Nefret Uyandıran Bir Tanrı: Ares

Nefret Uyandıran Bir Tanrı: Ares
  • 2
    0
    0
    0
  • Antik Dönemlerde savaş meydanları; karışıklığın, vahşetin ve zorbalığın kol gezdiği yegâne yerlerden biriydi. Savaş meydanları aynı zamanda Tanrı Ares'in en sevdiği mekânlardan biriydi. Ares, savaşın ve şiddetin simgesiydi. O; savaş meydanlarının en kanlı sahnelerinde kol gezer, iki tarafı da kışkırtır ve savaşları daha da hararetli bir hale getirirdi. god ares ile ilgili görsel sonucu Zeus ve Hera'nın çocuklarından biri olan Ares, anne ve babasının konumundan dolayı oldukça önemli tanrılar arasındaydı. 12 büyük Olimposlu tanrılardan biriydi. Ancak konumu, diğer tanrıların gözündeki yerini değiştiremiyordu. Ares, öylesine nefret dolu ve kargaşayı seven bir tanrıydı ki, annesi ve babası da dahil diğer tanrılar ve ölümlüler tarafından hiç sevilmiyordu. Ares, korkuyu ve korkunun getirdiği acıyı, kargaşayı severdi. Aynı zamanda oldukça güçlüydü. Anlatılan mitlerde Ares için tam bir savaşçı portresi çizilir ancak görüntüsüne karşın bilginlikten ve mantık sahibi olmaktan oldukça uzaktı. Savaşlarda stratejik planlar yapamıyor, mantıklı düşünemiyordu. Anlayacağınız Ares, kötülük dolu bir kalpten ve kastan ibaretti. Ares'in ölümlüler de dahil kimseler tarafından sevilmediğini söylemiştik. Ancak az da olsa onu seven bazı kesimler vardı. Yunan şehir devletleri, özellikle de Atina tarafından sevilmeyen Ares'i Trakya bölgesinde yaşayan Traklar isimli halk oldukça seviyordu. Çünkü Traklar olarak geçen bu insanlar, en az Ares kadar savaş seviciydi. Traklar genelde kabileler halinde yaşarlar ve ağır kılıçlar taşıyarak gaddarca savaşırlardı. Zorba bir halk olmalarından ötürü Yunanlılar bu halkları pek sevmezdi ancak hem Ares, bu halkı çok sever hem de bu halk Ares'e tapardı. İlgili resim Ares'i, seven ve ona tapan bir halk daha vardı. Onlar ise savaşçı özellikleri ile tanınmış olan efsane mi yoksa gerçek mi olduğu tam bilinmeyen Amazon Kadınları idi. Öyle ki, Amazon Kadınlarının sevdiği tek erkek, Tanrı Ares'ti belki de. Amazonlar için savaş oldukça önemli bir olguydu. Diğer önemli olgu ise kadın olmaktı. Bu nedenle, topraklarında erkek barındırmayan ancak gezginlerle veya yabancı kişilerle soyların devamını getirmek için çiftleşen bu kadınlar, dünyaya kız çocuğu getirmek gibi bir gaye taşıyordu. Doğan erkek çocuklarının önemli bir bölümünü direkt olarak öldüren ya da bir kısmını sağ bırakıp kendisine köle olarak tahsis eden bu kadınların sevdikleri ve taptıkları tek erkek Ares idi. Çünkü onunla savaşın ihtişamı konusunda aynı fikirdeydiler. aphrodite and ares ile ilgili görsel sonucu Ares'in tanrılar arasında hiç sevilmediğini söylemiştik. Ares yalnızca tek bir tanrı tarafından sevilmeye layık görülmüştü. O da güzelliği ile nam salmış olan Afrodit idi. Mitlerde geçenlere göre Afrodit de dahil olmak üzere 10 kadın ile aşk yaşamıştı Ares. Ancak aralarındaki en ünlüsü Afrodit ile olandı. [caption id="" align="alignnone" width="450"]İlgili resim Alexandre Charles Guillemot tarafından resmedilen "Mars and Venus Surprised by Vulcan" isimli tablo[/caption] Afrodit, aşk ve aynı zamanda zevk tanrısı olduğu için kocası Hephaistos'u devamlı olarak aldatıyordu. Bu kez de fırtınalı bir biçimde Ares'e aşık olmuştu. Zamanla ikilinin buluşmaları gizli kalmaktan çıkmış ve titan Helios'un bu aşkı keşfedişi ile aşkları ifşa olmuştu. İhanete uğrayan Hephaistos bu aşıklar için bir intikam planı hazırladı. Bronzdan çok büyük bir ağ tasarlayan Hephaistos, yine gizlice buluşan ve beraber olan ikiliyi yaptığı ağ ile avına düşürdü. Hephaistos, üstlerine düşen bronz ağ yüzünden kaçamayan Ares ve Afrodit'i tüm tanrıların gözünün önünde küçük düşürmeye çalıştı. Ancak tanrılar Hephaistos'un aldatılması ile de alay etmişlerdi. Bunun üzerine gururu kırılmış olan Hephaistos, Tanrı Poseidon'un da istekleri doğrultusunda ikiliyi serbest bırakmak zorunda kalmıştı. Bu aşkın sonucunda ikilin dört çocuğu oldu. Yalnızca Deimos ve Phobos babasının izinden gitmişti. Deimos mitlerde korkunun simgesi olarak geçer. Phobos ise dehşet ve bozgunun simgesi. Genelde akla aykırı korkular için kullanılan fobi sözcüğü de Ares'in oğlu Phobos'tan gelmektedir. Phobos, savaş alanlarına sızarak korku salması ile de ünlüdür. İlgili resim Ares savaşın tanrısı olarak savaşın meydana getirdiği korkudan, vahşetten ve terörden besleniyordu. Yine savaşın tanrısı olarak geçen üvey kardeşi Athena içinse savaş demek; anlaşmazlıkları çözmek, ılıman ve barışçıl bir yol bulabilmek idi. Daha doğrusu Athena, işler savaşa varmadan her şeyi strateji, mantık ve barış ile çözmeyi istiyordu. Ancak şartlar savaşa yol açmışsa en az Ares kadar - hatta daha da fazla- güçlü olabiliyordu. Onun Ares'e olan üstünlüğü, aklını kullanabilmesinden geliyordu. O, Ares'in aksine savaşın planlama yönünü de seviyordu. İki kardeşin savaşa yaklaşış biçimleri farklıydı ve bu nedenle devamlı anlaşmazlığa düşüyorlardı. Truva Savaşı'nda Athena, Yunanlıların tarafında yer almış iken, Ares ise Truva güçlerinin yanında yer almıştı. Genellikle bu tarz anlaşmazlıkların sonuna Athena galip taraf oluyordu. Çünkü onun en büyük avantajı savaşları zekası ile de çözebilmesi idi. [caption id="" align="alignnone" width="400"] Jacques-Louis David tarafından çizilen The Combat of Ares and Athena isimli eser[/caption] Yunan Mitolojisinde Ares olarak geçen savaşın ve korkunun tanrısı, Roma'da ise Mars olarak baş gösteriyordu. Çiftçilik ile uğraşan ya da pastoral bir yaşam tarzı süren İtalyan kabileler için ilk başlarda tarım tanrısı olarak geçen Mars, zamanla barışçıl özelliğini kaybedip tarım tanrısı olma özelliğini muhafaza ederek savaş tanrısına doğru evrilmişti. Savaş tanrısı olarak Jüpiter'den sonra en önemli tanrılar arasına girmişti. Romalılar için bu tanrı koruyucu niteliğindeydi ve bu nedenle Mars'ı, Romus ve Romulus'un babası olarak ilan etmişlerdi. [caption id="" align="alignnone" width="504"]İlgili resim Ludovisi Ares heykeli[/caption] Görüldüğü üzere Ares'in Roma'daki versiyonu olan Mars halk tarafından oldukça sevilirdi. Tanrı Mars adına yapılan gösteriler ve dini şenlikler ise Mart ayında gerçekleştirilirdi. Roma orduları ise savaşa çıkmadan önce savaş tanrısı adına dua eder ve onun korumasını beklerlerdi. Savaşın kötü yönde ilerlemesini ise, tanrının onlara olan öfkesini gösterme biçimi olarak düşünürlerdi. Roma'da bulunan Campus Martius isimli alan da Mars'a adanmıştı. Daha sonra Hristiyanlık inancının Roma İmparatorluğu'nda baş göstermesiyle beraber, mitolojik ögelerin ve mitlerin etkisi azalmaya başladı. Dönemin heykeltıraşları mitolojik hikâyelere dayalı heykeller yapıyor (Rape of Proserpina, The Birth of Venus, The Rokeby Venus...), şehirde bulunan tapınaklar bu mitolojik tanrılara adanıyordu. Tek tanrı inancına dayalı bir dinin yayılması ile bu durum artık değişmeye en azından etkisini kaybetmeye başlamıştı. Ancak günümüz dünyasında da mitolojik ögeler ve karakterler hala etkisini kaybetmiş değil. Mesela PlayStation 2 oyununda Ares'i öldürmek üzere Athena'dan emir almış Kratos karakterine rastlayabilirsiniz. Artık daha çok, etkileyici mitolojik efsaneler olarak insanların önünde bulunsa da yüzyıllar boyu ne bu hikâyeler ne de bu tanrılar etkilerini kaybetmemiş ve günümüzde popüler kültür içerisinde de kendine yer bulabilmişlerdir.

    Yorumlar (0)

    Bu gönderi için henüz bir yorum yapılmamış.

    Yorum Bırakın

    Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.