2023’te İzlediğim En İyi 10 Film

2023’te İzlediğim En İyi 10 Film
  • 17
    0
    0
    0
  • 2023 pandemi sonrası dönemde daha iyi filmler seyrettiğimiz bir yıl oldu. Benim için de seyrettiğim 100'den fazla filml ile uzun süredir geçrdiğim en hareketli sinema yılıydı. Bunu geçen yılbaşı gecesi film seyretmiş olmama yoruyorum :)  Yine de 2023'ün bazı önemli filmlerini seyretme imkanım olmadı. "Poor Things" ve "Dream Scenario" gibi filmleri seyretmiş olsaydım, eminim bu liste daha farklı olurdu. Bu yılın hemen tüm listelerinde kendine yer bulan "Barbie" filmini de içimden seyretmek gelmedi. Çok fazla pazarlaması yapılan filmlere karşı elimde olmadan mesafeli oluyorum. Oppenheimer için de aynı şey geçerli ama onu seyretttim. Hayran olmasam da listeye koymadan edemedim. 

    10. Oppenheimer

    Christopher Nolan, diğer insanlar kadar hayranı olduğum bir yönetmen değil. Açıkçası büyük prodüksiyon filmlerinin çok yüksek gişeye ihtiyaç duyduğu için pazarlama ile şişirildiğini düşünüyorum. Oppenheimer için kötü bir film demek elbette mümkün değil, ama kesinlikle iyi bir filmden fazlası da değil. Teknik açıdan mükemmel, ses, sinematografi, çarpıcı patlama sahneleri müthiş, oyunculuklar harika ama filmin “ruhu” yok. Anlattığı insanlık durumundan çok filmin görkemine odaklanıyorsunuz.  Oppenheimer’ın özdeşleşmesi zor bir karakter olmasının da belki bunda etkisi vardır. Kesinlikle senenin en çok gişe yapan ve konuşulan filmi. 

    9. Zone of Interest

    Jonathan Glazer'ın yönettiği "Zone of Interest", Martin Amis'in aynı adlı romanından uyarlanmış. Film, Auschwitz komutanı Rudolf Höss ve eşinin toplama kampının yanında ideal bir hayat kurma çabalarını anlatıyor. Başrollerinde Christian Friedel ve Sandra Hüller'in yer aldığı film, Cannes Film Festivali'nde eleştirmenlerden övgü alarak Grand Prix ve FIPRESCI Ödülü'nü kazandı. Film, Holokost'un korkunç suçlarına iştirak eden insanların gündelik yaşamlarını ve bu vahşetin altında yatan sıradanlığı ele alıyor. Üstelik bunu benzeri birçok yahudi soykırımı filminden daha başarılı yansıtıyor. "Zone of Interest" neredeyse hiç şiddet sahnesi göstermeden, sadece uzaktan gelen çığlıklarla, soykırımın şok edici dehşetini haykırıyor. Auschwitz'in komutanının, toplama kampı duvarının hemen ardındaki evindeki aile yaşamı, orada olduğunu bildiğimiz ama göremediğimiz bir kötülüğün duru bir yansıması haline geliyor. 

    8. The Holdovers

    Çok keyifli, olağanüstü performanslarla ve Noel sezonunun getirdiği sıcak bir atmosferle harmanlanmış bir ergenlik (growing-old) filmi. Neredeyse herkesin ilişkilenebileceği dokunaklı bu hikaye;  yas, geçmiş, aile, iyi olma hali gibi birçok temayı ele alıyor, Ayrıca 70’li yılların havasını perdeye taşıyan harika bir sinematografisi ve müzikleri var. Yönetmen Alexander Payne'in sinemaya dönüş filmi sevenlerini mutlu edecek kadar başarılı. Önceki filmlerinin düzenli bir oyuncusu olan Paul Giamatti, şimdiye kadarki en güçlü performanslarından birini sergiliyor. Da'Vine Joy Randolph, hüzünlü siyahi mutfak şefi olarak olağanüstü. Dominic Sessa, gerçek hayatta 33 yaşında olmasına rağmen, filmde 17 yaşındaki asi lise öğrencisi Angus'u oynamak için açıkçası çok yaşlı. Özellikle bazı sahnelerde yaş çok belli oluyor. 

    7. All Of Us Strangers 

    Yılın süprizlerinden biri Andrew Haigh tarafından yazılıp yönetilen, Taichi Yamada'nın 1987 tarihli aynı adlı romanına dayanan “All of Us Strangers” filmi oldu. Birçok festivalden ödülle dönen film göründüğü gibi “bir başka queer filmi” değil. Ana teması yalnızlık olsa da, insanın kendisi dahil tüm insanlarla ilişki biçimlerini, küçük anların getirdiği büyük mutluluğu ve kaybın yıkıcı kederini tasvir ediyor. “All of Us Strangers”, Londra'daki neredeyse boş bir apartman dairesinde yaşayan Adam'ın, gizemli komşusu Harry ile şans eseri karşılaşmasını ve bu karşılaşmanın günlük hayatının ritmini nasıl bozduğunu anlatıyor. İlişkileri geliştikçe Adam, çocukluğunun geçtiği banliyö kasabasına, özellikle de ebeveynlerinin 30 yıl önce öldükleri gün gibi hayatını derinden etkileyen anılarına doğru çekilir. İzlemesi kolay olmayan bir film. Özellikle son bölümü oldukça duygusal. Ancak film, zaman zaman komik, hüzünlü, romantik ve hatta korkutucu da olabiliyor. Başrollerdeki Andrew Scott ve Paul Mescal arasındaki kimya harika.

    6. Infinity Pool

    "Infinity Pool", uzun süredir yazma sıkıntısı çeken yazar James Foster'ın, eşi Em ile birlikte,  kurgusal bir üçüncü dünya ülkesindeki lüks bir tatil beldesinde geçirdiği kabus dolu günleri konu alıyor. Tatil beldesinin kapılarının dışında yapılan yasadışı bir gezi, trajik bir kazaya yol açınca, James idam cezasıyla yüzleşiyor. Ancak idamdan kurtulmak için kendisinden üretilen bir “klonunun” idamına tanık olması gereken bir seçenekle karşı karşıya kalıyor. Verdiği kararla kendisini, suçları için bir tür kefaret olarak aynı "klonlama" sürecinden geçen, kendilerini "zombi" olarak adlandıran, tarikat benzeri bir grup insanın fantezilerinin kurbanı olarak buluyor. “Body Horror” filmlerin ustası David Crononberg’in oğlu Brandon Crononberg babasının izinden gidiyor gibi. David Cronenberg'in sinemasında, "beden deformasyonu" (body horror), insan bedeninin fiziksel deformasyonu, mutasyonu, ve hastalıkları gibi unsurların korku ve gerilim yaratmak için kullanılmasını ifade eder. Cronenberg'in filmleri, genellikle bedensel değişimler ve parçalanmalar üzerine odaklanır ve bu tür unsurlar, karakterlerin psikolojik ve duygusal durumlarını yansıtmak için kullanılır. Oğlu da “Infinity Pool” da benzer bir temaya yaslanıyor. Ancak filmi bir “arthouse” olmaktan öte bir teenslasher’a daha yakın duruyor. Bir yazarın "ilham" arayışının sanatsal temsili hiç bu kadar ürkütücü gösterilmemiştir.

    5. Fair Play (Adil Oyun)

    "Fair Play" filmi, benim için tam bir sürpriz oldu. Hakkında hiçbir şey bilmeden Netflix’te rastlayıp seyrettiğim film yılın en iyilerinden. Film, erkeklerin hakim olduğu finans sektöründe yolunu bulmaya çalışan Emily'nin hikayesini anlatıyor. Cinsiyetçi ve ayrımcı tavırlara maruz kalan, erkek meslektaşlarına kendini sürekli kanıtlamak zorunda kalan Emily, evlenmek üzere olduğu erkek arkadaşı ile de aynı iş yerinde çalışıyor. Bir yandan gücün sıkça kötüye kullanıldığı, mobbingin sıradanlaştığı finans sektörünün insanı ezen ve onursuzlaştıran tarafını, öte yandan Emily’nin kariyerindeki gelişmelerin ilişkisini nasıl etkilediğini görüyoruz. "Fair Play", özellikle son bölümü beni rahatsız eden ve etkileyen düşündürücü bir film. Filmde tasvir edilen toksik erkeklik ve finans sektörünün karanlık yönleri hem rahatsız edici hem de gerçekçi; hem eğlenceli hem de dozunda bir gerilime sahip. Bu denge her zaman bulunmuyor. 

    4. Anatomy of a Fall (Bir Düşüşün Anatomisi)

    Sandra Hüller olağanüstü bir performans sergilediği, Justine Triet’in mahkeme salonu draması “Anatomy of a Fall”,  yılın en çok konuşulan filmlerinden biriydi. Cannes’da Palme d'Or ve Palm Dog Ödülü'nü kazandı ve eminim 2024 Oscarları'ndan da ödülle dönecektir. Film gizemli bir şekilde evinin penceresinden düşen bir adamın ölümünü araştırıyor. Hüller'in karakteri, kocasını pencereden iterek ölümüne sebep olmakla suçlu mu? Bu bir intihar mıydı? Bir kaza mı? Film ilerledikçe izleyicinin kafasına yeni şüphe tohumları ekiliyor. Film bir suç davasının karmaşıklığı içinde, gerçeğin nasıl oluşturulduğu ya da oluştuğunu gösteriyor. Film suçlu ya da masum olmasıyla ilgili değil, insanların kısmi ve önyargılı bilgilere dayanarak kendi anlatılarını nasıl inşa ettiklerini inceliyor. Film, cinsiyet, medya ve kişisel motiflerin gerçeklerin yorumlanmasına nasıl etki ettiğini gösteriyor. Açıkçası okuduklarımın etkisiyle filme daha büyük bir beklenti ile gittim ancak film beklentimi karşılamadı. Filmin oyunculuk ve yönetimi gayet güzel ancak daha kısa olabilirdi. Mahkeme salonundaki bazı sahneler tekrarlayıcı ve fazla uzundu. Yine de yılın en iyilerinden. 

    3. Killers of the Flower Moon (Dolunay Katilleri)

    Martin Scorsese’in yönettiği "Killers of the Flower Moon" filmi, 1920'lerde bir Kızıldereli kabilesi olan Osage Kabilesinin gerçek ve unutulmuş hikayesine dayanan, David Grann'in aynı adlı kitabının uyarlaması. 3 saat 26 dakikalık filmde, Lily Gladstone, Leonardo Di Caprio ve Robert De Niro karmaşık karakterleri müthiş bir performansla yansıtarak bu epik filmi taçlandırıyorlar. Scorsese birçok filminde olduğu gibi bunda da insan doğasının karanlık tarafının destansı bir şekilde anlatıyor. Kendi aralarında uyum içinde yaşayan Osage kabilesinin topraklarında petrol bulunmasının ardından yaşadıkları trajediyi, kendilerine ait olan her şeyi çalmaya çalışan beyazların acımasızlığını gözler önüne seriyor. Osage Kızılderililerine yapılan seri cinayetlerin ardındaki gerçeği ortaya çıkarırken, bu süreçte FBI'ın kuruluşunu da konu alıyor. Kötülüğün açıkça işlediği ve cinayetlerin neredeyse sıradan bir iş gibi görüldüğü hikaye, yüz yıl sonra bugünlere nasıl geldiğimizi sorguluyor ve Amerika'daki zenginlik ve eşitsizliğin temelinde yer alan adaletsizlikleri gözler önüne seriyor. Film birçok eleştirmen ve izleyici tarafında düşük tempolu ve gereğinden fazla uzun bulunsada 2023’ğün en çok beklenen, konuşulan ve gişe yapan filmlerinden biri oldu. 

    2. Kuru Otlar Üstüne

    "Kuru Otlar Üzerine" filmi izlerken, 3 saat 17 dakikanın ne kadar çabuk geçtiğini fark etmedim. Nuri Bilge Ceylan'ın filmleri, insanı katman katman soyuyor. İnsanlığın en zayıf, en karanlık yönlerini seyirciye sunuyor. Filmi izlerken ve sonrasında, kendinizle bir yüzleşme içinde buluyorsunuz. Bu filmde de durum aynı. Başrol oyuncuları Deniz Çelik (Samet), Merve Dizdar (Nuray) ve Musab Ekici (Kenan) harika bir performans sergiliyor. Merve Dizdar, bu filmdeki performansıyla Cannes'da en iyi kadın oyuncu ödülünü kazandı.Film, öğrencisi Sevim'den gelen cinsel taciz suçlaması nedeniyle kariyeri tehlikeye giren bir öğretmen olan Samet'in etrafında dönüyor. Deniz Çelik tarafından canlandırılan Samet, hayatından sıkılmış ve İstanbul'a tayin olmayı arzulayan karmaşık bir karakter. Meslektaşı Kenan ve Nuray adında bir kadınla olan etkileşimleri, dostluk, rekabet ve hayal kırıklığı temalarını keşfetmede önemli bir rol oynuyor. Karakterler, filmdeki genel anlatı ve temaya derinlik katmak için yüksek bir karmaşıklıkla tasvir ediliyor. Filmin uzun süresi, karakterleri derinlemesine keşfetmeye olanak tanıyor ve bu da insan ilişkileri ve ahlaki ikilemlerin karmaşıklıkları arasında düşündürücü bir yolculuk haline getiriyor. "Kuru Otlar Üzerine", insan ruhunun derinliklerine dalarak ahlaki karmaşıklıkları ve insan ilişkilerinin çok yönlü doğasını keşfeden düşündürücü ve sürükleyici bir Nuri Bilge Ceylan filmi. NBC’nin ayırt edici yönetmenlik tarzı ve oyuncu kadrosunun etkileyici performansları, hem görsel hem de entelektüel açıdan aydınlatıcı bir sinema başyapıtı yaratıyor.

    1. Past Lives (Geçmiş Yaşamlar)

    Bu yıl izlediğim filmler arasında beni en çok etkileyen “Past Lives” oldu. Göç teması üzerinden yükselen film, aşkın, kaybın ve ikinci şansların gücü hakkında sade, derin ve duygusal bir hikaye anlatıyor. Nora (Greta Lee) ve Hae Sung (Teo Yoo) adlı iki çocukluk arkadaşı, Nora'nın ailesinin Güney Kore'den göç etmesinden 20 yıl sonra yeniden bir araya geliyor. Film, bu iki eski arkadaşın yeniden görüştüğünde ortaya çıkan karmaşık duyguları keşfediyor, hayatlarında yaptıkları seçimler ve olabilecek şeylerin olasılığı üzerine yaşadıkları kafa karışıklığını konu alıyor. Filmin en etkileyici tarafı sadeliği ve abartısızlığı. Oyuncuların beden dilleri, bakışları ve kısa diyalogları karmaşık duyguları onlarla birlikte hissedebilmemizi sağlıyor. Filmdeki sessizlikler bile öylesine yerli yerinde ki izleyiciye karakterler hakkında bir çok şey anlatıyor.  Lee ve Yoo, Nora ve Hae Sung rolünde harika bir iş çıkarıyolar. Aralarındaki kimya inanılmaz. Filmin sinematografisi ve müzikleri, hikayenin duygusal tonunu, Seul ve New York City'nin güzelliğini harika yansıtıyor. “Past Lives”, seyirciyi derinden etkileyecek, uzun süre unutulmayacak türde bir film. Senenin bence en iyisi. 


    Yorumlar (0)

    Bu gönderi için henüz bir yorum yapılmamış.

    Yorum Bırakın

    Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.