Kristof Kolomb'un Seyir Defterindeki Notlar

Kristof Kolomb'un Seyir Defterindeki Notlar
  • 0
    0
    0
    0
  • Maceraperest denizci Kristof Kolomb, 1492 yılında Amerika kıtasını keşfederek adeta Avrupa’ya çağ atlattı. Her ne kadar keşfettiği yerin yeni bir kıta olduğunu anlayamadan ölmüşse de dünya tarihini temelinden sarsıp kendi döneminden 6 asır sonrasına dahi etki edebildiği kesin.  

    14 yaşında denizciliğe başlayan Kolomb, uzunca bir süre Cenova bayrağı taşıyan gemilerde çalıştı. Ardından Portekiz’e yerleşerek bilginlerin eserlerini okuyup anlamasına yetecek seviyede Latince öğrendi. Özellikle Haçlı Seferleri sonucunda Yakın Doğu ile yoğun ilişkiler kurulduğu için dikkatini doğuya yönlendirdi. Marco Polo gibi gezginlerin anlatımlarından, efsanelerden, ilahiyatçıların çalışmalarından ve hatta Kitab-ı Mukaddes’ten faydalandı.

    Ona göre sürekli batıya doğru gidilerek doğunun zenginliklerine ulaşabilmek mümkündü ve bunu gerçekleştiren kişilerinden birisi de kendisi olmalıydı. Koyduğu bu hedef doğrultusunda hiç vakit kaybetmeden çalışmalarına başlayacaktı. İlk keşif seyahatlerini Portekiz adına gerçekleştirdi. O dönemde daha büyük ve tehlikeli seyahatler yapabilmek için kraliyet korumasına ihtiyaç duyuluyordu ancak Kolomb, Portekiz kralını bu fikre bir türlü ikna edemiyordu. İspanya’da şansını denemeyi seçti ve Kraliçe Izabella ile Kral Ferdinand’ın desteğini almayı başardı. İspanya Krallığı'nın hedefi bir an önce komşusu Portekiz kadar zenginleşmek ve Hristiyanlığın daha fazla yayılmasını sağlamaktı. Bu nedenle Kolomb’a “Büyük Amiral” unvanı verilerek 350 Frank para ödendi. Yaklaşık 2 ay süren bir yolculuğun ardından karaya ulaşmıştı Kolomb. Bahama takımadalarından birine ayak bastı ve buraya San Salvador (Kutsal Kurtarıcı) adını uygun gördü.

    Daha sonra gemilerinden birisi bozulduğu için Hispaniola’da (Haiti) konaklamak zorunda kalacaktı. Peki karaya çıktığı ilk anda gördükleriyle ilgili seyir defterine neler yazmıştı?            

    "Irmaktan yukarı ilerlerken ağaç topluluklarını görmek, serinliğin, pırıl pırıl akan suyun, kuşların, görünümdeki iç açıcılığın tadına varmak olağanüstü bir şeydi gerçekten...

    Bu ülkeden ne gibi yararlar sağlanabileceğini yazmama gerek yok. Ama şurası kesin ki, bütün bu gördüğümüz topraklarda inanılmaz zenginlikler yatıyor. Toprak çok verimli. Bin bir türlü meyve var, tek tek anlatmam olanaksız... Yer çok yüksek. Ama en yüksek dağın tepesi bile ekip biçmeye elverişli; düzlüklerden, vadilerden oluşmuş. Güzelliğine, zenginliğine gelince; Kastilya'nın (İspanya) hiçbir bölgesi burası ile kıyaslanamaz. Hispaniola ülkesi öyle verimli öyle zengin ki övmeye dil yetmez. Görülmedikçe de anlaşılamaz... Bu adaların üstüne yok; dağlarıyla, tepeleriyle, akarsularıyla, vadileriyle eşsiz güzellikteler. Yeryüzünün güneş altındaki hiçbir yerinde buralardan daha güzeli,  daha görkemlisi bulunamaz. İlk üç yıl için buraya adanın ve altın ırmaklarının güvenliğini sağlayacak bin adam yerleştirmek çok uygundur. Yüz de atlı adamımız olsa zararlı değil karlı çıkarız bu işten."

    Kolomb; klasik bir batılı edasıyla, bulduğu toprakların oldukça zengin olduğundan ve bunları nasıl kolayca sömürebileceğinden bahsediyordu. Kral ve kraliçenin kendisine verdiği yetkileri sonuna kadar kullanıyor, keşfettiği yerlere İspanya adına el koymakta da hiçbir sakınca görmüyordu. Bölgede yaşayan yerlilerle alakalı aldığı notlar ise çok daha ilginç:            

    "Az sonra karşıma iki üç köy çıktı, köy halkı kıyıda toplanıp bizi çağırıyor, Tanrı'ya şükrediyordu. Kimileri bize su, kimileri yiyecek getiriyor, kimileriyse karaya çıkma niyetinde olmadığımızı görerek, suya atlayıp yüze yüze yanımıza yaklaşıyorlardı...  Bize papağanlar, pamuk kozaları, mızraklar ve daha birçok şey getirip bunları cam boncuklar ve çıngıraklarla değiş tokuş ettiler. Sahip oldukları her şeyi değişmeye hazırlar... Gelişmiş ve sağlıklı vücutları, yakışıklı yüzleri var... Silahsızlar ve silahları tanımıyorlar. Onlara bir kılıç gösterdiğimde keskin kenarından acemice tutup kendilerini kestiler. Demir kullanmıyorlar. Mızraklarını kamıştan yapıyorlar. Bunlardan iyi köleler olabilir. Elli kişiyle bunların hepsine boyun eğdirilebilir, istediklerimizi yaptırabiliriz."  

    Görülüyor ki yerlilerin sevecen ve cana yakın tutumuna karşılık İspanyolların niyetleri pek de iyi değildir. Bu konudaki sözlerine şöyle devam ediyor amiral:          

    "Bunlar pek yumuşak başlı, pek ürkek insanlar, daha önce söylediğim gibi hepsi de çıplak. Ne silahları var ne de yasaları. Köylerinde ne disiplin varmış ne de örgütlenme... Bunlar kötülük nedir bilmeyen insanlar, hem de hiç savaşmamışlar... Buyruk almaya, çalıştırılmaya, ekip biçmeye, yararlı olabilecek her şeyi yapmaya yatkın insanlar. Kentler kurdurabiliriz onlara, bizim gibi giyinmesini, davranmasını öğretebiliriz. Elimdeki az sayıda adamla Portekiz'den daha büyük, ondan iki kat kalabalık olan bu adayı kolayca ele geçirebilirim... İnanmaya açıklar, gökte tek bir Tanrı olduğunu biliyorlar. Gökten geldiğimize kesinlikle inanıyorlar. Kendilerine hangi duayı öğretirsek öğretelim yinelemeye hazırlar. İstavroz bile çıkarıyorlar... Çünkü bu adamlar çok temiz yürekli ve kesinlikle savaş sanatını bilmiyorlar... Yüce efendimiz buyruk verselerdi bunların hepsini Kastilya'ya getirebilir, diyelim olmadı, kendi adalarında tutsak tutabilirdik. Çünkü bu adamlara gık dedirtmemek ve kendilerinden sağlanmak istenecek her şeyi yaptırabilmek için elli kişi yeter de artar da bile. Bunlara en ağır işler gördürülebilir. Uyanık adamlar. Bakıyorum dediklerimi hemen yineliyorlar."

     

    Hispaniola adası Cicao mıntıkasında, Kolomb ve adamları büyük altın madenleri olduğunu sanıyorlardı. Orada 14 yaş ve üstündeki herkese 3 ayda bir belli miktar altın getirmeleri emrini verdiler. Altın getirenlere birer bakır marka verip boyunlarına astırıyorlardı. Bakır markası olmayan yerlilerin ise elleri kesiliyor ve kan kaybından ölmelerine sebep olunuyordu. Burada altın bulmak mümkün değildi. Çevrede bulunabilecek tek altın, derelerin yığdığı toz parçacıklarıydı. Bu nedenle yerliler için kaçmaktan başka çıkar yol yoktu. Fakat kaçanlar da köpeklerle bulunup öldürülüyordu. Son çare bir direniş ordusu oluşturarak tam teçhizatlı İspanyolların karşısına çıktılar. Kolomb’un da notlarında bahsettiği gibi savaşmayı bilmeyen yerliler, İspanyollar tarafından ya tutsak edildiler ya asıldılar ya da yakılarak öldürüldüler.

    İki yıl içinde ölümler, sakatlamalar ve intiharlarla Hispaniola adasında yaşayan 250.000 yerlinin yarısı yok oldu. Altın bulmaktan ümit kesilince yerliler büyük mülk sahipleri tarafından köle olarak alındılar. İşgal hareketlerine devam eden amiral ise başka adaların yanı sıra Dominik adasını da keşfetti. Kraliçenin adını kullanarak Izabella şehrini kurdu. Böylece hedeflediği başarıya ulaşan İspanya Krallığı, yeni kıtada koloni sistemini hayata geçiren ilk ülke olacaktı. Kristof Kolomb, zaten var olan Amerika kıtasını Avrupa adına keşfederek(!) kolonizasyon faaliyetlerinin önünü açtı. Bulduğu yerin Hint adaları olduğunu düşündüğü için Indios (Hint) adını verdi oradaki yerlilere.  

    İspanya’ya döndüğünde ise altın bulamaması nedeniyle seyahatleri başarısız sayıldı ve 1500 yılında Krallık ile ilişkileri bozuldu. Akabinde Hispaniola’daki sömürge yöneticileri tarafından tutuklandı. Devam eden davada krallığın ona borçlu olduğunu iddia ettiyse de parasız ve itibarsız bir şekilde 1506 yılında hayatını kaybetti.

     

    Kaynak: 1, İsmail Coşkun, "Kristof Kolomb'un Günlükleri"      


    Yorumlar (0)

    Bu gönderi için henüz bir yorum yapılmamış.

    Yorum Bırakın

    Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.