Sonsuz Bir Bekleyiş: Godot'yu Beklerken

Sonsuz Bir Bekleyiş: Godot'yu Beklerken
  • 2
    0
    0
    0
  • Samuel Beckett tarafından yazılan Godot'yu Beklerken, yazıldığı günden bu yana birçok etki yarattı. Eser, ilk olarak Fransızca yazıldı ve ilk basımı 1952'de yapıldı. Daha sonra 1953 yılında ilk kez Paris'te seyirci karşısına çıkarılan Godot'yu Beklerken, klasik tiyatrodaki gibi belli bir olay örgüsünün olmayışı ve seyircinin bu eski biçimlere koşullanmış olmasından dolayı çok olumsuz tepkiler aldı. Bu sebeple de oyun, yeteri kadar anlaşılamamış olmasından ötürü beğenilmedi. Ancak oyun için dönüm noktası, 1957 yılında San Fransisco’daki bir hapishanede sahnelenmesi oldu. Bu hapishanede sergilenen oyunun sonunda hapishane, adeta alkıştan yıkıldı ve mahkumlar üzerinde son derece coşku dolu ve olumlu bir tepki uyandırdı. Oyun, varoluşçuluk felsefesini çok çarpıcı bir biçimde işler. Bunu da oyundaki iki ana karakterin “yarına kalmamız için bir nedenimiz olmalı” fikriyle paralel olarak gelişen hareketleriyle seyirciye empoze eder. Vladimir ve Estragon, insanın doğumu ile ölümü arasındaki serüveni anlatır. Oyun aynı biçimde başlar ve aynı biçimde sonlanır. Beckett, anlamsız bir varoluşun sonsuza dek sürecekmiş gibi gelen sürecinden bir kesit sunar.

    Kısa Özet

    Oyunun sahne anlatımı oldukça basit ve absürttür. Sahnenin tam ortasında bulunan kuru bir ağaç, gün ışığı ve kır yolu oyunun tüm dekorudur.

    Yırtık pırtık kıyafetleriyle Gogo ve Didi (sahne adlarıyla) içeri girer. Sahne giysileri içinde rahat değillerdir. Didi’nin şapkası kafasına batar, Gogo’nun çizmesi ayağını vurur. Didi kasık ağrılarından dolayı kahkaha atamaz, Gogo ise zorlukla yürür. Bu iki ana karakter, oyun boyunca diyalog içindeler gibi gözükseler bile çoğunlukla cümleleri yarım bırakırlar, tekrarlar kullanırlar, bir fikri bitirmeden diğerine geçerler ya da Didi konuşurken, Gogo bulduğu her fırsatta uyuklar. Boş bir sahne üzerine dünyaya yazılı bir metni sergilemek için değil de kendi rollerini oluşturmak üzere fırlatılmış iki oyuncuya benzer. Oyundaki temel eylemleri oyun oynamak ve oyalanmak olur. Yapmakta özgür olmadıkları tek şey sahneyi terk etmek, sahnedeki varoluşlarına son vermektir.

    Geceyi sefil koşullarda geçirirler, ertesi gün yine aynı yerde buluşurlar. Yaptıkları tek doğru dürüst iş, belki de onları içinde bulundukları zor durumdan kurtaracak olan Godot’yu beklemektir.

    Oyunun bir yerinde nereden gelip nereye gittikleri ve kim oldukları tam olarak anlaşılamayan iki yan karakter sahneye girer ve bir anda tüm dikkatler bir anda bu ikilinin üzerinde toplanır. Bunlar, “sahip” olan Pozzo ile “köle” olan Lucky’dir. Pozzo, Lucky’nin yetenekleri ile bir yere gelmiş ve küçük burjuva alışkanlıklarını sürdürerek çevredekilere tepeden bakar. Görkemli görünüşe rağmen, Pozzo pek iyi durumda değildir. Astımı olduğundan rahatça oturup kalkamaz. Kendi durumunu görmezden gelip Lucky’ye son derece kötü davranır. Lucky’nin yarım yamalak sözcük öbeklerinden oluşmuş uzun bir tarzı vardır. Bu tarz, bütün olarak anlamsız, ancak gruplar halinde çok dâhiyane söylenmiş ifadelerden oluşmaktadır.

    Karakter Analizi

    Karakterler birbirlerine kendi isimleriyle seslenmezler, sadece takma isimleriyle seslenirler. İsimlerinin bir önemi yoktur çünkü bu iki karakter aynı zamanda kendi kişilik özelliklerinden yoksundur ve kendi kişiliklerini aramaktadır. Eserde karakter ve olay örgüsü tam anlamıyla dışlanmıştır, çünkü karakterlerin fikirleri, zevkleri vb. özelliklerinden oyunda bahsedilmemektedir. Gogo ve Didi, sürekli ikilidirler. Bir aradayken tamamen zıt fakat birbirleri olmadan yapamazlar. Tek başlarına bir işe yaramayacaklarını bilirler, bu yüzden birbirlerinden ayrılmazlar. Vladimir: Düşünsel ve duygusal yanı ağır basan, düşçü, umuda yönelik, insan onuruna değer veren bir yaratılıştır. Vladimir’in düşünsel düzeydeki rahatsızlığı şapkasını durmadan çıkarıp içini yoklamasıyla belirlenir. Geçmişi anımsamaya çalışan “varoluş”unun bir özü olup olmadığını bulmaya çalışan Vladimir’dir. İncil’i okumuştur, ve İncil’i iyi bildiğini kanıtlamak  ister gibi, İncil’den hikayeler anlatır. Estragon: İnsanın güdüsel yanını yansıtır. Estragon geçmişi anımsamaz. İnsani değerlere kafa yormaz. Aklı ya midesinde ya ayaklarındadır. Her gece rüyalarında birileri tarafından dövülür. Estragon’un varlığının fiziksel konumuna indirgenmişliği, ayaklarını içinde bir türlü rahat ettiremediği çizmelerini durmadan giyip çıkarmasıyla belirlenir. Estragon fiziksel gereksinimleri dışında her şeyi hiçleyen bir tutum içindedir. Godot’yu beklemeye tutsak oluşunun nedeni de bir bakımdan Vladimir’den ayrılamayışıdır. Bu ikilinin sürekli çatışma halinde olmaları, insanın iç dünyasında yaşadığı çatışmaları anlatır. Yani Beckett, insanı parçalara bölerek anlatmıştır. İçimizde yaşadığımız çatışmalar, sahnedeki iki somut insanın yaşadığı bir dış çatışmaya dönüşür. Pozzo: Sömüren egemen güçleri temsil eder. Lucky: Düşünsel ve bedensel emeği simgeler. Çocuk: Her perdenin sonunda, Godot’un gelemeyeceğini bildirmek için haberci olarak bir çocuk seçilmiştir. Çünkü çocuk, saftır, saflığıyla istenenleri aynen iletir. Oyunda bazı göndermeler vardır, koyunlara bakan çocuğun Godot tarafından sevilmesi, keçilere bakan kardeşinin Godot tarafından dövülmesi, Habil ile Kabil hikayesini anımsatır. Godot: Toplumsal ve bireysel özelliklerden arındırılmış olsa da somut görüntüsüyle bir “varlık”tır. Vladimir ve Estragon’un bekleyişine son verecek bir olgudur. Sembolik olarak kimine göre umut, kimine göre Tanrı’dır. Her birey ve toplum Godot’yu kendi kimliğine göre yorumlar. Godot, Cezayirli köylülere göre, toprak reformu; Polonyalı seyircilere göre, ulusal bağımsızlık, kimine göre hiç gelmeyecek olan sosyalist düzendir. Kaynak: 1

    Yorumlar (0)

    Bu gönderi için henüz bir yorum yapılmamış.

    Yorum Bırakın

    Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.