Sinemaya Yavan ve Samimiyetsiz Bir Bakış: Once Upon a Time... in Hollywood

Sinemaya Yavan ve Samimiyetsiz Bir Bakış: Once Upon a Time... in Hollywood
  • 1
    0
    0
    0
  • Quentin Tarantino hiç şüphesiz en popüler yönetmenlerden biri. Belki de bu alandaki tek rakibinin Christopher Nolan olduğu söylenebilir. İzlemek için film seçerken yönetmeninden ziyade oyuncu kadrosuna odaklanan genel seyirciye adını ezberletmesi kesinlikle büyük bir başarı. Üstelik geçmişte bu tanınırlığa ulaşan Steven Spielberg gibi isimlerin aksine yediden yetmişe tüm toplumu kucaklayan filmlere imza atmadığı da düşünülürse kazandığı bu şöhret daha da kıymetli hale geliyor. Sinema sektörünün dikkatini ilk kez 1992 tarihli ikinci uzun metraj filmi Reservoir Dogs’la çeken Tarantino, o günden bugüne popülerliğinden bir şey kaybetmediği gibi sürekli artırdı. Bu süreçte bildiği yoldan şaşmayan sinemacı, sinemasının sacayaklarını oluşturan şiddeti, kapkara bir absürd mizahı ve lezzetli diyaloglarını hiçbir filminde ihmal etmedi. Ürettiği her filmi aynı düzeyde beğeni toplamasa da seyirciler ve eleştirmenler nezdinde destek buldular. Metacritic ve IMDb gibi sitelerden aldığı puanlara bakacak olursak, yazıda inceleyeceğim yönetmenin şimdilik son filmi olan Once Upon a Time... in Hollywood’da da bu durum değişmemiş gibi duruyor. Bu konuyu yazının ilerleyen bölümlerinde ele almaya çalıştım. once upon a time in hollywood ile ilgili görsel sonucu Yönetmen ve senarist koltuklarında Quentin Tarantino’nun oturduğu filmin oyuncu kadrosunda Leonardo DiCaprio, Brad Pitt, Margot Robbie, Emile Hirsch, Margaret Qualley ve Timothy Olyphant gibi isimler yer alıyor. 1969 Los Angeles’ındayız. Hollywood’un altın çağını yaşadığı bu dönemde, odağımızdaki karakter ise ucuz bir western dizisinin başrol oyuncusu olan Rick Dalton. Eski gençlik günlerinin oldukça uzakta olduğunun farkında olan Rick, hiçbir zaman bir sinema yıldızı olamamıştır. Ucuz televizyon dizileriyle doldurduğu kariyerinin son demlerini yaşayan Rick’in tek dostu ise dublörü Cliff Booth’tur. Yaşları ilerleyen ve sektör tarafından tükürülmek üzere olan ikili, kendilerini sorgulamaya başlar. Hemen herkesin ezbere bildiği üzere gençken bir film kiralama dükkanında çalışan Quentin Tarantino, o dönemde pek çok film izleme imkânı bulmuştur. Bu dönemde bolca ucuz film de izleyen Tarantino, hemen her filminde bu ‘çöp’ filmlere kah gönderme yapar kah onların biçimlerini taklit eder. Bu pastiş tarzıyla kariyeri boyunca iyi bir yönetmen mi yoksa sadece işini iyi yapan bir ‘hırsız’ mı olduğu tartışmalarına malzeme olmuştur. Hayranları için bu sorunun cevabı bellidir. Once Upon a Time... in Hollywood ile ilgili görsel sonucu Çünkü yönetmen çöp eşeleyerek topladığı bu ‘değersiz’ malzemeleri kendine özgü sinema anlayışıyla birleştirerek yepyeni ve heyecan verici filmlere dönüştürür. Sinemacının bunu yaparken kullandığı tarifin en önemli maddeleri ise karikatürize şiddet, karanlığın ve absürdlüğün doruklarında gezen bir mizah anlayışı, lezzetli diyaloglar ve popüler kültür ürünlerine yapılan göndermelerdir. Tarantino’nun dünya prömiyerini Cannes Film Festivali'nde yapan, ilk duyurulduğu günden beri sinema yayınları ve sinemaseverler tarafından yükseltilen yeni filmi Once Upon a Time... in Hollywood ise tam da yukarıda saydığım ve yönetmenin auteur kimliğini oluşturan ögelerin eksikliği yüzünden olmamış bir esere dönüşmekten kurtulamıyor. Sinemacı, hayranı olduğu sinemanın iç yüzüne bakmayı amaçladığı yapımda sinemasının kilit parçalarını eklemeyi unutmuş gibi gözüküyor. Öncelikle filmdeki hiçbir karakter ilginç, eğlenceli ya da etkileyici değil. Ana karakter olarak ucuz televizyon dizilerinde kariyerini harcamış bir oyuncunun seçilmesi ilk bakışta gayet iyi bir tercih gibi gözüküyor. Yönetmenin sinemasal hafızasının büyük bir kısmını işgal ettiği belli olan ve hemen her filminde kovayla seyircinin üzerine boca ettiği ucuz popüler kültür ürünlerine bolca gönderme yapması için de elverişli bir seçim. Tarantino da ayağına gelen bu topu gönlünce kullanıyor ve sinema salonuna sadece yapımın ünlü başrol oyuncuları sebebiyle gelen genel seyircinin asla anlamayacağı göndermeler yağdırıyor. Once Upon a Time... in Hollywood ile ilgili görsel sonucu Böylelikle sinemasının temel parçalarından birini tamamlıyor. Filmin minimum şiddete yer verilen yapısıyla asla uyuşmayan finalindeki görkemli dehşet senfonisini de sinemasının bir diğer parçanın zoraki tamamlanması olarak kabul edebiliriz. Bunlara dayanarak bir hayli lezzetsiz ve samimiyetsiz olsa da biçimi itibariyle izlediğimizin bir Tarantino filmi olduğunu söyleyebiliriz. Sinemacının hayran olduğu sinema sanatına yazdığı bir aşk mektubu olmasıyla pazarlanan bir filmin, yönetmenin en samimiyetsiz ve ruhsuz eseri olması da kafalarda soru işareti yaratıyor. Yapımda bir Tarantino filminden beklediğimiz renkli anti kahramanların ve bir dolu yan karakterin başından geçen o doygun hikâyeye rastlamak ise mümkün değil. Yazılmış herhangi bir yan karakterden bahsedemeyeceğimiz filmde, ana karakterlerimiz Rick Dalton ve Cliff Booth’un da özenle işlendiği ve seyircinin ilgisini çekecek hale getirildiği söylenemez. Daha önce de bahsettiğim gibi bu iki karakter, üzerinde uğraşıldığı takdirde hafızalarda yer eden Tarantino karakterlerine dönüşebilirmiş. Fakat yönetmen galiba parlak başrol oyuncularının, mükemmel set-kostüm tasarımlarının ve daha önceki hiçbir filminde toplayamadığı kadar büyük ilginin yarattığı heyecanla karışık şımarıklıkla senaryoyu taslak halinde bırakmayı tercih etmiş. Leonardo DiCaprio da başroldeki başarılı performansına rağmen yapımı parlatamamış ve Brad Pitt’le beraber Tarantino’nun şişen egosunun kurbanları olmuşlar. Once Upon a Time... in Hollywood ile ilgili görsel sonucu Filmin yan konusu olduğu söylenebilecek Manson cinayetleri ise senaryoya eklenmese daha iyi olurmuş. Inglourious Basterds’ta (2009) da alternatif tarih yazmaya özenen sinemacı, ana hikâyesine hizmet bile etmeyen vahşi cinayetleri bir iki sahnede parodiye çevirmiş. Bu yama, son birkaç yıldır yükselen gerçek seri katillerin hayatlarını ele alan kitap, dizi ve filmler trendini ucundan yakalamak için eklenmiş gibi duruyor. Bu bağlamda öyküye eklenen Sharon Tate’e ise ahlaki açıdan son derece sorunlu ve ikiyüzlü bir şekilde yaklaşılmış. Tate’in karakterinin altı doldurulmayıp mütemadiyen müzik eşliğinde dans eden saf bir karakter olarak yansıtılmış. Pasifleştirilen karaktere dişe dokunur, öyküye etki eden hiçbir replik yazılmamış. Finali itibariyle Tate’e iade-i itibar edildiği ve tatlı bir nostaljik rüya tadı yakalanmaya çalışıldığı söylenebilir. Fakat yönetmenin kullandığı karaktere yaklaşırken kullandığı kamera planları bunun tam tersini söylüyor. Yıllardır kadın düşmanı mı yoksa feminist mi olduğu tartışılan Tarantino, son filminde bu konuda utanılası bir konuma düşüyor. Yer aldığı kimi yapımlarla güzel bir kadından çok daha fazlası olduğunu ispatlayan Margot Robbie ise yazılmayan rolünde sadece konu mankeni olarak yönetmenin kifayetsiz bakış açısının kurbanı olmuş. Yüksek bütçe sayesinde yapım tasarımı, kostümleri ve kullanılan şarkılar gibi meziyetleriyle göz boyayan filmin kurgu anlamında da aksadığı söylenebilir. 160 dakikalık süresini asla taşıyamayan ve dişe dokunur hiçbir şey anlatmayan yapım, tıkanıp duran anlatısıyla yönetmenin en azılı hayranlarına bile saç baş yolduracak düzeyde. Biçimdeki başarı ise seyircilerin ağzına bir parmak bal bile çalamıyor. Once Upon a Time... in Hollywood ile ilgili görsel sonucu Once Upon a Time... in Hollywood, Quentin Tarantino’nun saygınlığına pek zarar vermese de büyüklüğü ve egosu karşısında eriyen usta bir sinemacının son filmi olarak sadece yönetmenin azılı hayranlarına tavsiye edilebilir.

    Yorumlar (0)

    Bu gönderi için henüz bir yorum yapılmamış.

    Yorum Bırakın

    Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.