Türk Edebiyatının Deneysel Yüzü: Anayurt Oteli

Türk Edebiyatının Deneysel Yüzü: Anayurt Oteli
  • 1
    0
    0
    1
  • Sırtını kapıya dayayıp çevresine baktı. Kadının bıraktığı gibi duruyordu her şey: yatağın ayakucuna doğru atılmış yorgan, kırışık yatak çarşafı, terlikler, sandalye, başucu masasındaki gece lambası, bakır küllükte bitmeden söndürülmüş iki sigara, tepside çaydanlık, süzgü, çay bardağı, kaşık, küçük bir tabakta beş şeker (altı şeker koymuştu o gece bir çay içebilir miyim acaba demişti odaya girince üçlük çaydanlıkta demlemişti çayı bir elinde tepsi kapıyı vurmuştu girin yatağın kıyısında oturuyordu paltosunu çıkarmış kara kazağı iri yuvarlaklı gümüş kolyesi bakmıştı zahmet oldu size sonra o köye nasıl gidileceğini sormuştu öyleyse saat sekizde uyandırın beni lütfen olağan bir şeymiş gibi nüfus kağıdım yok demişti...

    Anayurt Oteli şüphesiz Türk edebiyatının en önemli yapıtlarından biri. Yabancılık, Topluma Yabancılaşma gibi bir konunun bilinç akışı tekniği ile anlatılması ve aynı zamanda ana karakterin derin psikolojik bir tarafının olması ile Türk roman tarihi açısından ilk niteliği taşıyor kitap. Hikayesi olmayan karakterlerin hikayesi, yaşam ile ölüm arasında kalan donuk ruhların birkaç sayfası işte Anayurt Oteli. Camel dinliyormuş gibi sepya bir ruh halinde, Zeki Demirkubuz filminde bir yolculuk, anonim karakterlerin sayfalara silik dokunuşlarını bir hiçlik içerisinde okuma deneyimi bir yandan da. Her şeye karşı bir beklentimiz var sanki. Söz gelimi, bir kitap okuduğumuzda buna değsin istiyoruz. Bazı okurlar hayatı değişsin istiyor, bazısı dişinin kovuğuna değsin, aldığı paranın karşılığını versin... Hepimiz karşılık beklediğimiz ilişkilerin içerisinde sürüklenip gidiyoruz ve bu alışkanlık hayatımızdaki her pratiğe bulaşmış halde. Yusuf Atılgan ise elinin tersiyle itiyor tüm bunları. Bir otel görevlisinin burnunu karıştırmasını anlatıyor tarifi zor bir donukluk içerisinde. Yalnızlığın verdiği rahatlıkla bir insanın yaptıklarından bahsediyor, uçuk fantezilerini çarpıyor yüzümüze herhangi bir sansüre başvurmadan. Hiç var olmaması gereken bir karakterin, müthiş bir basitlik çemberi içerisindeki hayatını okuyoruz ve sık sık ne okuduğumuzu sorgularken buluyoruz kendimizi. Ulysses'i hatırlatan sayfalar, aynı donukluktaki cinsellik betimlemeleri, yeni yazım teknikleri ve noktalama işaretlerinin anlamını yitirmesi ile yazarı cüretkar bulmak, deneysel bir iş başardığını düşünmek işten bile değil.

    Dayanılacak gibi değildi bu özgürlük. Ayaklarıyla masayı itip aşağıya yuvarladı; bir boşluğa düşerken durdu. Gözleri ağzı açık, bacakları gerilerek, çırpınarak sallanırken kollarını kaldırıp başının üstünden ipi tutmaya uğraştı. (Ne oldu? Yapmayı unuttuğu bir şeyi mi anımsadı birden? Ya da yeryüzünde tek gerçek değerin kendisine verilmiş bu olağanüstü yaşam armağanını korumak, her şeye karşın sağ kalmak, direnmek olduğunu mu anladı giderayak? Yoksa bilinçsiz canlı etin ölüme kendiliğinden bir tepkisi miydi bu?)

    Varoluşçuluk Akımı'nın edebiyatımızdaki ilk örneklerinden biri olan Anayurt Oteli, bir kasaba içerisinde sıkışmış kalmış bir hayatın yansıması. İlber Ortaylı'nın deyimiyle, her Türk okumuşunun mutlaka okuması gereken bir kitap. *Alıntılar Can Yayınları tarafından basılan kitabın elektronik baskısından yapılmıştır.

    Yorumlar (0)

    Bu gönderi için henüz bir yorum yapılmamış.

    Yorum Bırakın

    Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.