1970 yılında doğmuş olan John Frusciante, henüz 8 yaşında girdiği müzik dükkanlarında Jimi Hendrix şarkılarını gitarda rahatça çalabiliyordu. Yeteneğinin keşfedilmesi çok sürmedi tabii. 18 yaşında, hayranı olduğu Red Hot Chili Peppers grubunun gitaristi olmuş ve inişli çıkışlı müzik kariyerine başlamıştı.   Deneysel rock'ın enerjik lo-fi davullarla ve acid bas'ın kendine özel tınısıyla harmanlandığı albüm, John Frusciante'nin 2012 yılındaki vizyonunu yansıtıyor bize. Red Hot Chili Peppers'ın eski gitaristinin dinleyenlere sunduğu 9. solo albümünde her parça bizi bir duygudan bir başkasına çekiyor, aniden bambaşka düşüncelere sürüklüyor. Alternatif tarzların birbiriyle uyumundan oluşan albüm güçlü vokaller ve karakteristik synthesizerlar sayesinde sürekli olarak ilginizi bir yerden tutup çekiyor. İçinde hip-hop'dan esintiler bulmak bile mümkün. Deneyselliğin ön planda olduğu albümdeki şarkıları kısaca inceleyelim.   Albümün açılış şarkısı Intro/Sabam cüretkâr bir şekilde bizi korkutarak başlıyor. Gerilimi yavaşça artıran birkaç vokal katmanından sonrası ise aklınızda soru işareti bırakacak bir gitar aranjmanına yer veriyor. Davulun ve synthlerin de kendi paydalarını doldurmasından sonra, sürekli olarak duyduğumuz evrilen gitarlar ve bütün enstrürmanlar hiç beklenmedik bir şekilde susup bizi ikinci şarkıya itiyor. Hear Say, dinlemeyi öğrenilmesi gereken bir şarkı. Aksak davullarla ve synthlerle başlayan şarkı acid bas eşliğinde gergin bir vokalle seyrederken tek bir synth melodisiyle bütün düğüm çözülüyor. Albümün sıradaki şarkısıyla tekrar karanlık hisler kaplıyor içimizi.  Kaos ve sequencerların hakim olduğu şarkıda yeri geliyor hızlı ve tempolu davullardan içimiz kıpır kıpır oluyor, yeri geliyor karakteristik vokalle birlikte biz de bağırıyoruz. Ratiug (bir de tersten okuyun) ise tamamen gitarın ve vokalin ön planda olduğu bir şarkı. Sanatçının geleneksel şarkı yazımına dokunduğu şarkı ilerledikçe yavaş yavaş bütün düğümler çözülüyor. Önemli bir kısmı ise arka planda John Frusciante'nin kendine has bir şekilde yaptığı arka vokaller. Guitar, bizi daha melankolik duygulara çeken bir şarkı olarak yerini dolduruyor albümde, tabii bu kadar tempolu bir davul, bazıları için o melankoliyi bir kenara itiyor. Aniden üstümüze düşen bas synth bambaşka bir pencere açarak ilginç bir gitar solosuna taban hazırlıyor. Mistakes ise bambaşka bir şaheser. Alçak gönüllü bir ritim ve synthesizerla başlayan şarkıda ön planda olan ise John Frusciante'nin hayat hakkındaki vokalleri. "Respect who you are inside" diye mırıldanmaya başlıyoruz istemeden. Tabii bu noktada ritim çoktan evrilmiş, birçok synth elemanın katılımıyla aniden bambaşka bir boyuta geçen şarkıda vokaller içimizi parçalıyor. Uprane, gerek vokalleri ile gerek synthesizerları ile üzücü bir hikaye anlatıyor. Arkadaki kaotik davul ise bu acıyı pekiştiriyor. Enstrümanların katılımıyla şarkı aniden bizi güçlü bir vokale itiyor ve yaylılarla birlikte arabesk melodileri duyuyoruz. Sam, kalabalığın sesinin bir döngüye alınması ve davul solosuyla başlamasının ardından aniden punk müziğe gönderme yapılan gitarla kesiliyor. Yaylıların da katılımından sonra bambaşka bir enerjiye yükselen şarkı sert bir punk esintisi üzerinden devam ediyor. Albümün kapanış parçası Sam, John Frusciante'nin o dönemdeki aşk hayatını anlatıyor esasında. Albümün genel sound'unun altını çizen şarkı tatlı bir melankoliyle albümü sonlandırıyor. Dikkatli dinlenince ise şarkının sonunda John Frusciante'nin kayıt için kullandığı kulaklığı çıkarışını duyabilirsiniz. Her albümüyle birlikte müziği evrilen John Frusciante'nin elektronik müziğe tam olarak adım attığı bu albüm, müzisyenleri ve prodüktörleri birçok açıdan etkileyen bir albüm olarak değerlendiriliyor. John Frusciante'nin solo müziği ilginizi çekiyorsa müziğine ışık tutmak adına birkaç öneriyi aşağıya bırakıyoruz: Unreachable, Central, Anne, The Will to Death, Unchanging, Scratches, Look On, In Your Light, Murderers, Going Inside, Repeating, Dissolve. Zevkli dinlemeler!