İki Kapılı Handan Bir Aşık Geçti: Âşık Veysel Şatıroğlu

İki Kapılı Handan Bir Aşık Geçti: Âşık Veysel Şatıroğlu
  • 1
    0
    0
    0
  •            “Ben giderim adım kalır, Dostlar beni hatırlasın”

    Âşık geleneğinin son büyük temsilcilerinden, karanlık dünyasıyla etrafını aydınlatan, dünya gözüyle göremediklerini gönül gözüyle saza söze döken usta ozan Aşık Veysel Şatıroğlu. İki kapılı hanın kapısından 25 Ekim 1894 yılında giriyor. Annesi  Gülizar Hanım, babası “Karaca” lakabıyla tanınan Ahmet Bey. Sivas’ın Şarkışla ilçesinde Sivrialan köyünde annesi koyun sağmadan dönerken bir yol kenarında dünyaya getiriyor. Uzun süredir çiçek hastalığı musallat Şatıroğlu ailesine. İki ablasını aynı hastalıktan kaybettiği hastalık 7 yaşındayken bu kez onun iki gözünü alıyor. Şöyle diyor Âşık "Çiçeğe yatmadan evvel anam güzel bir entari dikmişti. Onu giyerek beni çok seven Muhsine kadına göstermeye gitmiştim. Beni sevdi. O gün çamurlu bir gündü, eve dönerken ayağım kaydı ve düştüm. Bir daha kalkamadım. Çiçeğe yakalanmıştım... Çiçek zorlu geldi. Sol gözümde çiçek beyi çıktı. Sağ gözüme de, solun zorundan olacak, perde indi. O gün bugündür dünya başıma zindan." Babası Veysel’in yaşıtlarıyla iletişim kuramadığı için yalnız kaldığını fark ediyor ve ona oyalanması için bir bağlama alıyor. “Soyumuzda saz çalan kimseyi duymadım, köyümüzde  vardı elbet... Zaten o zaman her köyde birçok âşık vardı. Dokuz on yaşlarında vardım. Gözlerimi kaybettikten sonra babam, oyalansın diye sazı getirip önüme koydu. Sazın ne olduğunu bilmiyordum ya... Devamlı olarak çalmaya teşvik etti. Ama ben bir türlü beceremiyor, ikide bir akordunu bozuyordum. Başkaları çalarken hoşuma gidiyordu. Adeta sazın içine girmeye çalışıyordum.” diye anlatıyor Aşık Veysel sazla tanışmasını. Saz çalmayı Çamşıhılı Ali’den öğreniyor Veysel İlk olarak da babasından öğrendiği Kul Abdal mahlaslı bir deyişi çalıp söylüyor.

    “Kul Abdal’ım yalan dünya vefasız Alemde bir derde düştüm devasız Sen bana yar olman be hey vefasız Var kimin olursan ol şimden geri”

    Âşık Veysel'i en çok üzen olaylardan birisi köydeki tüm yaşıtlarının savaşa gitmesine karşılık kendisinin bu görevden yoksun kalması olmuş. 1919’da ise babası kendilerine bir şey olursa Veysel’e kimin bakacağını düşünüp akrabaları Esma ile evlendiriyorlar onu. İlk çocuklarını 10 günlükken kaybediyor çift. Daha sonra, önce annesinin sonra babasının ölümü ile sarsılıyor Âşık Veysel. Acılar peşini bırakmıyor bu uzun ince yolda. Henüz ailesini kaybetmişken eşi Esma da terk ediyor onu hem de Veysel’e yardımcı olarak tutulan hizmetkarla. Üstelik 6 aylık olan kızını Veysel’in yanına bırakarak. Bir süre sonra kızını da kaybediyor.
    "Anlatamam derdimi dertsiz insana Derd çekmeyen dert kıymetin bilemez Derdim bana derman imiş bilmedim Hiçbir zaman gül dikensiz olamaz"
    Ailesinin, çocuklarının ölümünden, eşinin terk edişinden sonra sazını alıp arkadaşı İbrahim ile ilk kez çıkıyor köyünden Aşık Veysel, terk ediyor memleketini ve başka bir köye yerleşiyor. Hayatı değişmeye başlıyor bu terk edişten sonra, 6 çocuğunun annesi, ömrünün sonuna dek hep yanında olacak Gülizar Hanım ile tanışıyor. 1930’da Ahmet Kutsi Tecer’in düzenlediği şairler gecesi ise dönüm noktası oluyor Aşık Veysel’in. Başlayan dostlukları, Âşık Veysel’in yazdığı şiirlere destek vermesi ile o yıllara kadar usta ozanların şiirlerinden çalıp söyleyen Aşık Veysel o zamandan sonra kendi sözlerini yazıp söylemeye başlıyor artık. Kendi deyimi ile Kutsi Tecer “hem ayağının hem dilinin bağını çözüyor.” İlk şiiri ise 39 yaşında Cumhuriyetin 10. Yıl Dönümünde Atatürk için yazdığı destan oluyor. Destanı çok beğeniliyor ve Mustafa Kemal Atatürk’e götürülmesi teklif ediliyor. Aşık Veysel kendisi götürmek istiyor Mustafa Kemal’e ayağında çarığıyla, sazıyla ve yanında yol arkadaşı İbrahim ile Ankara’ya doğru yola çıkıyorlar. 3 ayda varıyorlar Ankara’ya. Fakat o sıralar İran şahı Ankara ziyaretinde bulunacağı için giyimi düzgün olmayanlar şehre alınmıyor bir kargaşadır sürüp gidiyor. Sazının tellerini değiştirmek için gittiği Ulustaki Karaoğlan çarşısında polis onu geri çeviriyor. Hakimiyet-i Milliye matbaasına gidiyorlar. Gazetedekiler destanı çok beğeniyor. 3 gün boyunca gazetede yayımlanıyor. Yayımlanıyor fakat Atatürk’e duyuramıyor sesini, üstelik dönmek için parası da yok cebinde. Fakat gazetede yayımlanan yazılar sayesinde ünü Ankara’ya yayılıyor. Halk evleri ona para toplamak için bir konser düzenliyor. Çalıyor söylüyor Aşık Veysel,  45 gün sonra da memleketine dönüyor. O zamandan sonra Anadolu’yu dolaşmaya başlıyorlar İbrahim ile. İlk radyoya çıkışında -İstanbul Radyosu- mikrofonun başına oturunca Mesut Bey “İyi söyleyin, sizi dünyanın her tarafı dinleyecek.” diyor, o da herkes duysun diye bağıra bağıra okuyor türkülerini. O bağırırken Ankara’ya gidip ulaştıramadığı sesi duyuluyor bu kez bir sofrada. Radyoda Aşık Veysel’in sesini duyunca "Onlar kimse bulun getirin" diye talimat veriyor Mustafa Kemal Atatürk. Ne yazık ki ulaşamıyorlar Aşık Veysel’e. "O kör talih orada da yolumuzu kesti" diyor Aşık, o gün kendini evine davet eden bir hayranın evine gidiyor. Bilse gider mi hiç? Ertesi gün radyoya gidince olanları duyuyor. “Yaver Şükrü Bey’e bir mektup yazayım da gidin oraya kadar, bakalım ne çıkar, talihe.” diyor Mesut Cemil Bey. Sazını alıyor düşüyor yola Dolma Bahçe Sarayı'na gidiyor Yaver Şükrü Bey'i buluyor lakin "O bir zevk zamanıydı. Şimdi çalışma zamanı. Sen adresi bırak yeniden hatırlar da sorarsa biz seni buluruz." diyorlar Aşık Veysel'e, görüşemiyor çok sevdiği Mustafa Kemal Atatürk’le, beklediği haber hiç gelmiyor. 40’lardan itibaren Ahmet Kutsi Tecer sayesinde Köy Enstitülerinde usta öğretici olarak saz dersi veriyor çocuklara. 44’te bir sohbet sırasında gelen ilhamla “Kara Toprak” şiirini yazıyor Aşık Veysel.

    “Her kim olursa bu sırra mazhar  Dünyaya bırakır ölmez bir eser    Gün gelir Veysel'i bağrına basar        Benim sadık yârim kara topraktır”

    Eserlerinde en verimli dönemlerini yaşıyor enstitülerde. Saz eşliğinde plak dolduran ilk sanatçı ünvanını da taşıyor aynı zamanda Aşık Veysel. Şiirleri halk evleri dergisi olan Ülkü'de yayınlanıyor. Bu şiirler düzenlenip 1944'te “Deyişler” olarak kitap halini alıyor. Zaman geçtikçe yoruluyor gurbetten, artık büyük şehrin sesine dayanamayan Âşık memleketine dönüyor. 60-70’li yılların sanatçıları Selda Bağcan, Fikret Kızılok, Hümeyra, Esin Afşar gibi müzisyenler Âşık Veysel'in deyişlerini düzenleyerek yeniden yorumluyorlar. Hastalanıyor Aşık Veysel, önce memleketi Sivas'ta tedavi oluyor, sonra Ankara’ya götürüyorlar tedavi için. Kanser olduğunu öğreniyor fakat hastanede kalmak istemiyor köyüne dönmek istiyor. Durumu kötüleşince yıllardır kendisine yol arkadaşı olmuş, derdine ortak ettiği sırdaşı ettiği, ekmek parası olmuş “Ben bir insanoğlu sen bir dut dalı, Ben babamı sen ustanı unutma” dediği. sazıyla vedalaşıyor Veysel.

    “Ben gidersem sazım sen kal dünyada Gizli sırlarımı aşikar etme Lal olsun dillerin söyleme ya da Garip bülbül gibi ah-u zar etme”

    6 çocuğuna 15 torununa vasiyet ediyor, doğduğu yerde toprağa verilmek istiyor. “Gözlerimi açtığım yerde toprağa karışıp gideyim.”  diyor. Bir vasiyeti daha var Aşık Veysel'in, öldüğünde mezarının üstüne taş konulmaması... "Ben öldükten sonra üzerimde otlar bitsin, çiçekler açsın. Taş kapatır çimento kapatır hiç kimse istifade edemez yalnız benim toprağımda milletime hizmet etsin oradaki biten otlardan koyun yesin et olsun kuzu yesin süt olsun arı yesin balı götürsün bal olsun. Ben orada taşın altında yatmakla bir istifadem yok, düşüncem bu." Son bir şiir yazıyor ve veda ediyor Aşık Veysel.

    "Selam saygı hepinize Gelmez yola gidiyorum Ne karaya ne denize Gelmez yola gidiyorum

    Ne şehire ne de köye Ne yıldıza ne de aya Uçsuz bucaksız deryaya Gelmez yola gidiyorum"

    “Dünya bir han, konan göçer” dediği dünyadan 21 Mart 1973 yılında göçtü aşık Veysel. Gerisinde dertlerinin saza söze döktüğü unutulmaz eserler bırakarak. Kaynak. 1, ">2, ">3

    Yorumlar (0)

    Bu gönderi için henüz bir yorum yapılmamış.

    Yorum Bırakın

    Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.