Sartre'ın Varoluş Diyalektiği

Sartre'ın Varoluş Diyalektiği
  • 4
    0
    0
    0
  • Varoluşçuluğa Giriş Her şeyden önce varoluşçuluk (egzistansiyalizm), en temel haliyle insanın hürlüğüne dayanır. Yani kişinin kendi benliğini belirleyebilme özgürlüğü üzerinedir. Özellikle doğru/yanlış, kişinin özü ve öznellik kavramları üzerine eğilen akımda, Sartre'ın çerçevesinden varoluşçuluğun hümanizmle ilişkisine de yazının devamında değineceğiz. Jean Paul Sartre'ın varoluşçuluk üzerine sunduğu birden fazla kuram mevcut. Öncelikle bunlardan birini ele alalım. “Varoluş, özden önce gelir.” Bir tahta veya bardak gibi bilinci bulunmayan nesnelerin özü var olmadan önce bellidir. Bir bilinç sahibi olmadığı için ne işe yarayacağı, ne gibi yararlar sağlayacağı veya hangi işlevleri bulunduğu nesnenin kendi tekelinde değildir ve değişme imkânı da yoktur. Bunlar onu üreten kişi tarafından daha var olmadan önce belirlenmiştir. Yani nesne ne ise, hep öyle kalacaktır. Fakat insan için durum farklıdır, onun varoluşu özden önce gelir. İnsan bir bilince sahiptir ve özü önceden tek tip bir şekilde belli değildir. Burada insan-nesne ve tanrı-insan ikilemine düşülebilir. Tanrıyı reddeden Sartre'a göre insanın var olmasında bir amaç yoktur. Bu amacı ancak, insan var olduktan sonra kendi belirleyebilir. Bu düşünceye göre de insan istediği vakit sonsuz bir döngüde değişime uğrayabilir. “Neye yarayacağını bilmeden kağıt keseceği yapmaya kalkan bir kimse tasarlanamaz. Bu demektir ki kağıt keseceğinin özü, onun varlaşmasından önce gelir. Karşımda şöyle bir kitabın ya da böyle bir kağıt keseceğinin bulunuşu önceden belirlenmiştir. Burada dünyanın teknik görünümü ile karşılaşıyoruz. Bu görüme bakarak, “Yapış, varoluştan önce gelir” diyebiliriz.” Daha kısa bir şekilde anlatmak gerekirse her nesnenin ve her insanın bir varoluşu, bir de özü vardır. Nesnenin aksine insan, özünü kendi yaratır. Bu bağlamda ortaya bir özgürlük çatışmasının çıkması engellenemez. Çünkü varoluşçuluk dediğimiz şey bireyi temel alır. Fakat bilinç, algıladığı her şey hakkında düşünür ve ona bir anlam yükler. Uçsuz bucaksız bir düşünce yığınıdır. Bu yüzden belli etik kurallara uymak zorunda değildir. Bu çatışmanın engellenmesi için de ''ahlaki değerler'' vardır. Bu ahlaki değerler bir yerde de insanı kendisiyle zora sokar. Bir kaosu engelleyen değerler, insanın özünü yaratırken doğru veya yanlış konusunda objektif olmasını engeller ve kişide bir bulantı yaratır. Bunun sonucunda bir amaçla var olma ihtiyacı doğar. Bu amaç da aslında insanın kendi bilinciyle oluşturduğu özüyle özgür bir hayat yaşamasıdır. Bazı insanlar bu noktada özlerini değiştiremeyeceklerini, oldukları gibi doğduklarını savunur. Fakat bu Sartre'a göre sadece bir kötü niyetliliktir. ''Var olan her şey, nedensiz ortaya çıkar.'' “Var olan her şey, nedensiz ortaya çıkar, zavallılığı yüzünden varoluşunu sürdürür ve rastgele ölür.” Sartre'a göre varoluş bir zorunluluktur ve insan hiçbir zaman kendini varoluş çabasından alıkoyamaz. Nedensizliğin karşısında insan, sahip olduğu özgürlükle birtakım tercihlerde bulunur ve özünü yaratır. Fakat bu nedensizliğin tekerrürü insanı yalnızlığa ve umutsuzluğa sürükler. Birey hiçbir şeyde bir anlam bulamayacak duruma gelir. Burada bireyi boşluktan kurtaran ise toplumdur. Bireyin topluma karşı duyduğu sorumluluk, aslında onun özgürlüğüne açılan kapıdır. Sartre’ın hümanizm tanımı, insanın en yüce varlık olduğu veya insanlığın sevgi yumağı haline getirilmesini kapsamıyor. Onun belirttiği varoluşçu hümanizm, her insanın kendini belirleyecek ve değiştirebilecek seçim şansına sahip olduğu ve bu seçimlerde diğer insanlara karşı ahlaki açıdan sorumluluğu olduğu yönündedir. Bu varoluşçulukta insandan başka bir temel yoktur. İnsan seçimlerini kendisi yapar, kurallarını kendisi koyar ve özünü toplumla özgürleştirir.

    Yorumlar (0)

    Bu gönderi için henüz bir yorum yapılmamış.

    Yorum Bırakın

    Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.