İkinci Yeni'nin Parıldayan Şairi: Cemal Süreya

İkinci Yeni'nin Parıldayan Şairi: Cemal Süreya
  • 2
    0
    0
    0
  • “Herkes bende çok şiir olduğu sanısındaydı. Oysa ben umudumu, bitirebileceğim ilk ve tek şiire bağlamıştım. "Bir tane katarsam ardı gelir" diyordum. Sonunda dayanamadım üstelemeler karşısında, eksik bir çalışmamı bu kez çok hızlı bir elden geçirme işleminden sonra Mülkiye’ye verdim: Şarkısı-Beyaz.”

    “Ayıcılar geçti, affedilmemiş insanlar geçti
    Şehirler taş yürekliydi Şarkısı-beyaz
    İnsanların büyük rüyaları vardı
    İnsanlar bir ölümle öldüler ki
    Sevgiler arasında şaşırıp
    Bir unuttular ki deme gitsin...”

    Cahit Zarifoğlu'na göre Türk edebiyatının en büyük aşk şairi, Aziz Nesin’e göre “Dünyanın en küçük devleti” olan Cemal Süreya’nın bizimle ilk tanışması bu hikâye ve dizelere dayanır.

    Yukarıdaki şiir üniversite yıllarında yayınlansa da, ilk şiirlerini ilkokul yıllarında yazdı. O yıllarda kantinde oturup yazmaya çalıştığından, sonraki yıllarda yazmak için hep gürültülü ortamları tercih edecek, insanların içindeyken kendi düşüncelerinde gezinecekti. İlk şiirinin üniversite yıllarında yayımlanması da utangaçlığı ve kusursuzluğa olan merakından kaynaklanıyordu.

    Hayatını uzun uzadıya anlatmak yerine kendi anlatımıyla şu cümleye indirgeyebiliriz: “1931 yılında doğdum, 1937 yılında annem öldü, 1944 yılında Dostoyevski okudum, o gün bugündür huzurum yoktur. Biyografim bu kadar.”

    Yine kendi cümleleriyle kişiliğini ve günlük yaşantısını TRT deki bir röportajda şu sözlerle özetliyor şair: “Nasıl bir adamım? Herhalde şöyle; çocukluğunu yitirmemiş bir adamım. Bununla birlikte biraz da ciddi bir adamım, okuyan bir adamım, yalnız bir adamım, fazla kalabalıktan hoşlanmam. Küçük bir arkadaş çevrem vardır, bunun dışına çıkmam. Bu çevreler bazen değişir ama genellikle küçük bir çevredir. Dolaşmayı fazla sevmem, aynı masada oturmayı, aynı masada çalışmayı severim. Yemek yemeyi de öyle. Aynı lokantaya giderim. Yani sınırlı bir hayattır benim hayatım.”

    Bu cümlelere ek olarak; tanıdıklarının da Cemal Süreya’nın karakteri hakkında söylediğine göre şair alıngan, kırılgan ve insanlarla iletişiminde her zaman sıcakkanlı olan biriydi. Alınganlığı üzerine bilindik bir hikâyesi de vardı.

    Şair bir gün bir yayınevi ile görüşmeye gider. Yayınevinin teklifi, Süreya’nın tüm eserlerini basmaktır. Birkaç saat sonra onu bekleyen arkadaşlarının yanına döndüğünde suratı asıktır ve malum soru gelir; "Ne oldu Cemal?" Şairin cevabı şudur: “Adam benimle konuşurken iki elini de masanın üstüne koydu.” Beylik bir tavır almıştı yayınevinin sahibi. Şair bu tavra alınmış ve basım teklifini reddetmişti.

    Yine bir röportajda Sunay Akın, onun için “tanıdığım en entelektüel insan” cümlelerini sarf etmişti. Bilgi birikimi çok yüksekti. Yabancı dillerden yaptığı çeviriler onun sadece kendi dilinde usta olmadığının da göstergesiydi. Belli başlı huylarının arasında müdavimlik de vardı. Yukarıda bahsettiğim gibi, değişiklikten ziyade sabitliğin insanıydı şair. En büyük müdavimliği ise Hatay Meyhanesi'ydi. Burada içmekten ve arkadaşlarıyla sohbet etmekten büyük keyif alırdı. Bahsi geçen meyhanenin Ülkü Tamer, Edip Cansever, kimi zaman Turgut Uyar, Can Yücel, Ece Ayhan, Ahmed Arif gibi konukları da olurdu sıklıkla. Hazır bu isimlerden bahsetmişken biraz da İkinci Yeni'den bahsedelim.

    Bildiğiniz yukarıdaki isimler –Ahmed Arif ve Can Yücel hariç- aynı zamanda akımın da başlıca temsilcileriydiler. Şiirde yalınlığı, üstü kapalı anlatımı ve imgeyi ön plana çıkarıp Garip Akımı'na karşı çıkmışlardı. Cemal Süreya bu akımı şu sözleriyle ifade etmişti: “İkinci yeni bir güvercin curnatasıdır. Ben en alçaktan uçuyorum. Avcılardan değil, arkadaşlarımdan korktuğum için.”. Adı geçen şairler, özellikle Edip Cansever, şiiri yazmaktan ziyade yaşayan bir şairdi. Bir eseri içselleştirmeyi kanaatimce en iyi o becerirdi. Cemal Süreya ise şiiri bir gökdelen gibi inşa ederdi. Tepesine çıkıp manzarasını izlerdiniz yazılanların. Şair, bu isimlerin çoğuna şiirlerinde de yer vermişti.

    “Yeşil ipek gömleğinin yakası
    Büyük zamana düşer.
    Her şeyin fazlası zararlıdır ya,
    Fazla şiirden öldü Edip Cansever.”


    “Öldüğü gün, hepimizi işten attılar.”
    dediği Turgut Uyar başlıklı şiiri de buna örnek verilebilir. Bu iki şairin erken ölümü üzerine Süreya’yı da ölüm korkusu sarmış, annesinin ölümüyle bağlandığı şiire sıkı sıkıya tutunmuştur. Şiire tutunmasının yanı sıra bir aşka da tutuldu şair; Tomris Uyar.

    Hala çeşitli çevrelerce bu aşk Türk edebiyatının en verimli aşkı olarak kabul edilir bu ilişki. Süreya’nın en iyi şiirlerini bu dönemde yazdığı düşünülür. Sayım şiiri bunlardan biridir.

    “Ay ışığında oturduk Bileğinden öptüm seni
    Sonra ayakta öptüm
    Dudağından öptüm seni
    Kapı aralığında öptüm
    Soluğundan öptüm seni….”

    Anlatılanlara göre, iki edebiyat işçisi birbirlerine âşık olduklarında evlilerdi. Daha sonra birbirleri için eşlerinden boşandılar. Üç yılları birlikte geçti. Ayrıldıklarında şu cümleleri kurdu Tomris: ''Beni bıraktı ama rahat edemedi. Ona göre bana sahip olunamazdı. 'Senden ayrıldığım anda, senin hakkında, hikâyen hakkında sevdiğimi belirtecek hiçbir şey söylemeyeceğim, benim ağzımdan kimse duymayacak' dedi ve doğrusu hiç yazmadı.” (Belki adını zikretmedi ama şiirlerini biraz deştiğinizde varlığını hissedersiniz.)

    Tomris’e âşık olanların arasında Turgut ve Edip de vardı. Şimdi bu mizanseni kafanızda kurmanızı rica ediyorum. Döneminin en iyi üç şairi aynı kadına âşık ve şiirler yazıyorlar. Süreya ile bir süre birlikte olmuşlardı. Turgut ilerleyen dönemlerde kendisiyle evlenecekti, Edip ise bir nehre taş atıp onun batışını izlercesine şiirler yazıp hayatının aşkını izliyordu Bu hikâyenin neresinden bakarsanız şiir görürsünüz.

    Bıraktığı iz sebebiyle şairin ilerleyen dönemlerde birçok araştırmanın ve tartışmanın konusu olduğunu görüyoruz. Bu tartışmaların biri de imzası üzerine. Salah Birsel, bu konuyla ilgili bir denemede şairin imzasındaki çıkıntının melon bir şapka olduğunu söyler. Metin Altıok ise bunun bir fötr şapka olduğunu iddia eder. Oysa Cemal Süreya’nın imzasında şapka yoktur. İmzanın uzayan çengelini saat yönünde doksan derece çevirince ortaya bir insan silueti çıkar ve dudaklarında Cemal Süreya’nın hiç düşürmediği sigarası görünür. Şapka sanılan ise burnudur. Cemal, zaten yüz güzelliği demektir. İmzaya dikkat edildiğinde kulak olmadığını görürüz. Mezarlığının Kulaksız’da olması bunun bir tesadüf olmadığını gösterir.

    Bir de cenaze hikâyesi vardı şairin. Sunay Akın, Süreya’nın naaşının Haydarpaşa Numune Hastanesi morgunda olduğunu duyunca soluğu orada alıyor. Gittiğinde bir bakıyor ki ülkenin her yerine adıyla gitmiş olan şairin başında sadece Hatay Lokantasının sahibi Mehmet Ali Işık, Süreya’nın amcasının iki çocuğu ve oğlu Memo’dan başka kimse yok. Cenaze arabasına biniyorlar. Güzergâha göre şoför birinci köprüden, Ankara asfaltından karşıya geçecek sonrada Şişli’ye bırakacak. Giderken Sunay Akın’ın aklına şairin bir dizesi geliyor; “Gömmeden önce biraz gezdirin beni…” Hemen şoföre dönüyor: “Köprüye asfalttan gitmeyeceğiz, Harem’e gideceksin, sahil yolundan gideceğiz” diyor. Şoför biraz dirense de kabul ediyor. Kuzguncuk’a geldiklerinde Can Yücel’in hep oturduğu kahveye bakıyor Sunay Akın. Aklında onu da çağırmak ve “Hocam bak, Cemal Süreya’yı gezdiriyoruz” demek vardır. İçeri doğru giren sokağın 70-80 metre ilerisine baktığında Can Yücel’i görüyor, sesleniyor fakat şair duymuyor. Şoförden durmasını istese de şoför durmuyor. Ertesi güni, Şişli Camii’ne gidiyorlar. Enteresan bir şey gerçekleşiyor. Siyahlara bürünmüş çok güzel bir kadın beliriyor. Perihan Hanım onunla bir şeyler konuşunca Sunay Akın gidip kim olduğunu soruyor. Perihan Hanım “Suna o” cevabını veriyor. Süreya’nın ilk aşkı. Belki de Üvercinka. Cenaze arabası yola çıkıyor. O arabalarda o dönem cenaze kime aitse onun ismi yazarmış. Süreya’nın soyadını iki “y” ile yazmışlar. Trafik sıkışıkken bir kadın cenaze arabasının peşinden koşuyor. En son yetişip siliyor soyadındaki fazlalığı…

    Aklıma alakasız da olsa Sait Faik’in “Sevmek... Bir insanı sevmekle başlar her şey. Burada her şey bir insanı sevmekle bitiyor.” cümlesi geldi bu hikâyeyi duyunca. Türk edebiyatının en büyük aşk şairine yazdığı her şiir, çevirdiği her kitap için teşekkürlerimi sunarken, sizler için seslendirdiğim şiirini aşağıya bırakıyorum. Keyifli dinlemeler.

    Şiir : Üvercinka

    https://open.spotify.com/episode/6sWNenKs6YZHuxFRo1CfAs?si=gXkhEeYZRIiMzn0gZ9-DMQ

    Kaynak : 1 ">2


    Yorumlar (0)

    Bu gönderi için henüz bir yorum yapılmamış.

    Yorum Bırakın

    Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.