The Handmaid's Tale 2. Sezon 2. Bölüm İncelemesi: Sinematografiye Bir Güzelleme

The Handmaid's Tale 2. Sezon 2. Bölüm İncelemesi: Sinematografiye Bir Güzelleme
  • 0
    0
    0
    0
  • Dikkat! Bu içerik spoiler içerir. Çok da uzak olmayan ve rahatsız edici derecede tanıdık bir geleceğin muhteşem distopik tasviri The Handmaid's Tale'in geçtiğimiz günlerde başlayan yeni sezonunun tüm bölümlerini birlikte inceleyeceğimizi ilk bölüm incelememizde sizlere duyurmuştuk. (Buraya tıklayarak 2. sezon 1. bölüm incelememizi okuyabilirsiniz.) Yeni sezona 2 bölümle birden hızlı bir başlangıç yapan dizinin 2. bölümü "Unwomen"ı dumanı üstündeyken incelemek zamanı geldi de geçiyor. Hazırsanız başlıyoruz!
    The Handmaid's Tale 2. Sezon 2. Bölüm: Unwomen
    "Özgürlük böyle bir şey mi? Bu kadarı bile baş döndürücü. Her yanı açık bir asansör gibi... Atmosferin üst katmanlarında parçalanırsın. Buharlaşırsın. Seni bir arada tutacak bir basınç olmaz. Duvarlara çabuk alıştık. Fazla sürmedi. Kırmızı elbiseyi giy. Başlığını tak. Çeneni kapat. Uslu bir kız ol. Uzan ve bacaklarını aç. "Emredersiniz efendim, Tanrı sizi kutsasın!" Buradan çıkınca ne olacak. Galiba endişelenmeme gerek yok. Çünkü buradan çıkış olmayabilir. Lydia Teyze "Gilead'ın sınırları yoktur." demişti. Gilead içinize işliyor. Tanrının kudreti gibi. Ya da komutanın siki gibi. Ya da kanser gibi."
    June'un çarpıcı monologuyla sert bir açılış yapan bölüm geçtiğimiz bölümde verdiği bir tutam umudun da yalancı bir bahar misali geçici olduğunu hatırlatmaktan geri durmuyor. Bu bölüm her ne kadar June'la başlasa da merkezine bir başka karakteri yerleştiriyor: Alexis Biedel'in hayat verdiği Emily'i. Emily ilk sezonda başına gelen onca felâketin sonucunda yaptığı sınır tanımaz eylemlerinin cezası olarak Koloniler'e gönderilmişti. Ancak ilk sezonda Koloniler hakkında kısıtlı bir bilgiye sahiptik. Dünyanın bu distopik gelecekte büyük yara aldığı nükleer savaşın en çok etkilediği yerlerden biri olan Koloniler'in, Gilead'a karşı affedilmez suçlar işleyip "artık kadın olarak kabul edilmeyenlerin" gönderildiği bir sürgün yeri olduğunu biliyorduk. 2. bölümün en büyük sürprizi de bu noktada gerçekleşiyor: Kolonileri ilk defa görüyoruz. The Handmaid's Tale'i benzersiz bir dizi yapan unsurların başında gelen mekân ve renk kullanımının yeni ve görkemli bir açılımına bu post-apokaliptik bölgenin etraflı tasviriyle şâhit oluyoruz. Bu tasvir sinematografinin gücüne ve yapabileceklerinin sınırsızlığına bir kez daha hayran olmak için muhteşem bir fırsat. Nükleer artıkları amaçsızca ve ölümüne temizleyen zavallı eski-damızlıklar/kadın olmayanlar, onların başında heyula gibi dikilen ve adeta Orta Çağ'daki veba maskelerini andıran nükleer koruma maskeleriyle korkunç birer gardiyana dönüşen Teyzeler, uçsuz bucaksız topraklar üzerinde tozun içinden ışığını göndermeye çalışırken can çeken güneş ışınları... Koloniler her anlamda görkemli ve ürkütücü bir yer. Koloniler'de Emily'i aktif bir rol üstlenerek günbegün ölüme yaklaşan arkadaşlarının acılarını hafifletmek için elinden geleni yaparken izliyoruz. Bir yandan da ikili anlatımımız başlıyor ve Emily'nin Gilead Öncesi dönemdeki hayatına göz atma fırsatı buluyoruz. Onu başarılı bir akademisyen olarak üniversitesinde izlerken yine anlatımı güçlendiren bir "Gilead'ın ayak sesleri" unsuruyla tanışıyoruz: Eşcinsellerin adım adım stigmatizasyonu. Emily'nin açık bir lezbiyen olduğu gerekçesiyle ders vermesinin engellenmesinden başlayan süreç, bir diğer eşcinsel akademisyenin üniversitenin orta yerinde idam edilmesine kadar varıyor. Ve son noktada Emily'nin cinsel yönelimi nedeniyle eşi ve çocuğundan koparılmasını çaresizce izliyoruz. Çoklu anlatım sürecinde Koloniler'e geri döndüğümüz anlarda bir başka erkekle zina yaptığı gerekçesiyle sürgün edilen bir "Hanım" ile tanışıyoruz. Ve onun gözlerinde yıkanmış bir beynin bakışlarını izliyoruz. Başına tüm gelenlere rağmen alışık olduğu anlamsız "Gilead-esk" davranışlarının fazlasıyla grotesk ısrarı oldukça ironik bir manzaraya imza atıyor. Bir kez daha totaliter ve ekstremist bir rejimin yarattıklarını korkuyla izlemek düşüyor bizlere de. Ara ara, çoklu anlatımımızın son kanadı olarak June'in kaçış sonrası yaşadıklarını da izliyoruz. Nick tarafından saklanması için ayarlanan yerin The Boston Globe gazetesinin binası June'ın psikolojisini epeyce sarsan gerçeklerle yüzleştiği bir nokta halini alıyor. Basın özgürlüğünün yok oluşu makrosunda bireylerin ve yaşanmışlıkların silinmesi mikrosunu muhteşem bir şekilde harmanlayan bir akışın içinde ilerliyor hikâyemizin bu kısmı. 2. bölümün en sade ama bir o kadar etkileyici kısmı burası. Son tahlilde sezonun 2. bölümü Unwomen'la The Handmaid's Tale, ilk bölüm yediğimiz tokatın ardından daha sakin bir devamı tercih ediyor. Masa başında anlamsızca koyulan kanunların, bireylerin tek ve biricik yaşamlarını nasıl da yıkıcı bir şekilde etkilediğini çarpıcı bir şekilde gösterirken heyecan duydurmaya çalışmak yerine "hissettirmeyi" tercih ediyor. Yeniden görüşünceye dek: Tanrı meyvenizi kutsasın!

    Yorumlar (0)

    Bu gönderi için henüz bir yorum yapılmamış.

    Yorum Bırakın

    Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.