle tanınan
Pete Docker, geçen altı yılın ardından türün sevenlerini hayal kırıklığına uğratmamıştı. Yüzeydeki komedinin ve eğlencenin altına ustaca etkileyici dramlar gizleyebilme becerisiyle tanınan sinemacı, bizi bu kez yaşadığı şehirden ve arkadaşlarından ayrıldığı için mutsuz olan genç
Riley’nin hikâyesine ortak etmişti.
Karakterin zihnine girerek beynimizi ve davranışlarımızı yöneten eğlence, öfke, korku, tiksinti ve mutsuzluk gibi duyguları somutlaştırarak dört başı mamur bir büyüme ve olgunlaşma hikayesi anlatıyordu. Belli başlı psikolojik kuramlardan da beslenmeyi ihmal etmeyen
Inside Out, eğlence ve hüzün arasında ustaca manevralar yapan öyküsüyle her yaştan seyirciyi doyurmayı başarmıştı.
2. Toy Story 3 (2010)
Yakaladığı büyük ticari ve eleştirel başarıyla, bilgisayar ortamında yaratılan animasyonların ciddiye alınmasını sağlayan ünlü
Toy Story serisinin üçüncü bölümü, ana karakterimiz
Andy’nin üniversiteye gitmesiyle oyuncakların yaşadığı dramatik, eğlenceli ve doludizgin bir macera sunmuştu.
Daha önce Pixar’ın pek çok başarılı yapımında yardımcı yönetmen olarak çalışan
Lee Unkrich, tükenmiş ve yorulmuş görünen seriyi şimdinin ve geçmişin çocuklarına aynı anda hitap ediyordu. Tüm zamanların en başarılı devam filmlerinden biri olarak da görülen yapım, şirketin seri filmler konusundaki basiretsizliğini de yenmişti.
3. La Tortue Rouge (2016)
Çektiği kısa animasyonlarla tanınan Fransız sinemacı
Michael Dudok de Wit’in ilk uzun metrajlı filmi olan
La Tortue Rouge, ıssız bir adada yaşayan bir adam ve onu arada sırada ziyaret eden tuhaf bir devasa kırmızı kaplumbağa üzerinden insan-doğa çatışmasını usulca anlatırken, bir yandan da yaşam döngüsünü ele alıyordu.
Büyük bölümü diyalogsuz olan el çizimi filmde, konuşulan dil de belki de evrenselliği desteklemek amacıyla üretilen gerçekte olmayan bir dildi. La Tortue Rouge listedeki çoğu filmden farklı olarak çocuklardan ziyade yetişkinlere yönelik, olgun ve dingin diliyle zihin açan huzur verici bir seyirlik.
4. Loving Vincent (2017)
Tüm zamanların en başarılı ressamlarından
Vincent van Gogh’un hayat hikâyesini, onun eserlerinde kullandığına benzer tekniklerle yüz ressam tarafından çizilen 65 bin resimin bir araya getirilmesiyle anlatılması bile
Loving Vincent’ın bu listede yer alması için yeterli bir sebep.
Bu olağanüstü çabayla üretilen filmde, yaşarken hakkı teslim edilmemiş olan Vincent’ın zorluklara geçen son günlerine ve ölümünün yarattığı sır perdesini aralamaya çalışan karakterlerin uğraşlarına tanık oluyorduk. Bu yönüyle polisiye türüne de dahil edilebilecek olan Loving Vincent, tüm sanatseverlerin en azından bir kez tanık olması gereken mükemmel bir görsel deneyim.
5. Spider-Man: Into the Spider-Verse (2018)
Tüm zamanların en ünlü süper kahramanlarından biri olan
Spider-Man’i oldukça özgün bir bakışla yeniden ele alan filmde, alıştığımızın aksine
Peter Parker yerine
Miles Morales merkeze alınıyor. Zamanın ruhuna da uygun olarak siyahi bir Spider-Man’in peşine takılırken kötü adamlar yüzünden açılan paralel evrenler yüzünden pek çok farklı formdaki Örümcek Adam da öykü de yer alıyordu.
Spider-Man: Into the Spider-Verse, aynı kıvamdaki muzip
The Lego Movie’le (2014) tanınan
Phil Lord’unda imzasının olduğu senaryoda, süper kahramanın çizgi romanlarından, filmlerine kadar pek çok mecradaki yansımalarına yapılan eğlenceli göndermeler de yapımın eğlence katsayısını artırıyordu. Kullanılan kadrajlar, rengarenk görsel yapı ve dinamik tempo da bu yapıya uyum sağlıyordu.
6. Isle of Dogs (2018)
The Royal Tenenbaums (2001),
The Life Aquatic with Steve Zissou (2004) ve
Moonrise Kingdom (2012) gibi kült filmleriyle tanınan usta sinemacı
Wes Anderson, ikinci uzun metrajlı animasyonu
Isle of Dogs’da bir lider tarafından bir adaya sürülen köpeklerin macerasını stop motion formunda ele alıyordu.
Bir animasyon söz konusu olduğunda pek bahsedilmeyen yönetmenlik, sanat ve görüntü yönetimi gibi unsurlar da bu ‘auteur’ yapımın kıymetinin artmasında etkiliydiler. Anderson’un belki de hiç olmadığı kadar politik bir alt metin kullandığı filmde Uzak Doğu’nun egzotik taraflarından beslenirken ufak dokunuşlarla ona sayısını sunmayı da ihmal etmiyordu. Hemen hemen tüm Anderson işlerindeki gibi yıldızlardan oluşan müthiş bir seslendirme kadrosu da yerli yerindeydi.
Yorum Bırakın