La La Land'den Hayat Dersleri

La La Land'den Hayat Dersleri
  • 0
    0
    0
    0
  • Sinema güçlüdür, hayatımıza dokunmayı başarır. Öyle filmler vardır ki hissettirdiği duygularla kalbinizde yer eder ve her daim hatırlattıklarıyla canlı kılar kendisini. Bitirdiğinizde sinemanın gücünü hissedersiniz ve içinize işleyen mesajlarla kalkarsınız başından. La La Land, benim için o filmlerden. Anlattığı şey çok farklı ve yepyeni bir şey değil belki ama anlatış şekliyle benim içime işlemeyi başardı. Bunlar da bu güzel filmin bana iyi gelen bazı mesajları, hatırlattıkları.

    Bazı insanlar hayatımıza girer, hikayemize dokunur ve giderler.

    Bir cümle haline geldiğinde ne kadar basit ve temel bir şey değil mi? Fakat yaşarken dile geldiği kadar kolay gelmiyor bu durum. Öyle insanlar giriyor, öyle şeyler hissettiriyorlar ki kalıcı olduklarına ikna oluyor, hep yanı başımızda bulacağımızdan emin oluyoruz. Varlıklarına vermemiz gereken değeri, yokluklarında anlıyoruz. Gidişlerini kabullenemiyoruz, kopuşumuzu anlamlandıramıyoruz. Oysa hayatımıza giren herkes kalıcı olmak zorunda değil. Bir nedenle girerler hayatımıza, dokunur, izlerini bırakır, belki biz olmamız gereken kişiye evrilirken elimizden tutarlar ve sonunda yollarımız ayrılır.
    Hayat dümdüz bir çizgi değil, ayrımları var, inişleri çıkışları var. Bu upuzun yolda ayrı düşmek, farklı yönlere büyümek kadar doğal bir şey olmasa gerek. Hikayemize dokunmuş, bizi bir şekilde iyileştirmiş olanlara teşekkür etmeyi bilmeli, yaşamımızı getirdiği ayrılıklarla birlikte kucaklamayı öğrenmeliyiz.

    Beklediklerimiz biz hazır olduğumuzda karşımıza çıkar.

    Mia'nın ev arkadaşlarıyla söylediği "Someone in the Crowd" şarkısı, filmin en anlamlı şarkılarından bir tanesi. Şarkı, aradığımız kişiyle tesadüfi bir biçimde kalabalıklar içinde karşılaşabileceğimizden ve o tek bir kişinin bir anda tüm hayatımızı değiştirebileceğinden bahsediyor. Ama bence şarkının en önemli kısmı, bunun sadece biz gerçekten bulunmaya hazır kişi olduğumuzda yaşanabileceğini söylemesi.
    "Someone in the crowd could be the one you need to know, The one to finally lift you off the ground. Someone in the crowd could take you where you wanna go, If you're the someone ready to be found."
    "Kalabalıkları içindeki biri tanıman gereken kişi olabilir, ayaklarını  yerden kesecek kişi. O kalabalıklar içindeki kişi seni istediğin yere götürebilir, eğer sen bulunmaya hazırsan."
    Bunun hayatımıza adapte olabilmesi için keşfedilmeyi bekleyen bir sanatçı olmamız gerekmiyor. Uğraşımız, hayalini kurduğumuz şey ne olursa olsun beklediğimiz fırsatlar var. Hayallerimizin gerçeğe dönüşmesi için öncelikle biz hazır olmalıyız ki beklediklerimizi hayatımıza çekebilelim.

    Tek mutlu son aşk değildir.

    İzlediklerimiz, okuduklarımız, duyduklarımız yıllardır mutlu sona dair tek bir kapıya çıkarıyor bizleri. Aşk, evlilik, bir ilişki. Halbuki dayatılan mutlu son bu olmamalı. La La Land, başından buruk bir kalple kalksak da mutlu sonlu bir film aslında. İki saat boyunca hayallerine tanık olduğumuz Mia ve Sebastian, film sonunda hayallerine ulaşmış olarak çıkıyorlar hayatımızdan. Bu filmin mutlu sonu birlikte kalmaları, bir aile olmaları değil; kendilerini gerçekleştirmeleri, hayallerine kavuşmaları. Sanatlarına duydukları aşk, birbirlerine duydukları aşk karşısında galip geliyor. Ve aslında biz mutlu bir son izliyoruz, alıştığımız mutlu son değil belki ama bir yanımızı buruk bırakan, gerçek ve mutlu bir son.

    Düşlediğimize ulaşmak için içimize sinmeyen duraklardan geçmek zorunda kalabiliriz.

    Sebastian, tüm hayali bir kulüp açıp şu hayatta en sevdiği şey olan jazzı yaşatabilmek olan bir sanatçı. Bu yolda ilerlerken, biraz da Mia ile ilişkisinden ilham alarak normalde karşısında durduğu bir müzik icra ederken buluyor kendini. Planında olmayan bu adım, hayallerine doğru bir kapı açıyor.
    İdealist olabiliriz, ne yapmak istediğimizi, gideceğimiz yolu ve varmak istediğimiz yeri bildiğimize inanabiliriz. Ama bazen büyük resmi tamamlayabilmek için planımızda olmayan adımlar atmamız gerekir. Bazen o adımlar bizi olmak istediğimiz yere ulaştıranlardır.

    Güçsüz düşmek de yolun bir parçasıdır.

    Güçsüz düşmek de yolun bir parçasıdır. Yapamamaktan korkmak, yetenekleri sorgulamak... Yaratım sürecinin çetrefilli ve zorlu olduğu bir gerçek. Önemli olan, düştüğümüz yerden kalkıp kendimize bir şans daha verebilmek.
    Hayallerimiz hayatınızın belirli dönemeçlerinde ulaşılamaz görünse de ancak vurduğumuz dipten kalkmayı başarabildiğimizde tünelin sonundaki ışığı görebiliriz. 

    Biraz delilik, anahtardır.          

    Mia, seçmelerde Paris'te yaşayan halasının öğütlerinden, hayatından bahsediyordu. Şarkının tümü oldukça ilham verici; sanatçılara, hayalperestlere yazılmış bir aşk mektubu adeta. Filmin özünü o kadar güzel yansıtıyor, seyircisine öyle güzel mesajlar veriyor ki. Şu üç satırsa beni en çok etkileyen kısmı.
    "A bit of madness is key  To give us new colors to see  Who knows where it will lead us? And that's why they need us."
    "Biraz delilik, bize görecek yepyeni renkler veren bir anahtardır. Bunun bizi nereye götüreceğini kim bilebilir ki? Ve işte tam da bu yüzden diğerlerinin bize ihtiyaçları var."
    Farklı olmaktan, hatalar yapmaktan, biraz delilikten korkmamalıyız. Dünya zaten griliklerle dolu. Biz bu dünyada gerçek renklerimizi gösterebilmeliyiz ki, fark edilelim. Benliğimizi, deliliğimizi yansıtmaya, çekinmeden olduğumuz gibi var olmaya devam edelim. O griliklerin bizim rengarenk halimize ihtiyaçları var çünkü biz farklılıklarımızla, deliliklerimizle güzeliz.


    Yorumlar (0)

    Bu gönderi için henüz bir yorum yapılmamış.

    Yorum Bırakın

    Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.