Günün birinde gözlerim yeniden görmeye başlarsa, başkalarının gözlerine çok ciddi bakacağım, gözlerinde o kişilerin ruhlarını görüyormuşum gibi, dedi. Ruhlarını mı, diye sordu, gözü siyah bantlı yaşlı adam; ya da bilinçlerini, kullanılan sözcüğün o kadar önemi yok, dedi koyu renk gözlüklü genç kız bunun üzerine. Kendisinden beklenmeyen bir söz etti sonra: Hepimizin içinde adını koyamadığımız bir şey var, bizi biz yapan, işte o
Wannart Okuma Grubu’muzun üçüncü kitapları Körlük ve Görmek'yi okuduğumuz mayıs ayını ufaktan ardımızda bırakıyoruz. Spesifik bir duyumuz ekseninde gelişen, şekillenen kitapları seçerek Duyular teması ile yayınladığımız ankette Saramago kitapları haricinde Avunamayanlar, Parfümün Dansı, Acı Çikolata gibi kitaplar da vardı. Okurlarımızın büyük çoğunluğu tercihini göz duyusunu okumak adına yaptı. Biz de sizinle birlikte okumaya başladık ve okuma deneyimimizi okurlarımızın düşüncesine de yer vererek bir nevi günce olarak yazdık, keyifli okumalar! Gören körler olduğumuzun eleştirisi temelini alan Körlük, ismini bilmediğimiz bir şehirde bir adamın ansızın kör olması ile başlayan bir trajedi aslında. Trajedi dallanıp budaklandıkça müthiş bir eleştiri halini alıyor ve bir distopyanın içerisinde buluyoruz kendimizi. Okurlarımızdan Seda Mazmanoğlu kitapları tanıtarak güzel bir mail göndermiş bize.Bir kişinin aniden kör olmasıyla ve bu körlüğün bir salgın şeklinde ülkeye yayılmasıyla başlayan bu romanda, insanın hayatta kalmak uğruna ne kadar mücadele edebileceğini hatta bu sebeple ne kadar vicdansızlaşabileceğini Jose Saramago'nun mükemmel anlatımı sayesinde okumakla kalmayıp yaşadım. Körlüğün ülkede yayılmaya yeni başladığı sırada hükümet körlüğün yayılmasını engellemek amacıyla körleri bir ruh ve sinir hastalıkları hastanesine adeta hapsediyor. Her gün hastane hoparlöründen yapılan duyuruda yemek verileceği fakat herhangi bir yaralanma veya hastalık durumunda yardım edilmeyeceği açıkça söyleniyor. Hükümetin "Böcek ölürse zehir de kalmaz." politikasıyla ilerlediğini net olarak gören körler, hastalıklarıyla mücadele etmeleri bir yana bir de gördükleri muamelenin verdiği psikolojik bunalımla mücadele ediyorlar. Bu berbat körlük salgını süreci aralarından bir kadının kör olmadığı yedi kişinin hayatlarına odaklanılarak anlatılıyor. Kendimi o insanların yerine koyduğumda, körlükle mücadele etmek mi yoksa insanların ne kadar insanlıktan çıkabileceğini görmekle mücadele etmek mi daha zor olurdu karar veremedim. Günlerin ilerlemesiyle ruhumun kabul etmediği ama maalesef var olan, yemeklere el koyup bunları maddi değeri yüksek eşyalar, hatta bununla yetinmeyip insanlığın en dip çukurda nasıl var olabileceğini göstererek kadınlarla birlikte olmak karşılığında yemekleri veren bir çete oluşuyor. Okurken midemin kaldırmadığı satırlar arasında "Aslında körlük, umudun tükendiği bir dünyada yaşamaktı." cümlesi beni çok etkiledi. Yaşanan bütün kötü olayların arasında ben bir umut yakaladım aslında. Körlerin dünyasında ne çalınan bir arabanın, ne giyilen kıyafetin, ne güzelliğin, ne de bir şeye sahip olmanın önemi vardır. İsmin de önemi yoktur ve bu yüzden dikkat çekici bir şekilde kitapta karakterlerin ismi hiç geçmiyor. Duyduğu güzel bir şarkının hangi radyodan geldiğinin de bir önemi yoktur bir kör için. Bir insanı sevmek için hissetmek yeterlidir. Sonradan kör olmuş bu insanların hislerini keşfetme yolunda umudu buldum.
Körlük'ün sonundaki "Bence biz kör olmadık, biz zaten kördük, gördüğü halde görmeyen körler." cümlesi körlük salgınından dört yıl sonra gelen bir seçim sürecini anlatan Görmek kitabının başlangıcı gibi hissettirdi. Ülkede neredeyse her gün şahit olduğum, kitaptaki tabiri kullanmam gerekirse, "makyavelci" politik söylemlerin artık sıkması nedeniyle Görmek'i okurken zorlandım. Yapılan seçimde oyların büyük çoğunluğunun boş oy çıkmasını, körlük salgını sürecinden ve devletin o dönemde izlediği politikadan sonra halkın gözlerinin sadece fiziksel anlamda görmeye başlaması değil, zihinlerinin de görmeye başladığını gösteren umut verici bir eylem olarak görüyorum. Seçimin ardından devlet görevlilerinin iktidarı kaybetme korkusuyla yaptıkları davranışları okurken ise benzer şeylerin yaşandığı ülkemizle ilgili sürekli karşılaştırma yaparak bir nebze umutsuzluğa düştüm. Devlet, yasal olmasına rağmen bu toplu eylemi bir terörizm olarak nitelendirebilecek kadar ileri gidiyor ve halkı bu yüzden cezalandırmaya çalışıp bu suçu yükleyecekleri bir suçlu arıyor. Fakat olayların ilerlemesiyle boş oy kullanarak tepki gösteren halkın birbirine destek olması, boş oy kullanmayan azınlığa da düşmanca tavır takınmak yerine yardım etmeye çalışmaları beni düştüğüm umutsuzluktan çıkardı. Çoğu zaman aykırı olanın düşman ilan edildiği gibi, bu süreçte de hiçbir suçu olmadığı halde suçlu körlük salgınında kör olmayan kadın olarak bulunuyor. Bir günah keçisi bulan devlet kadının suçuna kanıt bulması, kanıt yoksa da oluşturması için bir komiser görevlendiriyor. Körlük sürecini yaşamış komiserin görevi ve vicdanı arasında kaldığı psikolojiyi yine muhteşem bir anlatım sayesinde sadece okumakla kalmayıp hissettim. Kötü insanın mücadele edemediği iyiliği yok etme vicdansızlığı ile bir kez daha yüzleştiren gerçekçi ve vurucu bir sonla beni etkileyen bir kitap oldu Görmek.
Her iki kitapta da yaşanan olayın nedeni değil, oluşturduğu psikolojik boyutlar anlatılıyor. İnsanı var eden şeyin hisler olduğuna inanan biri olarak kitaplarda en çok bu durumu sevdim. Hislerinin ve vicdanlarının kör olmadığı insanlar var oldukça hayat yaşamaya değer.
Okurlarımızdan Muhammet Sevra Durmuş ise Saramago hakkında düşüncelerine de yer vererek şöyle bir mail göndermiş bize. Michel Foucault'un Söylemin Düzeni adlı metninin girişinde yaşadığı o elim sıkıntıyı yaşıyorum şimdi. Tam ortasına doğduğumuz kültürün, tarihin, yaşamanın içerisinde nasıl olur ve hatta yapılır da bu zamanın ortasına fırlatıp atılmış insan bir şeye başlar? Bir konuşmaya, bir işe, hatta bir kitabı okumaya ve o kitaptan zevk almaya ya da o kitap hakkında bir yazıya başlamak mümkün müdür gerçekten? Sanıyorum ki ne kitabın kurgusu, öyküsü hiç yoktan yazarın zihninde hayal edilmeye başlanır ne de okuyanın alacağı haz, keşfedeceği şeyler kitapla beraber başlar. Öyleyse Saramago daha yazmadan önce bir fikrin hazzına sahiptir ve biz okuyucuları da daha okumadan önce ondan haz almaya başlamışızdır.
Yorum Bırakın