''Bütün o büyük aşkların çok uzun mesafelerden ve yaşanmamışlıklardan doğduğunu duymuştum.''
Başı Kafka çekiyordu, ardında Ahmed vardı. Karşılarında ise Lavinia'lar, Mari'ler, Mona Rosa'lar... Yıllar boyunca şahit olduk ki talihsizlik ne kadar sivrilirse okun ucu o kadar aşka yönelir. Hasret insanın boyunu ne kadar aşarsa, kalp yerinden o kadar taşar. Yaşanan hiçbir aşk, yaşanmamışlıklara olan hissiyatla boy ölçüşemez. Bu yaşanmamışlığın yükü ağırdır, öyle ağırdır ki büyük adamlar bile bu yükü omuzlayabilmek için hasretlerini ya prangalara ya da dizelerinin baş harflerine işlerler. Defalarca yazılıp oynanan bu senaryonun bir perdesi de Cibran'ın mektuplarında saklı. Mektupların tam kalbine dokunmak için biraz geçmişe gidelim. Cibran yeşilliklerin içinde, Lübnan'da sakin bir çocukluk dönemi geçirdi. Uzun yıllar doğayı dinlemekten olsa gerek, onda hayatın acelesini ve karmaşasını bulmak mümkün değildi. Adımlar sakin, düşünceler uçsuz... Ailevi sebeplerden annesiyle Amerika'nın Boston eyaletine taşındığında ise sekiz yaşındaydı. Ne şanslıydı ki bu değişimin vereceği sarsıntıda, annesinin ve öğretmenlerinin sanata olan desteği ona koltuk değnekleri oldu. Herkes bilir ki doğru kişilerden gelen destek insanı her koşulda başarıya iter. Cibran da bu sebepten çok dikkat çeken, hatta ''garip'' diye adlandırılabilecek bir çocuk iken bile kendinden hiç şüphe duymadı. Neden duysun ki? Ne istediğini bilen ve aynı zamanda desteklenen bir insanın önünde hiç kimse duramaz. Öğretmeni de bu doğrultuda onu, “kabına sığmayan bir ruh, asi bir zihin, gördüğü her şeyle dalga geçebilen bir göz ve sevgi dolu ama kontrollü bir kalp” olarak tanımlıyordu. Sanatla iç içe büyümenin doğurduğu haklı sonuçla beraber Halil Cibran kısa sürede bu dünyaya bir elinde kalemi diğer elinde fırçasıyla adım attı. Tesadüfen tanıştığı sanat patronu Mary Elizabeth Haskell ise Cibran’ın hayatında dönüm noktası olacaktı. Cibran'ın resimlerinden çok etkilenen Haskell, Paris’te sanat okusun diye ona her ay bugünün parasıyla tam 2000 dolar gönderdi. Bu iletişim bir süre sonra harlanan bir aşk alevine dönüşse de, sonunda iki mantıklı insan olarak hep birbirlerinin hayatında kalacak iki arkadaş olmaya karar verdiler.“Bana aşktan korktuğunu söylüyorsun, neden küçüğüm? Güneş ışığından korkuyor musun? Denizin gel-gitinden korkuyor musun? Günün doğuşundan korkuyor musun? Baharın gelişinden korkuyor musun? Aşktan neden korktuğunu merak ediyorum.’’Gelelim bizim asıl hikayemize... Aynı yeşillikte serpilen bir diğer başrol ise May Ziyade. Öğretmen olan babası sayesinde eğitimini başarıyla tamamlayan May'in hiçbir konuda Cibran'dan aşağı kalır yanı yoktu. Keza o Filistin’de Arap Edebiyatı’ndaki ilk kadın yazarlardandı. Açık görüşlü bir insan olan May, doğal olarak döneminde kadın özgürlüğü için mücadele eden isimlerdendi. Hayat Cibran'ı New York'a sürüklediği sıralarda, May de ailesiyle birlikte Mısır'a savruluyordu. Güzel olan her şey gizde saklıdır ve gerçek olan henüz bize değmemiştir. İki bedenin birbirine kavuşması hususunda kilometreler büyük önem taşır, fakat iki ruhun birbirini tamamlaması için gereken yol sadece bir cümle uzaklıktadır. Ruhlar tamamlandığında ise cümleler okuyanı o yolda ezip geçer, arkasına bakmaz bile. Bu iki ruhun kesişmesi ise 1912 yılında Cibran’ın Kırık Kanatlar'ı vasıtasıyla oldu. May, kitaptaki Selma Karami karakterinden çok etkilendi ve Halil Cibran’a bu sebeple mektup yazdı. Bu mektup bir tarafın ölümüne kadar, tam 19 yıl devam edecek bir aşkın başlangıcıydı. Edebiyat ve felsefe içeren mektuplar bir süre sonra derin bir tutkuya dönüştü. Birbirini hiç görmeyen, sesini hiç duymayan, birbirine bir kere bile dokunmayan iki insanın böylesine bir aşkı yaşaması, insanın inancını bile sorgulatır. Salt cümlelerle paylaşılan iletişimin iz bırakmama imkanı var mıdır? Acıtan, acısından yaşamın tadını veren bir iz. Öyle ki bu iz May'i, hiç görmediği adamın ölümünden sonra önce intihara, sonra akıl hastanesine sürükledi. May, Cibran’ın ölümünün ardından “Hiçbir zaman bu kadar acı çekmemiştim ve hiçbir kitapta bir varlığın bu çektiğim kadar büyük bir acıya katlanacak gücü bulacağını okumamıştım.” der.
Yorum Bırakın