Wannart Okuma Grubu ''Feminist Okumalar'' Teması: Kendine Ait Bir Oda

Wannart Okuma Grubu ''Feminist Okumalar'' Teması: Kendine Ait Bir Oda
  • 0
    0
    0
    0
  • Benim nazarımda sizler utanç verici cahilsiniz. Önemli sayılacak hiçbir keşifte bulunmadınız. Hiçbir imparatorluğu sarsmadınız ya da bir ordunun başında savaşa gitmediniz. Shakespeare'in oyunlarını siz yazmadınız, bir barbar kavimi asla uygarlıkla tanıştırmadınız. Mazeretiniz ne? Dünyadaki, hepsi de alışverişle, işletmelerle ve sevişmekle meşgul olan siyah, beyaz ve esmer tenli insanlar kaynayan sokakları ve meydanları ve ormanları işaret ederek başka işimiz vardı diyebilirsiniz, içiniz rahat olarak. Biz olmasaydık bu denizlerden gemiler geçmez, şu verimli topraklar çöl olurdu. Biz, istatistiklere göre şu anda yaşayan bir milyar altı yüz yirmi üç milyon insanı doğurduk, besledik, yıkadık ve eğittik, belki altı-yedi yaşına kadar ve bu da, bir kısmının yardımla olduğunu göz ardı etmeyelim, epeyce zaman alır.

    Sözlerinizde gerçek payı var, inkar etmeyeceğim. Ama aynı zamanda, 1866 yılından beri İngiltere'de kadınlar için iki yüksek okul bulunduğunu size hatırlatabilir miyim; 1880 yılından sonra evli bir kadının yasa gereği kendine ait bir mülke sahip olma hakkını kazandığını; 1919 yılında -ki aradan tam dokuz yıl geçmiştir- seçme hakkı kazandığını?

    Wannart Okuma Grubu'muzun ilk kitabını, Kendine Ait Bir Oda'yı okuduğumuz mart ayını ufaktan ardımızda bırakıyoruz. 8 Mart Dünya Kadınlar Günü'nü fırsat bilip Feminist Okumalar teması ile yaptığımız ankette -şurada- Kurtlarla Koşan Kadınlar, Kendine Ait Bir Oda, Damızlık Kızın Öyküsü, Karanlığın Sol Eli gibi kitapları seçmiştik. Okurlarımızın neredeyse yarısı Virginia Woolf okumayı tercih etti. Biz de sizinle birlikte okumaya başladık ve okuma deneyimimizi birçok okurumuzun düşüncesine de yer vererek bir nevi günce olarak yazdık, keyifli okumalar! Öncelikle, Woolf bilinç akışı tekniği ile özdeşleşen yazarların başında geliyor. Mrs. Dalloway, Dalgalar, Deniz Feneri gibi kitaplarında bunu müthiş bir seviyede hissedebiliyoruz. Teknik kısaca karakterin aklından geçen her şeyin birinci tekil şahıs bakış açısı ile yansıtılması olarak özetlenebilir. Yazar, kahramanının nesneleri, hayatı nasıl algıladığını, derin, soyut ifadelerle anlatır ve bu bir bilincin yansıması olarak buluşur okuru ile. Fakat, Kendine Ait Bir Oda bu tekniğin kullanılmadığı, daha doğrusu bilinç akışı tekniği ile anılmayan bir kitap. Yine de izlerini görebilen Metanet Çam şöyle yazmış: Woolf'un bilinç akışı tekniğini kullandığını görüyoruz. Daha önce bu teknikle okumamış olanlar için ilk seferinde biraz zorlayıcı olabilecek bir durum olmasına rağmen ben okurken zorlanmadım. Kurgu dışı yazılmış doğrudan kadınlara seslenen bir kitap ama bu demek değildir ki erkekler için uygun değil, aksine erkeklerin de okumasını şiddetle önerdiğim bir kitap oldu.  Okurumuzun söylediği gibi yapıt doğrudan kadınlara seslenmek maksadıyla yazılmış. Deneme, anlatı diyebileceğimiz türden bir eser ama altı bölüm ile düzenlenmiş olmasına rağmen dağınık bir zihnin içerisindeki bir yolculuk sanki bir yandan da. Meriç Topçu bu düşüncelerimizi şöyle desteklemiş: “Ben zaten feminist bir okuma yapmıyorum , deneme türünde bir kitap okuyorum” diyerek ele alsam bile kitap yine eksik, yine olmamışlıklarla dolu.  Sanki Woolf bu kitabı yazmak zorunda hissetmiş ama yazarken hissedememiş gibi.  Kendisine en çok katılmadığım nokta, kadının toplumdaki yerini güçlendirmek için ailedeki yerini güçsüzleştirmesi, hatta yer yer evlilik ve çocuğu gereksizleştirmesi. Bir kız çocuğunun annesi olarak, çocuk doğuran kadın referansıyla “ezilen kadın” söylemini kabul edemiyorum. Bu söylem kadının kendisinden başka her şeye hizmet eder. Annelik sağlıklı bir toplum için en önemli kaynaktır. Bu bağlamda annelik birey olmanın ya da kadın olmanın önünde bir engel olarak gösterilmemeli! Özellikle emzirme konusu bu manifestoya malzeme olması gereken en son şey.  Kadın haklarının 100 yıl öncesine göre geldiği bu noktaya kadınları yetersiz gösteren isimleri deklare ederek ya da aile ve toplumdaki yerini şikayet etmekle gelinmedi. Örneğin ülkemizde Anadolu Kadını hem haklarını hem cumhuriyeti, salt “kadın olmak” üzerinden değil, ülkesini savunan bir vatanperver olarak kazandı. Kadın kimliklerinden öte “bir şeyler” yaptılar.  Aslında zorlayıcı bir okuma deneyimi olduğunu düşünmüyoruz. Yazıldığı dönem paralelinde değerlendirildiğinde -girişteki alıntıya bkz- başarılı bir kitap olması tarafındayız daha çok. Şimdi çok kolay görünen bazı söylemleri yüzyıl önce söylemiş, yazmış olmak büyük bir ''devrim'' sayılabilir. Sanıyoruz Kendine Ait Bir Oda okurlarımızı en çok dünyanın yüz yıl önceki hali ile günümüzün kıyaslanması açısından zorlamış. Hatta bu kıyaslama yüzünden Kübra Yağmur isimli okurumuz okumasını yarıda bırakmış! Devam etmiyorum. Devam etmek istemiyorum. Neredeyse bir asır önce dile getirilmiş şeyleri hâlâ görüyor, duyuyor, yaşıyorken içimin daha fazla sıkılmasına katlanamıyorum.   Woolf, çok sert bir şekilde eleştirmiyor içinde bulunduğu, bulunduğumuz eşitsizliklerle dolu durumu. Düşüncelerini hep, ama hep bir öğreti ve yapıcı adımlar ile bitiriyor, kadınlara güç verme çabalarına girişiyor. Benzer düşünceleri Cemre Çelik, Selen, Rozerin Alp ve Büşra isimli okurlarımız şöyle aktarmış: "Bu kitabı okurken ne olduğumu anladım, gücümü, sınırlarımı hatta sınırlarım olmadığını anladım. Yapabileceklerimin farkına vardım. Kadın olmanın zorluğunu, bu zorluğun altında ki özverimi düşündüm. Sadece kendimi değil dünya üzerindeki birçok kadını düşündüm. Canım yandı bazen, bazense umut doldum ama okurken her anını yaşadım. Renklerin üzerinde çok güzel durmuş Virginia Woolf. Anlatmak istediklerini saklamış sanki bu renklerin arkasına. Yazarı da düşündüm okurken, onu anlamaya çalıştım. Sonuç olarak okuyun, okutturun bu kitabı." Cemre Çelik "Woolf ve Kendine Ait Bir Oda kalkıp yürümemi sağladı. Yürümeye on sekiz yaşında başladım. Geç kalmışlık hissine rağmen güçlü ilerliyorum. Woolf'la beraber daha güçlü... Kendimi tanıma sürecim devam ederken kadınları da tanımaya başladım. Shakespeare'in kız kardeşiyle duygusal bağ kurdum bile. Woolf, Shakespeare'in kız kardeşinden söz ederken şunları da eklemişti: "Benim inancıma göre bu bir tek sözcük yazmayan, yolların kesiştiği bir yerde yatan kadın şair hâlâ yaşıyor. Benim içinde ve sizin içinizde ve bulaşık yıkayıp çocukları yatırdıklari için bu gece burada bulunamayan birçok kadının içinde yaşıyor." Woolf'un bende bıraktığı etkiyi Shakespeare'in kız kardeşi Woolf'ta bırakmış. Birbirini candan seven kadınlar görünce, duyunca, bilince ruhumda hissettiğim gücü size anlatamam. Çok şanslıyım ki; benim hayatımda birbirini bu şekilde seven, benim bu şekilde sevdiğim ve beni bu şekilde seven kadınlar var..." Rozerin Alp "Ben yazarı tanımak adına doğru bir seçim olduğunu düşünüyorum. Feminist bir yazar ve bu da kitabına fazlasıyla yansımış." Selen "Söylediğim hiçbir şey yeterli olmayacakmış gibi. O yüzden ''aslında çok bir şey değişmemiş, aslında çok şey değişmiş' demek geliyor içimden." Büşra Elbette 130 sayfa boyunca sadece cinsiyet kavramı üzerinde durulmuyor. Proust, Shakespeare, Freud, Jane Austen, Tolstoy, Mozart, Beethoven gibi isimlerin yapıtlarını kendi bakış açısıyla değerlendirdiği bölümlere de yer verilmiş. Bu yönüyle kapı açan, ufku iki katına çıkaran türden bir kitap da sayılır Kendine Ait Bir Oda. İlayda da kitap sayesinde birçok yazar ile tanışan okurlarımızdan: Kitap sayesinde başka kitaplarla, yazarlarla tanıştım ben. O yüzden benim için bir yolculuğun başlangıcı değerini taşıyor. Jane Austen okudum önce, ardından Uğultulu Tepeler ve Sırça Fanus. Bence okuyanlar Suffragette isimli filmi de izlemeli.  Kadınların edebi açıdan doyurucu bir eser yazamamış olmasına olan göndermeleri Hande Çakır ve Pelin Su Şafak şöyle değerlendirmiş: "Kadınların, edebiyat ve sanatın diğer dallarında neden yetkin olamadıklarını altı bölümden oluşan bu deneme kitabında sorguluyor yazar. Bin yıllar süren insanlık tarihinde sadece son 150 yıldır kadınların mülkiyet edinebilme hakkına sahip olabildiklerinden yola çıkarak, günlük yaşamlarının ve toplum tarafından dayatılan görevlerinin hayatlarını ve yaratıcılıklarını ne kadar da sınırladığını hatta yok ettiğini aktarıyor bize. Mizojini hakkında bilgi sahibi olmak ve kadınların tarih boyunca sahip olduğu toplumsal statüleri ile ilişkili okumalar yapmış olmak, kitabı özümsemek konusunda oldukça yardımcı olacaktır" -Hande Çakır "Kediler cennete gitmez. Kadınlar Shakespeare oyunlarını yazamaz." ifadesine karşı kadının kimliği, edebiyatı ve toplumdaki yerini Shakespeare'in hayali bir kız kardeşi üzerinden değerlendirdiği kısım bana göre oldukça çarpıcıdır. O dönemde kadının edebi açıdan doyurucu bir eser yaratabilmesi için ekonomik özgürlüğe ve kendine ait bir odası olması gerektiğini vurgulamıştır. Fakat Woolf burada kadınların yaratma koşullarını erkek egemenliğindeki bir toplum üzerinden yorumlarken aynı zamanda kadınların birbirlerine takındığı tavrı da ele almıştır ki bence bu durum kitabı basit bir feminist manifestosu sıfatından çok daha ileriye taşımaktadır.

    Kitabın yazıldığı döneme kadar -birkaç istisna dışında- kadınların edebi olarak başarılı bir eser yazamamış olmalarının nedeni, erkeklerin yazdığı eserlerde, ironik olarak, kadınlar güzellik timsalleri ve cennetvari sıfatlarla anlatılırken gerçekte çoğunun çocuk bakması ya da ev işi yapmak zorunda olmasından dolayı kendine ait yarım saatlerinin bile olmamasıdır. Jane Austen eserlerini bir mutfak köşesinde, Bronte kardeşlerse eserlerini kendilerine ait olmayan odalarda yazmıştır. Kendine ait bir oda ve ekonomik özgürlük ifadeleri burada değer kazanıyor. - Pelin Su Şafak

    Pelin'in kaldığı yerden devam eden Eylül Eylem Kırhan ise şunları eklemiş: Kalabalık aile meclisleri, çocukları, günlük ev işleri derken 'Kadınların kendilerine ait diyebilecekleri... yarım saatleri bile yoktu.' Yani, birileri sekteye uğratmadan yarım saat boyunca bile çalışmaları mümkün değildi." diyor Virginia ve ekliyor: "Entelektüel birikim maddiyata dayanır." Bütün bunlar göz önünde bulundurulduğunda kendine ait bir oda ve yıllık 500 sterlin gelirin zorunluluğu kaçınılmazdır. Woolf'un verdiği sayfalarca yanıtta kadın yazarların -özellikle İngiltere'de kadın ve kurmaca edebiyat adına önemli adımlar atmış kadın yazarların- yolculuklarına şahit oluyor, kadının uzun yıllardır içine hapsedilmeye çalışıldığı kalıpları görüyor ve bütün bunların basit ve çok alakasız görünen çözümüyle tanışıyoruz: Ekonomik özgürlük ve kişisel alan bilinci. Üstelik Woolf bunları bütün objektifliğiyle ve 'öfkenin ve karamsarlığın kucağına düşmeden' sunuyor bize. Eserin didaktik yönü edebi tarafını gölgelemiş gibi görünse de Woolf birkaç sayfada adeta döktürmüş. Ayna üzerinden erkekliği ''yerdiği'' paragraf ve kendi bedenini hiçbir sesin sızamayacağı mucizevi bir cam dolaba benzetmesi gibi incelikler hayli başarılı, bahsetmeden geçmeyelim. Müthiş bir ayrıntı olarak I metaforunu yakalayan okurumuz Seda Mazmanoğlu düşüncemizi destekleyerek şöyle yazmış:

    Üstün yetenekli erkeklerin ya da kadınların kendileri hakkında söylenen şeyleri umursamasını büyük talihsizlik olarak görmüş. Edebiyat alanında bu yetenekli insanların, umursadıkça içlerindeki öfkenin yeteneklerini eksiksiz dışa vuramadıkları, karakterlerini değil kendilerini anlatmaya koyulmaları konusundaki derdini, Charlotte Bronte'nin Jane Eyre kitabı üzerinden, tam olarak açığa vurmuş. Charlotte Bronte'nin Jane Austen'dan daha yetenekli olmasına rağmen öfkesine yenilip hayal gücünün yolundan saptığını düşünmüş. Bu nokta ders alınması gereken bir nokta. Sadece edebiyat değil hayatta da öfkemize yenildikçe ayrıntılarda boğulup  gerçek gücümüzü ve yetimizi gösteremediğimiz olmuyor mu?

    Beni en çok etkileyen kısım Virginia Woolf'un I harfini "ben" anlamında kullanarak yaptığı metafordu. Metaforu yaptığı cümlelerdeki yazarın ürettiği şeyi gölgelemesine sebep olan ego belki daha iyi anlatılamazdı.

    "Dümdüz siyah bir çizgiydi, 'I' harfine benzeyen bir gölge. Arkasındaki manzarayı görebilmek için bir o yana bir bu yana kaçmaya başladım." 

    Ne olursa olsun, bir konu tartışmalıysa -cinsiyetle ilgili her türlü mesele öyledir- hakikati söyleyemeyiz. Sadece hangi görüşe varmışsak ona nasıl vardığımızı belirtebiliriz. Hakikati arayıp bulmak ve saklamaya değer bir yanı olup olmadığına karar vermek bize düşen bir sorumluluk. Faydasız eylemler yerine mümkün olduğu kadar çok okurumuz ile okuma yapmak, üzerimize düşen sorumluluğu yerine getirmeye çalışmamız adına en azından bir ''adım'' sayılabilir sanıyoruz. Sadece bir güne özel yapılan boş duyarların, söylenen güzel sözlerin hemen ardından görmekten bıktığımız, üzerine yazmayı midemizin artık kaldırmadığı toplumun iki yüzlü, son derece bencil, nezaket ve empatiden yoksun, adaletsiz tarafını, yalnızca daha çok okuyarak, yazarak, anlatarak, birlikte bir şeyler planlayarak, yani, aslında kendimize yönelip kendimizi aşarak yok edebileceğiz, iyileştirebileceğiz. ''Ütopya-Distopya'' temalı ortak okumamızın anketine katılmayı ihmal etme ve bir sonraki kitabımıza kadar edebiyatla, güzelliklerle kal sevgili okur!  

    Yorumlar (0)

    Bu gönderi için henüz bir yorum yapılmamış.

    Yorum Bırakın

    Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.