''Kelebekler''i Takip Eden Bir Yolculuk Filmi

''Kelebekler''i Takip Eden Bir Yolculuk Filmi
  • 0
    0
    0
    0
  •  

    Kelebekleri takip eden, ölmelerini bekleyen bir adamın hikayesi... Ölü kelebekleri toplayıp gömmüş derisinin altına, iki gün bekledikten sonra binlerce kelebek kanadı çıkmış derisinin altından; sonra, uçup gitmiş.

     

    Müthiş şarkılar eşliğinde bir yol hikayesi gibi başlayan, ikinci yarısında derinlik kazanan Kelebekler filmi, ülkemizde fon desteği görmemiş olmasına rağmen Sundance Dünya Sineması Büyük Jüri Özel Ödülü’ne layık görülmüştü.

    Tolga Karaçelik'in İnsanlar filmden çıktığı zaman hafiflesin istiyorum diyerek çektiği filmi Kelebekler, yönetmenin Gişe Memuru, Sarmaşık gibi filmlerinden sonra senaryosunu yazdığı üçüncü filmi. Karaçelik, 2012'den beri üzerinde çalıştığı yapıtının son parçası Suzan karakterini de tamamlayıp filmin dengeye kavuşması ve olgunlaşmasının ardından, 18 gün gibi kısa bir zaman aralığında tüm sahnelerini çekerek Kelebekleri'i seyircisiyle buluşturdu. Şimdi ise müthiş bir çalışkanlık örneği ile üç farklı senaryo üzerinde, yine, tam bağımsız bir kimlik ile çalışıyor.

    Kaybedecek hiçbir şeyi olmayan bir astronottan daha tehlikeli hiçbir şey yoktur

    Yönetmenin seyircisinin üzerinde yarattığı ''az önce bir dram filmi mi izledim, komedi mi'' gibi ikilemleri kullanarak dokuduğu dilin mizahi ve karakteristik tarafını rahatlıkla hissediyoruz bu film ile. Türk sinemasında ''Bir Tolga Karaçelik Filmi'' diyebileceğimiz türden bir imzanın geliştiğini görmek önemli bir evolüsyon. [caption id="attachment_56586" align="aligncenter" width="1869"] Filmdeki bir sahneden Gişe Memuru'na gönderme[/caption] Kelebekler Garip Bir Aile Komedisi, Bir Garip Aile Komedisi, Komedisi Bir Garip Aile gibi tanımlamalar ile karşımıza çıktı. Aile kavramı ve doğduğun topraklara karşı bir kavga işleniyor aslında filmde. Otuz yıl gibi bir süre ailelerinden tamamen ayrı kalan üç kardeşin bambaşka hayatlar yaşarken bir telefon çağrısı ile buluşmasının ardından aynı arabaya binmeleri ile eğlenceli yolculuğumuz başlıyor. Cemal -Tolga Tekin-, Kenan -Bartu Küçükçağlayan- ve Suzan -Tuğçe Altuğ- birbirleri ile çok az ortak paydalara sahip üç kardeş. Yaşanan olumsuzluklardan sonra telefon ile iletişimleri bile yok denecek kadar az. Bu gibi bir ilişki temelinin üzerine birlikte yolculuğa çıkıp doğdukları köye gitme fikri kızgınlıkları, uzun sessizlikleri, biriken büyük öfkeyi ve ince bir kardeş özlemini beraberinde getiriyor. Aile kavramının içini güçlü bir mizahi dil ile boşaltan hikaye sık sık çarpıcı gerçekliklerin sorgusu ile bizi baş başa bırakıyor.

    Artık her şeyi hissettiğim an söylemek istiyorum

    Ufaktan karakterleri tek tek ele almaya başlarken önceliğimiz tabii ki izlerken hayranlık duyduğumuz Suzan karakteri olacak. Suzan ağabeylerinden farklı olarak neredeyse ailesi ile ilgili hiçbir şeyi hatırlamıyor ve Emrem ile sinir bozucu, yıpratıcı bir evlilikleri var. Taşeron kelimesi ile bir sembol kazanan ilişkileri filmdeki ilk gerilim noktası sanki ve ilişkideki güçsüz taraf şüphesiz ki o. Küfür etmeden küfür edebilen nahif, dünyalar güzeli bir kadın. "Benim sorunlarım var" repliği ve kocaman gözlükleri ile hafızamızda yerini alan Tuğçe Altuğ, bu film ile ilk kez beyaz perde tecrübesini yaşamış aynı zamanda. Altuğ, klişe diyebileceğimiz bir karaktere hafif deli, hayalperest ve çocukça bir duygusallık kimliği kazandırmış kendinden parçalarla geliştirerek. İzlerken hayli keyif aldığımız Suzan, bizce filmin en güzel ayrıntısı! Hikaye onun için güçsüz tarafını yıktığı, hissettiği her şeyi anında söyleyebilmeye başladığı bir yolculuk. Kenan, oyuncu kimliğine rağmen ''kediye, köpeğe'' seslendirme yapan bir karakter. Bartu Küçükçağlayan'a göre karakterin en zorlayıcı tarafı bıyık! Tek başına hikayenin tüm mizahi tarafını yüklenebilecek kadar eğlenceli bir karakter izlenimi verirken arka planda en büyük kalp kırıklıklarını, öfke patlamalarını yaşayan kişi aynı zamanda. Aile trajedilerini, kavgalarını doğrudan yaşayan ve ağabeyi tarafından da sahip çıkılmayan yitik bir kardeş olan Kenan, Suzi ve ağabeyi arasında da net bir kırılma ortanca kardeş olması ile. Harikulade performans sergileyen Bartu Küçükçağlayan, filmin senaryosu eline ulaştığında Bu saçmalığı kim yazmış tanışmam lazım diyerek dahil olmuş kadroya. Albüm hazırlıklarının en yoğun olduğu dönemde bu kadar zor bir işin altından kalkmayı da hakkıyla başarabilmiş ve bizce Çoğunluk, Av Mevsimi, Masum gibi yapımlardaki başarısını daha da yükseklere taşımış, hatta, sinema alanındaki en iyi ''numara''sının Kenan olduğunu söylesek abartmış sayılmayız.

    Noldu? Tavuk mu Patladı!?

    Cemal, filmdeki en ''uçuk'' karakter. Almanya'da halası tarafından yetiştirilmiş ve uzaya çıkma hayalleri kuran isyankar bir astronot! Filmdeki rolü daha çok babalarına olan ''iyilik borcu''nu ödemek üzere kardeşlerini toparlayıcı görevi olan türden bir şey. Anlamsız bir vasiyet'i yerine getirmek için en çok çabalayan, kendince teknikleri uygulayan bir ağabey. Bencil bir tarafı olup olmaması üzerine ikilemler yaratıp seyircilere gıcık gelebildiğini de ekleyelim. Tolga Tekin, ödülü kazandıklarını bir whatsapp çağrısı ile öğrenmiş ve film açısından en zorlayıcı deneyim Serkan Keskin ile çektikleri ilk sahne olmuş. Birbirinden farklı disiplinlere sahip oyuncuların aynı sette, birlikte çalıştığı filmde toparlayıcı kimliği ile ön plana çıkan Cemal'in aynı zamanda kişisel gelişim kitapları yazarı olması isabetli bir tespit olarak göze çarpıyor.

    Ne iş yapıyorsunuz? Astronotum!

    Özellikle üç kardeş Hasanlar'a geldikten sonra müthiş bir duyarsızlaşma ile muhatap oluyoruz ve tüm tuhaflıklara rağmen köylülerin olan biteni kanıksamış davranışları, hatta tavukların patlayıp durması bile dev bir toplumsal eleştiri örneği olabilir. İmam karakteri eğlenceli tarafı ile dikkat çekse de, küresel ısınma/yağmur duası hakkında söyledikleri ya da cenaze ritüelinin eleştirisi o kadar ince bir çizgide seyrediyor ki, biraz daha fazlası tepki çekebilecekken bu haliyle sevimli görünmeyi başarabiliyor. Toplumumuz adına hassas denebilecek konuların üstüne çok gitmeden kararında işlenmesi Tolga Karaçelik'e olumlu dönüşler ile sonuçlanmış, bu gerçekten büyük bir başarı. Tüm güzellemelerimize rağmen, gördüğümüz en saçma filmlerden birini izledik aslında. Tam olarak neden gözlerimizin dolduğunu, neye kahkahalar attığımızı hiç anlamadık. Kendimizden, ailelerimizden parçalar bulabildik mi, ölüm hakkında daha önce düşünmediğimiz öngörüler yapabiliyor muyuz artık emin değiliz. Ayşe Arman, Tolga Karaçelik ile röportajında filmi için bir ilham kaynağı olup olmadığını soruyor mesela, devamını aynen aktaralım:

    Var. Mazhar.

    O kim? Mazhar Candan. Benim amcamdı. Şairdi. Dokuz yaşındayken Odysseia'yı sevdirdi bana. Heredot’un anlattığı, bilmediğimiz krallıklarda dolaştık beraber. Kafka okuduk birlikte. 11 yaşındayken Vladimir Mayakovski ve Sergey Yesenin ile tanıştırdı. 11 yaşında bir çocuğun Yesenin’in kendi kanıyla son şiirini yazdığını falan bilmesi çok sağlıklı şeyler değil. Hayatımı karmaşıklaştıran insandı ama aynı zamanda da güzelleştiren… Kendimi bildim bileli hep “bu sene son senem” derdi. Yirmi küsür sene, “bu sene son senem” dedi. Küçükken korkardım ölmesinden. Sonrasında hep gülerek dinledim bu cümleyi çünkü o hiç ölmezdi. O ölmezdi, ben gülerdim. Ama sonra bir gün öldü… ve ben inanamadım.

    Sonra? Bir altı ay sonra dayım çağırdı. “Mazhar’la oturuyoruz, gel” dedi. Bir balıkçıdalarmış, gittim, özlemiştim onları. Oturdum dayımın karşısına, yanındakine baktım. Mazhar değil, Hasan’mış, meğer o bana Hasan demiş, ben Mazhar anlamışım! O an dank etti, Mazhar’ın öldüğü… Oradan kalktım, eve geldim. İlk defa Mazhar için o gün ağladım. O gün düşünmeye başladım ölümü. Sevdiğim herkesin suratını getirdim gözümün önüne. Hepsine, “bu sene son senem” dedirttim ve hepsini kafamda Hasanlar Köyü’ne gönderdim. Herkesin ölmek için gittiği, herkesin öleceğinin bilindiği Hasanlar Köyü böyle oluştu, kendi karakterlerini de beraberinde getirdi.

    Filmi izlerken seyircinin zihni uzun süredir başarılı bir yerli yapım izlememiş olmasından mıdır bilinmez -varsa bile- boşlukları, eksiklikleri tamamlıyor bir şekilde. Sinema tarihimizdeki en başarılı yolculuk temalı filmlerden biri olduğuna şüphe yok Kelebekler'in şimdiden... Bizce, eksik diyemeyeceğimiz ama beklediğimizi bulamadığımız tek şey *burası spoiler* o mezarın kapanması oldu. Godot'yu Beklerken isimli oyunun finaline benzer bir son olacağını düşünmüştük ya da gidişattan öyle bir çıkarımda bulunmuş da olabiliriz. Haddimiz olmayarak, izlediğimiz kavgaların illa bir sonu olacaksa, onun bize, yani seyirciye bırakılmasının daha ''beklenen'' bir son olduğunu düşünüyoruz. Tolga Karaçelik belki de zihninde Kelebekler'in dosyasını, metnini kapatmak istedi, bilemiyoruz. Siz ne dersiniz?  

    Yorumlar (0)

    Bu gönderi için henüz bir yorum yapılmamış.

    Yorum Bırakın

    Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.