Modern Bir Poe Anlatısı ve Yüksek Bütçeli Sanat Tarihi Dersi: RIPLEY

Modern Bir Poe Anlatısı ve Yüksek Bütçeli Sanat Tarihi Dersi: RIPLEY
  • 1
    0
    0
    0
  • Evet, palazlanmış bir bayram tatili planım yoktu. Tatili ailemle geçirecek güncellemesi henüz yüklenmemiş sahil kasabasının boş sahillerinin ve meydanlarının keyfini çıkaracaktım. Bu boşluk içinde başladım Ripley’i izlemeye. 

    Daha önce defalarca sinemaya uyarlanan roman bu kez dizi olarak çıkıyor karşımıza. Alain Delon, Matt Damon ya da benim The Young Pope’ta hayranlığımın zirvesine ulaştığım, 50’lik çıtır Jude Law yoktu dizide ama bugünlerde Google’a hot priest yazdığımızda porno sitelerinden önce fotoğrafı çıkan Andrew Scott, izlemek için yeter sebepti.

    Dizinin bütünü 8 saatten fazla sürüyor, Andrew Scott’a doyulmaz ama bi nefsiniz körleniyor bu kadar zamanda. Önden belirtmem gerekir ki dizinin üreticilerinin de altını çizdiği gibi, diziyi sadece bir dizi izler gibi değil, adeta bir roman okuyor yaklaşımında bulunmanız gerekiyor. Zaten göreceksiniz ki dizinin her detayı uzun bir betimlemenin parçası. Yazarların, uzun bir betimleme cümlesini virgüllerle birbirine bağlaması gibi her kadraj yeri geliyor ortamı, yeri geliyor duygu durumunu, yeri geliyor hikayeyi tasvir etmek için ince ince hikayeyi örüyor. 

    Tam bu noktada benim kişisel olarak zevkle okuduğum, dünyasına dahil olmaktan keyif aldığım Edgar Allan Poe’yu yazarın ve dizinin üreticilerinin de keyifle okuduğuna eminim ama ispatlayamam. Zaten öyle bir kaygım da yok. Ve fakat bu listeye dizi boyunca Poe’nun kuzgunlarını anımsatan kuş, karga ya da her neyse (ornitofobi’ye sahibim) kullanımlarıyla klişe bir giriş yapmak iyi olur sanki. 



    Ayrıca, Morgue Sokağı Cinayetleri’nin fantastik ve gotik polisiye dünyasına olan yakınlığı Ripley’le beni oldukça yakınlaştırdı. Çörten (Gargoyle) gibi gotik unsurların yanı sıra merdiven süslemelerinden yapıların estetik kaygılarını gösteren birçok kadrajda İtalyan Gotiği’nin yansımalarını görüyoruz. Poe’ya da burada biraz uzaklaşıyoruz. Çünkü bilirsiniz özgerçek gotik fransız’dır. Neyse bence daha birçok Poe göndermesi var da devamı çok sıkıcı olacak. Ama barok unsurlarla desteklenen ve bunu en açık şekilde Caravaggio’yu hikayeye dahil eden dizide, sanatın tarihsel akışının tüm unsurlarını bir şekilde buluyorsunuz. Hatta yüzyıl ortasına dair birçok nesne de buna dahil. Evet küllük detayı. 

    Film Noir unsurlarla beni germeyi çok rahat başaran dizide, Kafkaesk karanlığı da bulmanız elbette çok şaşırtıcı değil. Ancak dizinin sonunda, karakterin nihai olarak son adına kavuştuğu ve Picasso tablosunu teslim aldığında da gördüğümüz gibi, tüm bunlar baştan planlamıştı zaten. Bu narsist bozukluğun bence dizideki en güzel göstergesiydi de. 

     

    Bu göstergeyi büyük perdeden, kendini herkesten akıllı gören Ripley’in, Dickie Greenleaf’in sahip olduğu imkanları hiçbir zaman haklı görmeyip adeta kıskançlık histerisiyle çıktığı bu yolu, dizinin her sahnesinin bu betimlemenin bir parçası olması gibi, belki çocukluğundan bu yana içinde tuttuğu planına sadık kalarak nihai sonuca ulaştığı ve kadehine koyduğu kırmızı şarabıyla Picasso’nun keyfini çıkardığı sahnede dairenin tamamlanması gibi görüyoruz. Elbette Ripley'in bu planının çocukluğuna dair bi tespit olarak okunması Marksist psikoloji ya da sosyoloji teorilerinde içselleştirilmiş sınıf çatışmasının patlama noktası olarak da görülebilir. Elbette bunu tartışabiliriz. Ama dizi bize bu konuda zaten yeterince done, data, bilgi vermiyor.  

    Tam bu noktada da dizinin yönetmen ve özellikle DOP’sini de narsistlikle suçlamak istiyorum ama Şule Öncü’nün "Hepimiz Narsistiz" kitabından yaptığım çıkarsamayla geriye bir adım atıyor ve ellerine, emeklerine sağlık diyorum. Ripley’in Caravaggio kitabına şarap dökülmesine karşı verdiği tepkideki gibi “neyse sadece bir dizi” diyebiliyorum.(Dizide dizi kelimesi yerine kitabı kullanıyor.)



    Film noir unsurları neo noir bir anlatı ve görsel dünya ile ortaya koyması zaten şahane. Caravaggio hayranlığı yerine Picasso’nun ikame edilmesi, ölen kralın yerine yeni kralın yaşamının kutlanması talebi gibi bir etki uyandırdı bende.  Yerine ikame olan ne Dickie ne de Ripley’in kendisi oluyor elbette. Caravaggio’nun David ve Goliath tablosunda, her iki figür için de kendisini model olarak kullanması gibi, Ripley kendisini ve kendisini yerine koyduğu Dickie’nin kellesini alıyor günün sonunda. Tabii bunu yasanın, kanunun arkasından dolarak yapıyor. Kendisine yeni bir kimlik ve aidiyet yaratıyor. Bunu da Dickie'nin üstüne konduğu tüm varlığı ve kendi narsist becerilerini birleştirdiği ara form, yasasız, avatar hatta belki de sadece bir performans olan karakter ile. Ancak günün sonunda, dizinin sonunu görmesek de biliyoruz o karakterin kabul gördüğünü. Ki British pasaportunu sağlayan kişinin de Ripley'in karanlık dünyasının insanlarından biri olduğunu anladığımız tanışma sahnesinde resepsiyona ya da bu resepsiyonu düzenleyen sınıfa kabul aldığını görüyoruz. Çünkü zaten bu pasaportu sağlayan Sanat Simsarı ile Peggy Guggenheim'ın kızı Pegeen Guggenheim'ın Venedik'te verdiği bir resepsiyona, civar palazzo'lardan birine yeni taşınan kişi sıfatıyla davet edilmesi ve sıkıcı hayatlarında kendine eğlence arayan bu sınıfa takdim edildiğini de görüyoruz.

    Velhasılı her detayıyla, üzerinde çok düşünülmüş, çalışılmış ve başarılmış hissi veren bu diziyi izleyin, okuyun tavsiyesini şiddetle yapmak istiyorum. Senaryoda tutarlılık aramanın da manası yok. Çünkü zaten fantastik gotik bir polisiye dizisi. Tutarlılık isteyen Yıldız’la (Tilbe olan) iletişime geçsin. Son olarak You dizisine, Penn Badgley'e ve Joe Goldberg'e saygı ve sevgiler. Ben sizi tutuyorum.

     


     

     


    Yorumlar (0)

    Bu gönderi için henüz bir yorum yapılmamış.

    Yorum Bırakın

    Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.