İnsanlığa Gücenişin Filmi: Capernaum (2018)

İnsanlığa Gücenişin Filmi: Capernaum (2018)
  • 0
    0
    0
    0
  • 91. Akademi Ödülleri’nin Yabancı Dilde En İyi Film dalından aday gösterilen Capernaum (Kefernahum) tek kelimeyle bir başyapıt. Lübnanlı yönetmen Nadine Labaki tarafından çekilen film ilk gösterimini Cannes Film Festivali’nde gerçekleştirdi ve festivalden üç ödülü kucaklayarak ayrıldı. Ülkemizde ise ilk olarak 17. Filmekimi'nde izleyicisiyle buluştu. Film oldukça etkileyici başlıyor. Bir mahkeme salonunda on iki on üç yaşlarında olduğu öne sürülen Zain’in ailesini dava ettiğini görüyoruz. Hakim “Neden aileni dava etmek istiyorsun?” diye sorduğunda, Zain’in “Doğduğum için.” cevabını vermesi daha ilk dakikalardan izleyiciyi filmin içine çekmeyi başarıyor. Sonrasında olayların nasıl bu boyuta geldiğini izlemeye başlıyoruz. Zain, Lübnan’da çok çocuklu bir ailenin en büyük ve tek erkek çocuğudur. Yokluk ve sefalet içinde yaşamaktadırlar. Kız kardeşi Sahar’ın bir bakkala gelin olarak verilmesine engel olamayan Zain evi terk eder. Kaçak çalışan bir Etiyopyalı kadın ile karşılaşır ve kadının bebeğine bakmasına karşılık olarak onlarla bir süre yaşar. Daha sonra yaşanan olumsuz ve oldukça üzücü olaylar sonrasında Zain, göç etmeye karar verir. Doğum belgesi ve kimlik gibi resmi evraklara ihtiyacı olan Zain, bunları sağlamak için eve döner. Fakat sorumsuz ailesi hiçbir çocuğunun kaydını yaptırmadığı için Zain’in bulmayı amaçladığı evraklar aslında hiç oluşturulmamıştır. Yani Zain resmi olarak var bile değildir ve bu cehennemde sıkışıp kalmıştır. Yönetmen Labaki bu filmiyle çocuk gelinler üzerinde farkındalık yaratmak istemiş, çok da güzel başarmış. On bir yaşındaki bir kız çocuğunun dört beş tavuk karşılığı satılması sahnesi izleyicinin kanını donduruyor. Evinden ayrılmak istemeyen Sahar ve kardeşinden ayrılmak istemeyen Zain’in birbirini bulmaya çalışan elleri karşısında zorla koparılmalarıyla yaşadıkları çaresizliği iliklerinize kadar hissediyorsunuz. Yönetmen, bir Orta Doğu gerçeği olan çocuk gelinlerin göz ardı edilmesine isyan etmiş adeta. Üç maymunu oynayan milletlere karşı kız çocuklarının çığlığı olmuş. Bu gerçekliğin dünyanın bir kısmında hala var olduğunu tüm insanların görmesini, duymasını, bilmesini istemiş. Annesine bakabilmek için Etiyopya’dan Lübnan’a çalışmaya gelen bir kadın üzerinden de göçmenliğe değiniyor yönetmen. Kaçak olarak çalıştığı için sınır dışı edilmekten ve oğlunun elinden alınmasından korkan kadın kendisine karşı yapılan tüm haksızlıklara göz yummak zorunda kalıyor. Tüm bu zorluklar altında ve sefalet içinde yaşamaya razı gelmesi, geldiği yerde ne derece daha kötü koşullar altında yaşadığı hakkında seyirciye fikir veriyor. Suriyeli küçük bir kız çocuğu üzerinden de Suriye göçmenlerine dikkat çekmek istiyor yönetmen. Ülkelerindeki savaştan ve yoksulluktan kaçan Suriyeliler'i almak istemeyen devletlere bu zorunlu göçün perde arkasını gösteriyor. Ülkelerini terk etmek zorunda kalan mültecilerin, daha iyi yaşam şartları bulma umuduyla yola çıkıp en fazla kötünün iyisine kadar ulaşabildiklerine değiniyor. Umut kavramı, göç edince hayatta kalma savaşının sona ereceğine düşünen Zain ile somutlaştırılıyor. Çoğunluğun Müslüman olduğu bir ülkeden Tanrı'yı yargılayan bir film çıkarmak oldukça cesur bir hareket olmuş. Zain’in annesine sorduğu “Tanrı bu zamana kadar sana ne verdi?” sorusuna “Hamileyim.” cevabı, sayfalarca yazılmak isteneni 2 satır diyalogla anlatmaya yetmiş. İnsanların Tanrı'nın var olmasına duyduğu ihtiyacın temelindeki kendini kandırma dürtüsünü aktarmış. Bakamayacağı bir çocuk daha yapmayı bir hata olarak değil de Tanrı'nın vergisi olarak görmek tam da insanoğlunun yapacağı türden bir davranış. İnsan için sorumluluklarından ve hatalarından kurtulmanın en kolay yolu ''Tanrı böyle istedi''ye bağlamaktır. Ama eğer Tanrı yoksa o zaman sorumluluğun ve suçun kendisinde olduğu gerçeğiyle yüzleşir. Zain’in kardeşlerinden birinin ölmesine dolaylı olarak sebep olan annesi, yeni bir çocuğa daha hamile kalmasını, “Tanrı birini aldı ama birini veriyor.” şeklinde yorumluyor. Çünkü bu sayede hem çocuğunun ölümüne sebep olan hem de bakamayacağı bir çocuk daha yapan sorumsuz bir anne olmaktan kaçabilecek. Bu şekilde yönetmen Labaki, Tanrı'nın var olmasına neden ihtiyaç duyulduğunu ve insanın Tanrı'yı yarattığını vurgulamış. Ayrıca Labaki Tanrı'nın var olma ihtimaline karşı da adaletsiz olduğunu savunmuş. Çok kısa bir sahnede, sokakta 2 evin arasına bir haç asılmış olduğunu görüyoruz. Ülkedeki din dağılımında Hristiyanlığın ikinci sırada olduğunu dikkate alırsak, bu kareyle yönetmen sadece Müslümanlar'ın değil başka dinlerin de Tanrısı'nın adaletsiz olduğunu vurgulamış. Filmin adeta yönetmenin insanlığa karşı duyduğu hayal kırıklığını yansıttığını söyleyebiliriz. Labaki'nin birçok konuya aynı anda bu kadar başarılı değinebilmesi şaşırtıcı derecede etkileyici. Filmin bu derece etkileyici olmasının en büyük sebeplerinden biri de Lübnanlı bestekar, aynı zamanda da Nadine Labaki’nin eşi olan Khaled Mouzanar’ın elinden çıkan müzikleri. Mouzanar'ın notaları dramın daha etkili bir şekilde yaşanmasını sağlamış. Yönetmenin de çekimler için tercih ettiği el kamerası tekniği kargaşa sahnelerindeki kaosu seyirciye daha iyi hissettirmiş. Labaki kurguda kafa karıştırmaktan kaçınmış, akıcı bir şekilde ilerliyor film. Çoğunlukla geçmişi izlediğimiz sahneler arasında mahkeme salonuna geri dönmek, seyirciye nerede kaldığını hatırlatmak açısından başarılı olmuş. Mahkeme salonuna kadar olayların nasıl geliştiğini merak içinde izliyorsunuz. Zain karakterini canlandıran aktör Zain Al Rafeea'nın oyunculuğu kelimelere sığmayacak kadar başarılı. Filmi etkileyici kılan en büyük unsur Zain'in bir yetişkin kadar hatta daha bile iyi bir oyunculuk sergilemiş olması. Onun umutsuzluğunu, üzüntüsünü, göz yaşlarını paylaşıyorsunuz. Zain ve bebeğin olduğu sahnelerin doğallığı belki de hiç görmeyeceğimiz hayatların içerisine sokuyor bizi. Bebekle ilgilendiği sahneler seyircinin içini yakıyor. Bu yanma önce içinizi ısıtıyor sonra canınızı acıtıyor. Yine de yönetmen, empati ve ajitasyon dengesini koruyabiliyor. Sadece acındırma duygusunu yaşatmak için seyircinin tepesine binmiyor. Görseniz de görmeseniz de üzülseniz de üzülmeseniz de gerçekler bu der gibi sergiliyor sahnelerini. Film başladığı gibi yine izleyiciyi derinden etkileyecek bir son yapıyor. Fotoğrafı çekilirken Zain’den gülümsemesi isteniyor ama o hiçbir tepki vermiyor. Sonra o ana kadar Zain karakterinin hiç gülerken görmediğinizi fark ediyorsunuz. Zain’in gülümsemek için çaba sarf etmemesi acaba gülmeyi biliyor mu ki sorusunu aklınıza sokuyor. Daha sonra bu fotoğrafın kimliği için olacağı söylendiğinde Zain, yeryüzünde çoktan var olan bedeninin resmileştirilmesine gülümsüyor, fotoğraf çekiliyor ve siz dakikalarca o fotoğrafa bakıyorsunuz. Kaynak: 1

    Yorumlar (0)

    Bu gönderi için henüz bir yorum yapılmamış.

    Yorum Bırakın

    Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.