Kitap vs Film: Körlük (2008)

Kitap vs Film: Körlük (2008)
  • 1
    0
    0
    0
  • 1998 yılında Nobel Edebiyat Ödülü'nü alan Portekizli yazar José Saramago'nun en beğenilen kitaplarından biridir Körlük. 2008 yılında Brezilyalı yönetmen Fernando Meirelles tarafından beyaz perdeye aktarıldı ve oyuncu kadrosunda Mark Ruffalo, Julianne Moore ve Danny Glover gibi isimlere yer verildi.  Saramago'nun daha önceki kitaplarını okuyanlar bilirler. Yazar öyle distopyalar kurar ki okuyucuya sorgulama ihtiyacını hissettirmez. Olmayacak gerçeklikleri kabul ettirir. Neden oldu, nasıl oldu, niye öyle oldu demezsiniz. Anlatılanları kabul eder, olaylarının akışına her şey normalmiş gibi kapılırsınız. Yazarın bu kitabındaki distopik evreni de körlerden oluşur. Birden herkes kör olur. Fakat bu beyaz bir körlüktür. Beyaz körlüğün bulaşıcı olduğunu düşünen hükümet, bu insanları karantina adı altında bir binaya kapatır. Ve insanlar burada sadece kör oldukları için, insanlık dışı şartlar altında yaşamaya başlarlar.

    Okuyucu olarak bu körlüğün nasıl olduğunu ve neden beyaz olduğunu anlamaz ve sorgulama gereği de duymazsınız. Kişilerin, davranışlarında insanlık dışına çıkmalarını ve vahşi hayvanlar gibi yaşamalarını yadırgamazsınız. Çünkü gerçekleşme ihtimali düşük olan bu şartlar gerçekleşirse insanların tam olarak böyle tepki vereceğini bilirsiniz. Belki de bu yüzden Saramago, okuyucularına distopyalarını çok kolay bir şekilde kabul ettiriyor. Fernando Meirelles de bu çizgiyi bozmamış olsa gerek. Kitabı okumadan filmi izleseniz bile hiç soru sorma ihtiyacı gütmeden olayların gelişmesini izliyorsunuz.

    Yazarın en önemli özelliklerinden biri de karakterlerin isimlerinin olmaması. Doktor, doktorun karısı, göz bandajlı adam, koyu siyah güneş gözlüklü kız gibi tasvirlerle tanıyabiliyoruz karakterleri. Yazarın burada karakterler üzerinde değil, olaylar üzerinde durulması gerektiğine dikkat çektiğini görüyoruz. Yönetmen Meirelles, aynı şekilde isimsiz oynatmış karakterlerini. Ama sadece bir sahnede bir kadının ismini duyuyoruz ki bu kısım kitapta yok. Meirelles bu kısmı bilerek mi ekledi yoksa gözünden mi kaçtı emin değilim ama bilerek yapması daha olası bir durum. Çünkü kitaptaki diyaloglarda kimin konuştuğunu anlamamız için karşımıza sürekli tasvirler çıktığından isimsiz oluşları oldukça dikkat çekiyor. Ama filmde zaten kimin konuştuğunu gördüğümüz için isimsiz olduklarına pek dikkat etmiyoruz. Yönetmen belki de Saramago'nun yapmak istediğine dikkat çekmek için sadece bir karaktere isim vermiş ve isminin çağrılmasına sadece bir kere izin vermiş olabilir. Kitapta isimlerin olmaması, karşımızdakini ayırt etmek için sesten başka hiçbir şeyin bulunmaması üzerinden de işleniyor. Saç renginin, göz renginin, ten renginin herkesin kör olduğu bir ortamda hiçbir öneminin olmadığınını vurgulayarak, körlüğün ırkçılığı yok edebileceğinden ya da yok etmesi gerektiğinden bahsediliyor. Ancak filmde bir adamın karşısındaki kişinin siyahi olduğunu sesinden anladığını söylediği bir sahne bulunuyor. Belli ki yönetmen burada kendi yorumunu ekleyerek körlüğün bile ırkçılığı silemeyeceğini düşünüyor. Saramago kitapta, kör olan bir topluğunun empatisini okuyucuya kazandırmak için günlük yaşanan, kör olmayan insanlar için normal gelişen olayların, körler için kaosa dönüşmesini bol bol vererek ilerlemiş. Doktorun yarayı göremediği için bir hastayı tedavi edememesi, gelen yemeğin doğru miktarda ve adaletli bir biçimde paylaşılamaması, koğuşlarındaki yiyecek hırsızlarını yakalamak için görmeyen gözlerle bir adalet sitemi kurmaya çalışmaları gibi olayları güçlü ama öz diyaloglarla hissettirmiş. Yönetmen, bu duruma pek gerek duymamış. Sabit kullanılmış kamera açılarının içlerinde bulundukları durumu aktarabileceğini düşünmüş ama bu fiziksel bir aktarımdan öteye geçememiş. Körler dünyasında yaşananların derinliğini verememiş. Ama yazarın tarzını da yansıtmayı es geçmemiş. Aslında oldukça normal olan, kaosa dönüşmese de körler evreninde saçma bulunacak olan "Bana katılanlar elini kaldırsın!" kısmını ve benzer birkaç sahneyi de filmine eklemiş. Yine de daha fazlasına yer vererek 'kör olursak neyi düzgün yapamayız'ın empatisini daha iyi hissettirebilirdi. Var olan otoriteyi eleştiren yönüyle bilinen yazar, bu kitabında da aslında toplumdaki görülmek istenmeyen durumlara bütünüyle yer vermiş. Zaten en başından beri körlüğü bir metafor olarak kullanıp görmek istemediklerimizi gözümüze tekrar tekrar sokmayı başarmış. Yönetmenin ise bu konuda başarılı olduğunu söyleyebilirim. Kitabı okumadan filmi izleyen biri olarak Saramago'nun kalemiyle aktarmak istediği ana düşünceleri kamerasıyla aktarabildiğini düşünüyorum. Meirelles de tıpkı Saramago gibi gözleri görmeyen bir toplulukta bile açgözlülüğün olduğunu vurgulamış. Körken bile insanların içinde bulunan iktidar olma hırsından bahsetmiş. Kimse görmüyorken, herkes için şartlar eşitken bile insanların ötekileştirilmesinden ve birtakım kişilerin daha üstün hale getirilmesinden vazgeçmediklerini aktarmış. Güç -filmdeki ve kitaptaki silah- kimdeyse kendisini lider ilan etmesi ve körleri yöneteceğini ileri süren, körlerden oluşmuş bir hükümetin kurulması gereksinimi zaten var olan hükümetleri işaret etmiş. Tek kör olmayan kişiye, doktorun karısına liderlik teklif edilmesi, güç sahibi olana değil, görebilene yetki verilmesi gerektiğini vurgulamış. Peki ya tanrı, o da mı kördü? Saramago kitabında tanrının varlığını yine körlük üzerinden sorgulamış. Tanrı vardıysa da Saramago için kesinlikle kördü. Yönetmenin bu kısma, tanrının görmeyi hak etmediği şeklinde yer vermesi açıkçası biraz hayal kırıklığına uğrattı. Saramago, her zaman kusursuz ve mükemmel olarak tasvir edilen tanrının nasıl bu kadar da kör olduğunu sert bir dille eleştirirken yönetmenin yaklaşımı yumuşak kalmış. Çoğunluğun inançlı olduğu bir toplumda tanrının körlüğüne bu tarzda yaklaşması, yönetmenin bir nevi seyirci kaygısı taşıdığını göstermiş. Kitap-film karşılaştırmalarında genel olarak filmler kitabın çok çok altında kalır. Ama Körlük için durumun biraz daha farklı olduğunu düşünüyorum. Tabii ki film kitabın altında kalmış ama çok çok altında değil. Yönetmen, yer yer kendi yorumunu katarak, yer yer kalemin gücünü perdeye yansıtmaya çalışarak -ki oldukça zordur- ana hatlarıyla verilmek isteneni verebiliyor. Kitap kadar derinlemesine olmasa da izleyicinin etkilenmesini ve düşünmesini sağlıyor. İki saat içinde özümüzde ne kadar vahşi yaratıklar olduğumuzu hatırlatıyor bizlere. Yazar ve kitap hakkında daha çok şey öğrenmek için buraya ve şuraya bakabilirsiniz.  

    Yorumlar (0)

    Bu gönderi için henüz bir yorum yapılmamış.

    Yorum Bırakın

    Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.