Şairlerin Kendi Seslerinden Şiirleri

Şairlerin Kendi Seslerinden Şiirleri
  • 2
    0
    0
    0
  • Şiir okumak birçok insan için bir tutku. Kendi hislerinin başka kalemlerden aktarılışına şahit olmak veya hiç yaşamadığı acıları hissetmek... Şiirleri okurken o satırları yazan şairlerin seslerini hayal etmeye çalışırız belki. O duyguların gerçek sahiplerinin sesinden duymak isteriz. Ya da sadece merak ederiz. Aslında çoğu şair için bu pek mümkün değil. Zamanın koşullarından ötürü birçoğunun sesleri onlarla birlikte çoktan göçüp gitmiş. Bazılarının da elimizde kayıtları mevcut. Sizin için sevilen bazı şairlerin şiirlerini kendi seslerinden dinleyebileceğiniz bir liste derledik. Hem o şairlerin sesiyle tanışmadıysak tanışmak hem de bu güzel şiirleri dinlemek adına. Keyifli dinlemeler ve okumalar...

    Edip Cansever

    Gökanlam III "sen buzul mavi, sen kaç yılın aynalı dolapları kırılan bardakları elbiselerin ve çocukları lekesiz gözleriyle ne kadar maviyse o kadar hiç konuşmadıkları sen buzul, sen devamlı, sen... yaklaş bana, kimse hiçbir yere dokunmasın bana sessizlik et, düğümle saçlarımı çözülsün bu kar topları, gece yanan fırınlar, içimin sayıları akıt kanımı biraz, kimse hiçbir şey söylemesin kimse artık hiçbir şey söylemesin bana yalnızlık et, birleştir yalnızları sen buzul, sen devamlı, sen… sen kaç yılın aynalı dolapları kim bilir neydi biraz bir yüzü dünyadan çıkardıkları bir şeyi hiç sevmedikleri, sevince tekrarladıkları yani bir yaşam gibi yaşattıkları ölümü, korunamadıkları dökül artık, çözül artık ve akıt bütün kanları büyüt en büyük şeyi bize yalnızlık et, birleştir yalnızları yeni bir kan ol, getir en yeni anlamları bomboşuz, korkuyoruz da... bunu anlatmak için şehirde bayram vardı öyküler vardı dergilerde, beyaz fareler, can sıkıntıları bir gün ki şehir yandı, şimdi hiçbir şey anlatılmasın artık hiçbir şey anlatılmasın denilsin, soğumuş ceylanların ateşten dilleri kaldı. sen kaldın,bir de sen ey buzul mavi bizi bul, bizi yarat, bize güzellik et şimdi bomboşuz, korkuyoruz da... ve kemikleri bunlar gökyüzünün altında öyle tedirgin ilk çocukları ölümün."

    Didem Madak

    Annemle İlgili Şeyler Sevgili Anneciğim Binlerce kez açıldım, binlerce kez kapandım yokluğunda Kocaman bir dağ lalesi gibi Ve kapkara göbeğini dünyaya fırlatacakmış gibi duran. Şimdi mucizevi bir yerdeyim Muc'un ucuz evinde Sanki mürekkebi rutubet olan bir kalem Duvarlara hep senin resmini çiziyor Dili geçmiş zamanda birçok resim, Hep gülümsüyorsun Aklının ortasında mavi bir yıldız varmış gibi Ve o yıldız karanlık bir şubat akşamında Durmadan soluyormuş gibi. Hatırlar mısın? Mavi saçlı bir Tanrı gibi severdim Burdur gölünü O göl şimdi içimde kocaman bir anne ölüsü Vişne bahçeleriyle dolu, Neşeli bir şehre benzerdi senin sesin. Bazen ölmek istiyorum. Beni yeniden doğurman için İri, ekşi bir vişne tanesi gibi Kışbaşında bir ton kömür yığarlardı kapıya Bazen görülen rüyalar gibi kapkara Bir ton rüya çıtırdarken Sen kar yağmadan önce başkaydın, Kar yağdıktan sonra bambaşka. Sanki hep buluğ çağındaydın. Kuşlar zaptederdi sonra her yeri, sabahları Binlerce kez söylerlerdi, söyleyeceklerini. Bizim hiç anlamayacağımız bir şeyi. Senin şarkıların aç kuşlara buğday saçardı. Kediler yusyuvarlak dururdu karın ortasında Kar manzaralı bir resmin ortasında durur gibi Gri kediler sarmıştı etrafımızı, gri dağlar... Bir tek senin çocuklar üşüyecek rengi saçların vardı. Ben bu eve Muc'un ucuz evi diyorum. Yokluğunda böyle oldum. Mucize öldükten sonra, buraya taşındım. Ve inan Muc bu evi bana ucuza verdi. Yaşasaydın, hayatının ortasına Güller yığan bir adam olsun isterdim babam. Sen bir çocuk romanı annesi ol isterdim. Ölü mısır tarlaları hışırdıyordu Ve kalbimde çıngıraklı yılan sürüleri diye başlayan bir çocuk romanında... Şalına sarınırdın, toprağa sarınır gibi Erken öleceğini biliyordum bana bırakmak için, bu acımasız ölü anne sesini. Şimdi mucizevi bir yerdeyim Zaman bir salyangozun vücudunda yaşıyor burda Ve çok ağır ilerliyor. Yüzümdeki çillerden başka İsyan eden biri yok hayatımda. NOT: Ölen her kadın için bir şiir yazdım. Onları Muc'a evin karşılığında verdim Çok ucuza. Artık bütün üzgün oluşlarımın adı: Anne.

    Nazım Hikmet

    Memleketim "Memleketim, memleketim memleketim, Ne kasketim kaldı senin ora işi Ne yollarını taşımış ayakkabım, Son mintanım da sırtımda paralandı çoktan, Şile bezindendi. Sen şimdi yalnız saçımın akında, İnfarktında yüreğimin, Alnımın çizgilerindesin memleketim, Memleketim, Memleketim…"

    Özdemir Asaf

    Lavinia "Sana gitme demeyeceğim. Üşüyorsun ceketimi al. Günün en güzel saatleri bunlar. Yanımda kal. Sana gitme demeyeceğim. Gene de sen bilirsin. Yalanlar istiyorsan yalanlar söyleyeyim, İncinirsin. Sana gitme demeyeceğim, Ama gitme, Lavinia. Adını gizleyeceğim Sen de bilme, Lavinia."

    Bedri Rahmi Eyüboğlu

    Mor "yapraktan yosundan yoncadan bahar inceden inceden paris baharı bu bulanık bir kül rengidir tüter nazlı nazlı bir kül rengi yorgun argın ılık serde ressamlık var azcık bütün gün mor üstüne çalışmışım boğazıma kadar mora gömülmüşüm uzaktan bir akordeon sesi geliyor mosmor dilimin acısı kolumun sızısı kırk yıllık emektar başağrılarım mor sen nehri bal rengi eiffel kulesi mor bir yüz morardıkça morarıyor kanlıca sırtlarında bir yerde akşam oluyor.. bütün gün mor üstüne çalışmışım mor deyip geçme belalı renk musibet yeryüzünde ne kadar insan varsa bir o kadar mor menekşenin moru mavzerin moru kasaturanın moru suya dökülmüş mazotun moru neftin moru ziftin moru asfaltın moru telgraf tellerinde petekkıranlar buğday tarlasında devedikenleri karadutun moru karamuğun moru kuzgunun moru sıfırın altında çocuk elleri ela gözlere konmuş murdar sineklerin moru gözlerimi yumduğum zaman gördüğüm mor morun karanlığı karanlığın moru yok ölünün körü… mor deyip geçme insan misali yeryüzünde ne kadar insan varsa bir o kadar mor insanların hesabı kimden sorulur bilmem ama morların hesabı benden sorulur benden..."

    İsmet Özel

    Amentü İnsan eşref-i mahlûkattır derdi babam bu sözün sözler içinde bir yeri vardı ama bir eylül günü bilek damarlarımı kestiğim zaman bu söz asıl anlamını kavradı geçti çıvgınların, çıbanların, reklamların arasından geçti tarih denilen tamahkâr tüccarı kararmış rakamların yarıklarından sızarak bu söz yüreğime kadar alçaldı damar kesildi, kandır akacak ama kan kesilince damardan sıcak sımsıcak kelimeler boşandı aşk için karnıma ve göğsüme ölüm için yüreğime sürdüğüm eczâ uçtu birden aşk ve ölüm bana yeniden su ve ateş ve toprak yeniden yorumlandı. Dilce susup bedence konuşulan bir çağda biliyorum kolay anlaşılmayacak kanatları kara fücur çiçekleri açmış olan dünyanın yanık yağda boğulan yapıların arasında delirmek hakkını elde bulundurmak rahma çağdaş terimlerle yanaşmak için bana deha değil belgeler gerekli kanıtlar, ifadeler, resmi mühür ve imza gençken peşpeşe kaç gece yıllarca acıyan, yumuşak yerlerime yaslanıp uçardım bilmezdim neden bazı saatler alaturka vakitlere ayarlı neden karpuz sergilerinde lüküs yanar yazgı desem kötü bir şey dokunmuş olurdu sanki dudaklarıma Tokat aklıma bile gelmezdi babam onbeşli olmasa. Meyan kökü kazarmış babam kırlarda ben o yaşta koltuğumda kitaplar işaret parmağımda zincir, cebimde sedef çakı cebimde kırlangıçlar çılgınlık sayfaları kafamda yasak düşünceler, Gide mesela. Kar yağarken kirlenen bir şeydi benim yüzüm her sevinç nöbetinde kusmak sunuldu bana gecenin anlamı tıkansın diye ıslık çalar resimli bir kitaptan çalardım hayatımı oysa hergün merkep kiralayıp da kazılan kökleri Forbes firmasına satan babamdı. Budur işte bir daha korkmamak için korkmaz görünen korku işte şehirleri bayındır gösteren yalan işte mevsimlerin değiştiği yerde buharlaşan kelepçeler, sürgünler, gençlik acılarıyla güç bela kurduğum cümle işte bu; ten kaygusu yüklü ağır bir haç taşımaktan tenimin olanca ağırlığı yok oldu. Solgun evler, ölü bir dağ, iyice solmuş dudak bile bir bir çınlayan ihtilal haberidir ve gecenin gümüş ipliklerden işlenmiş oluşu nisan ayları gelince vücudu hafifletir şahlanan grevler içinde kahkahalarım küstah bakışlarım beyaz bulutlara karşı obur marşlara ayarlanmak hevesindeki sesim gider şehre ve şaraba yaltaklanarak biraz ağlayabilmek için fotoğraflar çektirir babam seferberlikte mekkâredir. İnsanın gölgesiyle tanımlandığı bir çağda marşlara düşer belki birkaç şey açıklamak belki ruhların gölgesi düşer de marşlara mümkün olur babamı varlık sancısıyla çağırmak: Ezan sesi duyulmuyor Haç dikilmiş minbere Kâfir Yunan bayrak asmış Camilere, her yere Öyle ise gel kardeşim Hep verelim elele Patlatalım bombaları Çanlar sussun her yerde Çanlar sustu ve fakat binlerce yılın yabancısı bir ses değdi minarelere:Tanrı uludur Tanrı uludur polistir babam Cumhuriyetin bir kuludur bense anlamış değilim böyle maceralardan ne Godiva geçer yoldan, ne bir kimse kör olur yalnız coşkunluğu karşısında içlendiğim şadırvan nüfus cüzdanımda tuhaf ekmek damgası durur benim işim bulutlar arşınlamak gün boyu etin ıslak tadına doğru yavaş yavaş uyanmak çocuk kemiklerinden yelkenler yapıp hırsız cenazelerine bine bine temiz döşeklerin ürpertisinden çeşme korkak dualarından cibinlikler kurarak dokunduğum banknotlardan tiksinmeyi itiraz nakışsız yaşamakları silâhlanmak sanarak çıkardım boğaza tıkanan lokmanın hartasını çıkınımda güneşler halka dağıtmak için halkı suvarmak bin saçlarımda bin ırmak ıhtırdım caddeleri meğer ki mezarlarmış hazırmış zaten duvar sıkılmış bir yumruğa fly Pan-Am drink Coca-Cola Tutun ve yüzleştirin hayatları biri kör batakların çırpınışında kutsal biri serkeş ama oldukça da haklı. Ölümler ölümlere ulanmakta ustadır hayatsa bir başka hayata karşı. Orada aşk ve çocuk birbirine katışmaz nasıl katışmıyorsa başaklara ağustos sıcağı kendi tehlikesi peşinden gider insan putların dahi damarından aktığı güne kadar sürdürür yorucu kovalamacayı. Hanidir görklü dünya dünyalar içre doğan? Nerde, hangi yöremizde zihnin tunç surlardan berkitilmiş ülkesi ağzı bayat suyla çalkanmış çocuğa rahim olan parti broşürleri yoksa kafiyeler mi? Hangi cisimdir açıkça bilmek isterim takvim yapraklarının arasını dolduran nedir o katı şey ki gücü gönlün dağdağasını durultacak? Hayat dört şeyle kaimdir, derdi babam su ve ateş ve toprak. Ve rüzgâr. ona kendimi sonradan ben ekledim pişirilmiş çamurun zifiri korkusunu ham yüreğin pütürlerini geçtim gövdemi alemlere zerkederek varoldum kayrasıyla Varedenin eşref-i mahlûkat nedir bildim."

    Yorumlar (0)

    Bu gönderi için henüz bir yorum yapılmamış.

    Yorum Bırakın

    Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.