Soğuk Bir Rus Taşrası: Altıncı Koğuş

Soğuk Bir Rus Taşrası: Altıncı Koğuş
  • 2
    0
    0
    0
  • ‘’Hapishaneler ve tımarhaneler var olduğu sürece içinde birilerinin oturması gerekir. Siz değilse ben, ben değilse başka üçüncü biri elbet girecek buralara...’’
    Rus öykücülüğünün karakteristik özelliklerinden midir bilinmez, insanı yabancılaştıran doğası, pas tutmuş gerçeklerin tabiat-insan çerçevesinde verilmesiyle okurun damağında enfes tahlil tatları bırakır. Gerçek izlenimi kadar zaman ve mekânsal açıdan da Rusya’nın ücra bir kasabasının berbat koşullarını ve unutulmuşluğunu Doktor Andrey Yefimıç’in gözünden görürüz. Altıncı Koğuş buhranı aslında iyi eğitim görmüş bir hasta olan İvan Dmitriç ile Doktor Andrey Yefımiç arasında yaşanan düşünsel kavgaların mekânı gibidir. Dönemin Rusyası'nı bu koğuştan idrak etmemiz için farklı alanlarda farklı kapılar açan Çehov, insan gibi yaşamanın bu taşrada mümkün olmadığını her defasında dile getirir. İvan Dmitriç, toplumun adaletsizliğine şiddetle karşı çıkmakta ve insanları namuslular ve namussuzlar olmak üzere keskin çizgilerle ikiye ayırırdı. Kadınlardan ve aşktan daima tutkuyla bahseden bu karakter gariptir ki bir kez dahi âşık olmamıştır. Asabi ve keskin bir mizaca sahip olan bu adam, okumayı bir hastalık haline getirdiği için kasabada ondan ‘’yürüyen sözlük’’ olarak söz edilirdi. Her türlü zorbalıkla birlikte Rusya’nın sözde aydın-elit dönemini inine kadar eleştiren Çehov, ekonomik ve toplumsal duyarsızlık, iletişimsizlik ve yabancılaşma gibi kavramları da durağı haline getirir. Yazar, bir toplumda sorgulanmadan yapılan tüm işlerin ve bu mekanizmanın merkezi vicdan olmaksızın yürütülüyorsa sağlam bir bahçeyi çürümeye mahkûm bırakıp koğuş haline gelince sesini yükselten bir toplumu yazar aslında. Elini vicdanına koyup mantıklı düşünemeyen herkes kurunun yanında yaş misali yanmış ve salladığı balta alelade bir biçimde kötülüğün de gür çıkmasını sağlamıştır demek ister.

    ‘’… Dostoyevski ya da Voltaire‘in eserlerinin birinde, birisi ‘Eğer tanrı olmasaydı bile insanoğlu onu icat ederdi,’demiş. Şuna derinden inanıyorum ki, ölümsüzlük olmasa bile yüksek insan aklı ölümsüzlüğü er ya da geç icat edecektir.’’

    İvan ve Andrey Yefımiç’in felsefi tartışmaları devam ederken öne sürülen isimler oldukça ilgi çekicidir. Dostoyevski, Voltaire, Diyojen gibi isimleri toplumun ortak paydasında buluşturmak isterler. Leonardo da Vinci iskelet ve kas sistemini çizip insan anatomisinin gizemli kapısını aralamıştır fakat Dostoyevski bu bedene ve ruha kan pompalanmasını sağlamıştır diyebiliriz. Rus toplumunun izahını yarattığı insan modelleri üzerinden yapan Dostoyevski, Fransız toplumunda kurtarıcı görülen Voltaire ile bütünlük kurularak dönemin taşrası üzerindeki çamur belirginleştirilmek istenmiştir. Bunlardan bağımsız olarak Diyojen’in öne sürülmesi toplum içinde bir birey olmanın kazandırdığı ve kaybettirdiği şeylere isabet eder.

    ‘’Diyojen de bir fıçının içinde yaşıyordu, ancak dünyadaki bütün krallardan daha mutluydu.’’

    Dondurulmuş öğretileri canlandırmak istercesine çatışan bu iki ince ruh, taşra kasvetinden karamsar bir yabancılaşmaya sürüklenmektedir. Adaletsizliğin yerini sağlamlaştırdığı kadar ruhlara bıraktığı ölüm duygusu hemen hemen tüm sayfaların kulağını büker. Gerçeğin kollarından olan teori ve pratiğin sonsuz kavgasından Rus toplumsal eleştirisi yapılan bu öyküde Camus’un Yabancı aynası kadar karakteristik saptamalar mevcuttur. Türk romanında Ahmet Celal, köylüsüne yabani kalıp aydın olma noktasında nasıl kendini ötelemişse, Doktor Andrey de koşulları değiştirmek adını kılını kıpırdatmaz. Altıncı Koğuş, uzaktan izleyicilerin ve bu uğurda delirenlerin son yüksek perdesidir.

    Yorumlar (0)

    Bu gönderi için henüz bir yorum yapılmamış.

    Yorum Bırakın

    Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.