Adana-Mersin Gezi Rehberi

Adana-Mersin Gezi Rehberi
  • 3
    0
    1
    0
  • Bu yazıya Mersin'de nasıl havalimanı olmaz diye şaşırarak başlıyorum. Ardından senelerdir bu şehirde iktidarda olan partinin kazanamaması sebebiyle bütçe yetersizliklerinden olduğuna karar veriyorum. O yüzden yolculuğumuza her şekilde Adana’dan başlıyoruz. Adana Havalimanı için havalimanına inince kebap kokuları yüzünüzü yalıyor gibi şeyler duymuştum. Haksız sayılmazlar yani inanılmaz merkezi bir havalimanı. Uçak ilk seferde inemediği için hızlı bir Adana turu attık gökyüzünde. Şehrin ne kadar içerisinde olduğunu da iyice görmüş olduk. Adana Havalimanı’ndan kiraladığımız aracımızla Mersin’e doğru yola çıkıyoruz. Biz önce Mersin’i gezmeyi tercih ettik. Mersin’e giderken yol üstünde Tarsus humusunu da denemeden olmaz diye düşündüğümüz için kendimize bir ara durak oluşturduk. İlk uyarı Adana ve Mersin’deki herkes araçlarını inanılmaz deli kullanıyor. İstanbul’daki araç kullanımı medeni kalır şekilde. Yüreğim ağzımda gezdim yolculuk boyunca.

    Tarsus’ta humus yemeye giderken yolda bir mekanın önünde bienal olduğuna dair bir afiş gördüm.(Afişi yukarı bıraktım hala birkaç günü var eğer siz de bu mekanları görmek isterseniz diye) Böyle şeyler algıda seçicilikten mi bilinmez hep denk gelirim muhakkak gidilir. Tarsus’ta sadece humus yemeyeceğimiz belli oldu. Öncellikle yan yana pek çok dükkan içerse de buradaki mekanların en ünlüsü Kervan Humus. Yanlarındaki mekanların içlerinin boş olmasından da anlayabilirsiniz bunu. Pastırmalı humus ve fındık lahmacun söyledik. Bu çevrede Kuşgözü lahmacunuyla da ünlü ancak şöyle bir konu var ki fındık lahmacun da bizim Marmara Bölgesi’nde yediğimiz boyutlarda değil. Kuşgözü daha da ufak olduğundan fındık lahmacun söyledik. Yani bizim buralarda kuşgözü diye yiyeceğimiz oranın fındık lahmacunu, kuş gözü ise daha da küçük. Sıcak humus tahin oranı yediklerimden daha fazla gelse de rahatsız etmedi oradaki tahinin kalitesi de daha farklı açıkçası. Adana’da denediğim sıcak tahin de farklı hissettirdi çünkü.

    Daha sonra gezimizin herhangi bir kısmını planlamadan gezecek olmanın verdiği tatlı heyecanla otoparktaki amcaya nereleri gezmeliyiz diye sorduk. Bizi Kırkkaşık Bedesteni’ne yönlendirdi. Buraya girdiğimizde etrafımızı çok güzel bir koku sardı. Kokunun nereden geldiğini anlamaya çalışırken çok zorlanmadık. Serpil ablanın sahibi olduğu Tarsusi Serpil Kafe’den geldiğini anladık. Kokusunu aldığımız şeyin Kaynar olduğunu söyledi Serpil Abla ve başladı hikayesini anlatmaya. O çevrede yapılan ve artık unutulmaya yüz tutmuş bir Lohusa Şerbeti’ymiş. Serpil abla bu değeri korumak adına yapıyormuş. İçinde kakule, havlıcan, karabiber, tarçın, zencefil, karanfil ve bolca şeker var. Üzerinde de dövülmüş cevizle servis ediliyor. Eğer evinizde de bu çaydan yapmak isterseniz yaptığı otları ve tarifi de paylaşıyor Serpil Abla. Onun dışında Kleopatra iksiri diye bir çay da satıyor. Kendisinin gençlik iksiriymiş. Onun da üzerinde dövülmüş antep fıstığı bulunuyor. Siz denemek isterseniz aklınızda bulunsun. Çarşının geriye kalanı standart hediyelik eşyacılar ve takıcılardan oluşuyor. Buraların bir değeri olduğu için şahmaran sembolü içeren bir çok şeyle karşılaşabilirsiniz.

    Bedesten’in kapısından çıktığımızda hem sağınıza Ulu Cami oluyor. Ulu Cami’nin ilginç özelliklerinden biri Bir minaresi ve bir saat kulesi var. Namaz saatine denk geldiğimiz için içeri giremedik. Ulu Cami’nin karşısında tarihi bir hamam var. Beyaz kubbeleriyle dikkatimizi çekiyor. Bu hamam konusu da her şehirde ünlü gibi. Sanki nereye gitsem oranın da hamamı ünlü gibi. Ülke genelinde olan bir şey bu hamam kültürü. Hamamı sağımıza alıp devam ettiğimizde Danyal Peygamber’in makamına gidiyoruz. Danyal peygamber hem Müslüman hem Hristiyanlar için önemli biriymiş. Yapının eskiliği taş kemerleri oldukça ilgi çekici. Bilal Habeşi’nin de mezarı buradaymış. Üzerine bir mescit yapılmış. Üst kısımda temsili bir alan var. Gerçekten bu coğrafya tam bir medeniyetler beşiği. Ardından bienal mekanları olan St. Paul Anıt Müzesi (kilisesi)’ne gidemedik saat 17.00’da kapanıyormuş kaçırdık. Çukurova Çağdaş Vakfı’na uğradık oradan sergilenen yöresel değerler ve Tarsus tarihini yansıtan bu müzenin bienalle ilgisini düşünürken bienal konusunun deprem bölgesinde (Akdeniz’de) yeni bir başlangıca doğru olduğunu gördüğümde biraz daha oturdu diyebilirim.

    Daha sonra Boğaziçi Üniversitesi Gözlükule Araştırma Merkezi’ne geldik burası bienale geldik işte diyebileceğimiz kadar modern sanat içeriyordu. Ama bienal kadar ilgi çekici olan bir konu daha var ki o da binanın kendisi. Tarsus’un en eski endüstri binası olan bu yer eskiden Çırçır Fabrikası’ymış. Senelerdir atıl durumda olan bu mekan Boğaziçi Üniversitesi’nin desteğiyle restore edilmiş. Şu an kazı evi olarak kullanılıyor. Tabi siz detayları bir de oradaki güvenlik görevlisi beyefendi’den dinlemenizi öneririm kendisi de sürece son derece hakim.

    Tarsus turumuzun sonuna geldik. Günbatımından etkilenerek Mersin’e doğru yola çıkıyoruz. Mersin’e gider gitmez ilk işimiz tabi ki tantuninin tadına bakıyoruz. Burada Mersinli arkadaşlarımızın desteğiyle en ünlü mekanlardan biri Memoş’a gidiyoruz. Buranın et tantunisi meşhurmuş ondan deniyoruz. Bir de ortaya bizim için söylenmiş olan yoğurtlu mor lahana salatasından yiyoruz. Ardından ikinci durağımız Rota Leban salaş bir meyhane. Yan taraftakiler gibi müziklerle kafayı şişirmeyen (tabi insan arada eğlenmek de istiyor o ayrı da) rahatça sohbet edebileceğiniz bir yer. Fiyat performans olarak da efektifti. Mekan Hatay konseptli. Yine Mersinli arkadaşlarımızdan öğrendiğimiz kadarıyla bu çevredeki zengin mutfaklarında izlerini Mersin’de böyle sıkça görmek mümkün. Favori mezem Cevizli roka salatası oldu.

    Ertesi gün erkenden kalkarak başlıyoruz güne. İlk durağımız Mersin Arkeoloji Müzesi. Günün geriye kalanında yapacağımız gezinin önden bir bilgilendirmesi gibi oluyor. Heykeller, sikkeler kalıntılar bir çok açıdan yoğun bir müze. Muhakkak 1-2 saat ayrılmalı. Müzekart çıkartabileceğiniz ve müzekartın geçtiği bir müze.

    Daha sonra Erdemli yoluna koyulurken müzede de görmüş olduğumuz Soli Pompeipolis Antik Kenti’ne uğruyoruz. Harap halde kilitleymiş bırkamışlar. Ziyaret edilemiyor. Buranın da toparlanıp ziyarete açılsa epey bir ziyaretçi çekeceğini düşünüyoruz. Orada kolonların üstünde tek başına çürümeye bırakılan kadın figürü heykeline şaşırıp yolumuza devem ediyoruz. (bir kısmı Mersin Arkeoloji Müzesi’nde çünkü)

    İlk durak Çanakçı Nekropolisi adam figürleri işlenmiş kaya mezarlar bulunuyor. Konum aldıktan sonra ara yola girdiğinizde belli bir yerden sonra tabelaları takip ederek gelebilirsiniz. Kanlı Divane ile birbirlerine çok yakınlar. Buraya maksimum 15-20 dk harcarsınız.

    Kanlı Divane Ören Yeri adını kayaların kırmızımsı yerinden ve eskiden divanların burada toplanmasından almış. Devasa bir obruk etrafına kurulmuş bir kent. Bu kadar etkileyici bir yer olduğunu asla düşünmemiştim. Muhakkak görülmeli. Peki sizin de aklınıza her obruktan bahsedildiğinde Kurak Günler filmi geliyor mu? Burada ne kadar zaman harcayacağınız tamamen size kalmış biz bir saatten fazla bir buçuk saate yakın bir zaman harcadığımızı düşünüyorum. Daha uzun bir zaman geçirirseniz sıkılmazsanız daha kısa da hızlı bir tur olur muhtemelen. Bir sonraki duraklar ve kapanış saatlerine yetişmemiz gerekiyor.

    Bir sonraki durağımız Sebaste Antik Kenti buranın tam rotamız üstünde olduğunu bu sabah müzede öğrendik. Güzel bir amfi tiyatrosu var maalesef herhangi bir koruma ve denetim altında değil. Biz gittiğimizde bir çift düğün çekimi hazırlığı yapıyordu.

    Kız Kalesi hakkında Mersin’li arkadaşlarımız bizi uyarsa da görmek istedik. Çevresi gerçekten pek hoş değil. Ama buraya kadar gelmişken Kız Kalesi’ni görmeden dönmek pek olmazdı. Kız Kalesi’ne giden tekne turları da kalkıyor ilgilisine duyurulur. Biz burada daha fazla zaman harcamak istemedik.

    Burada sabah arkadaşımızın annesinin yaptığı biberli ekmeklerin (yine yöresel bir lezzet hamur üstünde salça soğan susam fırınlanarak pişirilmiş gerçekten bu da çok lezzetliydi bir yörenin her yemeği mi güzel olur?) bizi tutmadığı noktaya geldik artık. Sebaste Antik kenti ile Kız Kalesi arasında gözlemeci görmüştük oraya geldik. Buranın sıkma diye dürüm gibi değişik bir lavaştan yapılan dürün gibi bir böreği varmış onu da denedik. Ispanaklı gözlemeyi daha çok beğensem de peynirli sıkma da gayet okeydi.

    (Cehennem Mağarası'ndan bir fotoğraf)

    Karnımız tok sırtımız pek artık bir sonraki durak o çook ünlü Cennet ve Cehennem mağaraları hani çocukluğumuzdan beri ders kitaplarımızda yer alan hep bildiğimiz o mağaralara gidiyoruz. Yine mağaraların girişinde müze kart geçerli. (bu arada yol sütünde Adam Kayalar’a uğramak istedik dağa oyulmuş Çanakçı Nekropolis’inden daha detaylı adam figürleri bulunuyormuş ama aşağı inmek bize pek mümkün gibi gelmediğinden

    (Cennet Mağarası'na inen asansör)

    Önce Cehennem sonra Cennet geziliyor. Çünkü Cehennem’e ulaşım daha kolay ve Cennet’in dönüşünde kullanılan asansör kart bastığımızın alanın dışında bir yere çıkarıyor bizi. Cehennem mağarasına bu ismin verilmesinin sebebi bu mağaraya bizim gibi sıradan insanların girişinin mümkün olmaması. Ancak dağcılık eğitimleri olan insanlar o ekipmanlarla bu alana erişim sağlayabiliyorlarmış. Cehenneme bakabilmemiz için ahşap bir yol yapılmış. Son kısmında ise cam bir teras var. Aşağı bakabilmemiz için. Yükseklik korkusu olanlar dikkat! Gerçekten terasın üstüne çıkamayanlar oldu biz oradayken de. Zaten bu alan üzerinde tehlikeli hareketler yapmak ve zıplamak yasak.

    (Cennet Mağarası'ndan bir fotoğraf)

    Cennet’e ise inmek için 450 basamak vardı diye hatırlıyorum. Astım hastaları, 65 yaş üstü ve engelliler mağaraya da asansörle inebilirler görevlilerden izin alarak. Asansörün indirdiği yerden sonra da 100-150 basamak vardır mağarada son inilen noktaya kadar. Basamaklar çok kaygan kimse sayıp düşmesin diye zemine kaymasın diye serilmiş ağ gibi ipler var. Onların olmadığı yere basmayın gerçekten kayarsınız. Mağaranın sonunda çok abartılı bir beyaz ışık var onun yerine daha zayıf ve daha çok sayıda sarı ışıklar olmasını tercih ederdim sanırım. Mağaranın içine girdikçe Mersin’in o kavurucu sıcağından kurutuluyorsunuz ama merdivenlerden çıkarken hem sıcağa geri dönmek hem o merdiven çıkmak insanı mahvediyor. Asansör oradan sonra büyük bir lüks (asansöre gelene kadar iki kere mola verdik.)

    Cennet ve cehhenemin yakınlarında Astım Mağarası var nem oranının yüksekliğinden astım hastalarına iyi geldiği düşünülmesi sebebiyle bu ismi almış ama bu mağaralar saat 16.30 itibariyle kapandığından (2023 Ekim Sonu) biz oraya giremedik maalesef. Buradan sonra geri dönüş yolculuğu başladı.

    Mersin’e vardığımızda önce dinlenebilmek için bir kahve içtik. Sonra peşinden tabi ki bir tantuni daha bu sefer Göksel Tantuniye geldik. Şansımıza tavuk denemek istiyorduk bitmiş, yeniden et tantunş denedik. Buranınkini çok daha fazla beğendim. Benim oyum Göksel’e. Özür dilerim Memoş. Daha sonra Kerebiççi Oğuz’da kerebiç yedik altında çıtırımsı bir tatlı üstünde şekerli bir köpük var açıkçası alışık olmadığım farklı bir lezzetti. Cevizli olan biraz acı geldi bize. Fıstıklı’yı daha çok sevdik.

    Yeni güne Adana-Pozantı trenine yetişmeye çalışarak başladık. Varda Köprüsü’nden trenin geçtiği o anı görmeyi hedeflemiştik ama giderken benzin almamız gerekmesi gibi bir konudan kaynaklı ufak bir rötarımız oldu ve biz giderken trenin geçip gittiğini gördük. Ama pes etmedik. Karaisalı köyü içerisinde karşılaştığımız teyzeye tren geçiyor mu diye bir daha diye sorduğumuzda bu sefer Kayseri yönünden gelen trenin geçeceğini öğrendik. Varda köprülü manzaralı sosyal tesiste menemenli, güzel ekmekli bir tost yedik. Adana’da her şey olduğu gibi menemende soğanlı. Bizim gibi ponçik mideler, mide koruyucusuz bu yolculuğa çıkmamalı.

    Varda Köprüsü’ne gelecek treni beklerken Kapıkaya Kanyonu’na gittik. Su olan her yere giderken gelen o tatlı serinlik. Bu arada biz ekimde gitmiş olmamıza rağmen bir tabelada 37 derece sıcaklığı gördüm. Sizde bu turu planlarken muhakkak olağanüstü sıcaklıkları düşünmeyi unutmayın. Keyifli bir yürüyüş yolundan geçiyoruz. Suyun dağları nasıl yardığını düşünüyoruz. Erken saatlerde olduğumu için bizden başka kimse yok. Kanyonun sonunda suyun yanında bir taşın üzerine oturup suyun sesini dinliyoruz. Huzurlu bir yer. Bir süre oturduktan sonra ikinci treni de kaçırmamak için. Kalıp tekrar Varda Köprüsü’ne gidiyoruz. İki farklı lokasyona yerleşiyoruz. İkisinin de kendine has bir manzarası var. İki açıdan da bu sefer treni yakalıyoruz. Trenin köprüden geçişini tamamlaması 30 sn sürüyor yaklaşık. (bu arada bizim bu beklediğimiz trenler TCDD yolcu treni saatlerine TCDD uygulamasından kontrol ederek sizde yakalayabilirsiniz ve bunlar dışında 2-3 adet yük trenine de denk geldik. İlla o treni göreceğiz demiyorsanız sizin için yeterli olabilir.)

    Artık Adana’nın merkezine gidebiliriz. Gelir gelmez diyoruz ki neden 3 şeritli yolda 4 araç yan yanayız hiçbir trafik kuralı burada geçerli değil gibi polislerde uymuyor kurallara. Kalacağımız yere yerleştikten sonra bu arada iki şehirdeki konaklamamızı da airbnb’den ayarladık. Otellerden daha uyguna geldi ve oldukça konforluydu.)

    Adana’nın en ünlü mekanı olduğunu düşündüğümüz Kaburgacı Yaşar’a gidiyoruz. Şehirde birçok yerde tabelaların yanında Kaburgacı Yaşar tabelası yönlendiriyor. Meze miktarı tatmin ediciydi daha önce de söylediğim gibi her şey yoğun soğanlıydı. Adana ve Kaburga söyledik. Hani hayatımda yediğim en iyi et tarzı bir öğün olmadı beklentim mi çok yüksekti anlamadım. Keyifli bir yemekti ama ortam çok hijyenik değildi. Televizyonda hiç durmadan dönen uzaya adana gönderdik videosu ilginç bir mekandı açıkçası.

    Sinema Müzesi ve Atatürk Müzesi yan yana bizim gibi pazartesi günü gitmezseniz ikisini birlikte gezebilirsiniz. Daha sonra Kazancılar Çarşısı, Ulu Cami tarafına doğru yola çıkıyoruz. Yine bir bienal mekanı var yol üstünde Tuzhan Kitap Kafe olması lazım. Gündoğdu Vakfı tarafından restore edilmiş. Kitaplarını yerleştirme düzenlerinden etkilendim. Bienal kapsamında birkaç tablo ve koleksiyon kitaplar eldiven kullanarak incelemenize izin veriliyor.

    Daha sonra İslam Eserleri Müzesi yazan yerin kapısından içeri baktığımızda yeşillikler içinde bir şadırvan görüyoruz ve bu görüntü bizi oldukça etkilendiğinden içeri giriyoruz. Kafe gibi şu an çay kahve servis ediliyor bahçede bu tarz bir güzelliği kaçırmak istemediğimizden oturup bir kahve içiyoruz. Ortamın tadını çıkarıyoruz. Tam çıkmak üzereyken akşam ışıkları yanıyor. Işıklandırmayla girerken etkilendiğim o şadırvan daha da tatlı bir görüntü oluşturuyor. (Fotoğrafı aşağı ekledim.)

    Ulu Cami’ye yine namaz saati denk geldiğimden avluya giremedim imdat. Kazancılar çarşısındaki dükkanlarda kapanmaya başlamıştı. Büyük Saat Kulesi’ne doğru ilerliyoruz. Oradaki Ramazanoğlu Konağı'nı görevli amcanın rehberliğinde geziyoruz. Osmanlı padişahlarını Adana'da ağırlamış bir konak. O dönemlerde padişahların cemaate karışmadan altındaki iki gizli geçitle Ulu Cami ve Yağ Camii'ne çıkardığı söyleniyor.

    Eski Adana’nın dibini sıyırdığımıza göre Börekçi Rıza’ya doğru ilerliyoruz. Bu Bülent börek Levent Börek gibi bu tarz ünlü böreklerin atası bu börek Adana’ya gelmişken denemeden olmaz. Biraz yağlı bir börekti ben ben beğendim ama arkadaşım Bülent Börek tarzı börekçileri daha çok seviyormuş biraz size kalmış yani açıkçası. (Çatlamadan yiyebilmek için bu gezi boyunca her şeyden bir porsiyon alıp bölüştük ve geziyi mide fesadı geçirmeden bu şekilde tamamlayabildik.) Bu börekçiye gidebilmek için Adana’nın biraz tehlikeli mahallelerinde yürümeniz gerekebilir. Hani taksiyle gelseniz olur. Biz geri yürümeyelim diye bindiğimiz taksiyle döndük. Taksici dikiz aynasını bir arabaya çarptı mesela dönüp bakmadı bile.  Adana gerçekten gerginliği yoğun hissettiren bir yer Sabancı Cami’nin karşısında indik taksiden. Köprünün ışıklandırmaları belki akşam güzel olur diye düşündük ama pavyon gibiydi. Master Chef Adana’ya geldiğinde kayık turu tarzı bir şey yapmışlardı biz geldiğimizde köprünün altında akan su bile yoktu. Sabancı Cami manzaralı bir yer tuttuğumuzdan onun manzarası bizim için yeterli olmuştu. (Airbnb’den çektiğim Sabancı Camii fotoğrafını da aşağı ekledim.)

    Bu mesela ne yapılmaza bir örnek: Sabancı Camii’nin yanındaki üst yoldan (Fuzuli Caddesi) yürünmez karanlık ve tekinsiz. Onun yerine Atatürk Caddesi daha çok yaya yolculuğuna uygun hem geçerken Atatürk Parkı’na da uğrarsınız. Burada hem yeni Adana’yı gördük.

    Kazım Büfe’de muzlu süt içmek için yürüyüşümüze başladık. Kazım Büfe’nin olduğu yer yeni Adana’nın en güzel yansımalarından. Gayet her yerde olan 3. Nesil kahveciler, meyhaneler keyifli bir ortam. Kazım Büfe’de eğer sadece iki tane büyük muzlu süt almak isterseniz 2 küçük hediye olduğunu söylüyorlar. Neden olduğunu sorduğumuz da öğrenemedik Çevremizi gözlemledik. Kalabalık grupların hediyesi yok. Tek zaten satmıyorlar sebebini sonunda öğrenebildik. Bu muzlu sütü yaptıkları blender’ın haznesi tam o kadarmış yani parasını da alıyorlar onun bu hediye konusu biraz hikaye.

    Son güne geldik. Dünkü gezimizde eksik kalan Atatürk Müzesi’ni sabah okuldan geziyle gelen ilkokul öğrencileri eşliğinde gezdik. Daha sonra Kazancılar Çarşısı’na gidip Adana’nın ünlü cezerye ve lokumcusuna uğradık. Tarihi Uğuroğulları Mersin’den de cezerye aldığımızdan ben sadece karışık lokum kutusu aldım. Evde lokumları yerken herkes çok beğendi hatta sipariş etmeyi bile düşündük böyle bir hizmetleri de varmış ancak kargo biraz yüklü çıkıyor. Burada tahin makineleri de var Tarsus humusunu anlatırken bahsettiğim sıcak tahini burada deneyimlemiştim. Susam tadını alabilmek tahinin dokusu ve sıcaklığı gerçekten güzeldi. Uçak yolculuğu yüzünden tahin pekmez alamadım. Bebekli Kilise'ye de uğramak istedik ama bu İsrail olayları sebebiyle kapalı olduklarını söylediler bir süre şaşırdık. Bu kilise personelinin de çok sevecen tavırları olmadığını (Adana'daki herkes gibi) google yorumlarından öğrenmiştik. Etrafında bir tur atmakla yetinmek zorunda kaldık. Bu arada bebekli denmesinin sebebi kilisenin üstündeki Meryem Ana figürünün bebeğe benzetilmesiymiş. 

    Kahvaltı için açıkçası bir yer bulmakta zorlandık. (Kahvaltıda ciğer akşam yemeğinde börek yedikleri için olabilir biz ponçik midelere çok geldi.) Dün akşamki taksici amca muhakkak Adnan Menderes Bulvarı’nı Seyhan Barajı’nın çevresindeki o alanı görün sahil gibi tavsiyesi üzerine kesin baraj yanında vardır bir yerler diye bir de o tarafa yola çıktık. Yine bir soğanlı menemen(kimse sormuyor soğanlı mı olsun diye) bir de peynir tabağı söyledik. Kalite olarak biraz üzücü bir yerdi. Porsiyonlarını abartılı fazla bulduk. Ama bu su öğesinin şehre kattığı sevdim açıkçası.

    Havalimanına gitmeden önceki son durağımız Adana’nın son bienal mekanı olan Gündoğdu Vakfı’na uğradık. Giriş ve bodrum katın yarısını bu sergiye ayırmışlar. Keyifli bir mekandı.

    Açıkçası burayı bu kadar yazasım olduğunu bilmiyordum. Bu kadar uzun süreceğini de düşünmemiştim. Umarım sıkılmadan bu noktaya gelebilmişsinizdir.


    Yorumlar (1)
    • Merhabalar Mersinde bir havalimanı sanırım tarsusta başlamış. Tahmin edersiniz ki mersinde havalimanına uygun bir yer bulmak biraz zor. Açıkçası ben de çok yeni duydum bunu. Sıkma-börek ikilisine olan yorumunuz çok keyifli. Erdemlinin yerlisi olarak şunu söylemeliyim, buranın köylerinde 3 öğün sıkma börek yese usanmayacak çok insan var, kolay yemek diyelim, serada çalışan insanlar için hazır hamuru pişirmek arasına peynir koymak kolay oluyor. Kanlı divanenin ve kız kalesinin bulunduğu yerler bölge olarak sanki tarih öylece duruyormuş da üzerine birkaç otel ve yerleşim yeri yapılmış gibi hissettirir bana. Çünkü bölgenin yukarısındaki köylere giden yollarda da kaleler lahitler devam eder. Mersine yolu düşenlere de tavsiyem doğanın ve tarihin nasıl yerleştiğine dikkat etsinler. Çünkü dikkatli bakınca eski insanların yerleşim tercihleri birçok şeyi daha ilginç ve keyifli hale getiriyor

      Yorum Bırakın

      Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.