Gösteri Toplumu: Guy Debord ile Röportaj*

Gösteri Toplumu: Guy Debord ile Röportaj*
  • 7
    0
    0
    0
  • Gösteri Toplumu fikriyle tanınıyorsunuz. Öyleyse oradan başlayalım. Nedir bu gösteri?

    -Gösteri, bizi aslında yaşamış olduğumuz hayata yabancılaştırmaya hizmet eden bir imge birikiminin aracılık ettiği toplumsal bir iletişimdir. Dolayısıyla imge, meta fetişizmi biçiminin tarihsel bir mutasyonudur ve nihayetinde uyuma arzusundan başka bir şey ifade etmeyen, hapsedilmiş modern toplumun kâbusudur. 

    Gösteri, uykunun koruyucusudur. Gösteri, modern pasiflik imparatorluğunun üzerinde asla batmayan güneştir. Modern üretim koşullarının hüküm sürdüğü toplumlarda, tüm yaşam kendisini uçsuz bucaksız bir gösteri birikimi olarak sunar. Doğrudan yaşanmış olan her şey bir temsile taşınmıştır. Gösteri, baskın yaşam modelini temsil eder. Üretim alanında ve üretimin ima ettiği tüketimde zaten yapılmış olan seçimlerin her yerde mevcut olumlanmasıdır. Gösteri hem biçim hem de içerik olarak hizmet eder. 

    O hâlde bu, modernleşmenin belirli bir aşamasını, yaygın tüketimciliğin post-endüstriyel aşamasını anlamanın bir yolu mudur?

    -Erken dönem sanayi kapitalizminin varoluşun odağını var olmaktan sahip olmaya taşıması gibi, sanayi sonrası kültür de bu odağı sahip olmaktan görünmeye taşımıştır. Doğrudan yaşanan her şey bir temsile dönüşmüştür. Ekonominin toplumsal yaşam üzerindeki tahakkümünün ilk aşaması, varlığın bariz bir şekilde sahip olmaya indirgenmesine yol açtı –insani tatmin artık kişinin ne olduğuyla değil, neye sahip olduğuyla eşdeğerdi. Toplumsal yaşamın tamamen ekonominin birikmiş üretimleri tarafından domine edildiği şimdiki aşama, sahip olmaktan görünmeye doğru genel bir kaymayı beraberinde getirmektedir. Artık ‘’sahip olma’’ dolaysız prestijini ve nihai amacını görünüşlerden türetmek zorundadır. Aynı zamanda tüm bireysel gerçeklik, toplumsal güçler tarafından biçimlendirilmesi ve doğrudan onlara bağımlı olması anlamında toplumsal hâle gelmiştir. Bireysel gerçekliğin, ancak fiilen gerçek olmadığı takdirde ortaya çıkmasına izin verilir. 

    Bu nasıl oldu?

    -Modernleşmesi bütünleşmiş bir gösteri aşamasına ulaşmış olan toplum, beş temel faktörün bileşik etkisiyle karakterize edilir: aralıksız teknolojik yenilenme, devlet ve ekonominin bütünleşmesi, genelleşmiş gizlilik, cevaplanamaz yalanlar ve ebedi şimdiki zaman.

    Bu tür bir toplumda yaşayan bireyler olarak bu bize ne yaptı? Modern yalnızlığın temel nedeni bu mu?

    -İnsanın her şeyin kendisinden başladığını, dünyanın merkezi olarak seçildiğini düşünmesinden daha doğal bir şey yoktur. Kişi böylece kendini, aldatıcı laflarını duymak bile istemeden dünyayı kınayabilecek durumda bulur. Hüküm süren ekonomik sistem, kısır bir izolasyon döngüsüdür. Teknolojileri izolasyona dayalıdır ve aynı izolasyona katkıda bulunurlar. Otomobillerden televizyona, gösteri sisteminin üretmeyi seçtiği mallar, aynı zamanda ‘’yalnız kalabalıklar’’ yaratan koşulları sürekli olarak güçlendiren silahlar olarak hizmet eder. Bu toplum coğrafi mesafeyi sadece yeni bir iç ayrılık üretmek için ortadan kaldırır. 

    Gerçek yetişkinler –yani hayatlarının efendisi olan insanlar- aslında hiçbir yerde bulunamazlar. Ve var olanın genç bir şekilde dönüşümü hiçbir şekilde şu anda genç olanlara özgü değildir; bu yalnızca ekonomik sistemde, kapitalizmin dinamizminde mevcuttur. Yöneten ve genç olan, birbiriyle yarışan ve sürekli birbirinin yerini alan şeylerdir. 

    Bu nasıl gerçekleşiyor? 

    -Egemen ihtiyaç imgeleriyle ne kadar özdeşleşirse, kendi hayatını ve kendi arzularını o kadar az anlar. Gösterinin özneye yabancılaşması, bireyin jestlerinin artık kendisine ait olmadığı, onu temsil eden başka birinin jestleri olduğu gerçeğiyle ifade edilir. Ayrılığın kendisi, bu dünyanın birliğinin, gerçeklik ve imge olarak bölünmüş küresel bir toplumsal pratiğin ayrılmaz bir parçasıdır. Özerk bir gösteriyle karşı karşıya kalan toplumsal pratik aynı zamanda bu gösteriyi içeren gerçek bütünlüktür. Ancak bu bütünlük içindeki bölünme, onu öyle bir parçalamaktadır ki, gösteri onun amacı gibi görünmektedir. 

    Bunu sınıf sisteminin kökü olarak görüyorsunuz, değil mi?

    -Ayrım, gösterinin alfa ve omegasıdır. Toplumsal işbölümünün kurumsallaşması, sınıfların oluşması, ilk kutsal temaşayı, her gücün başından beri kendisini örttüğü mitsel düzeni doğurmuştur. Kutsal, efendilerin çıkarlarına karşılık gelen kozmik ve ontolojik düzeni meşrulaştırmış; toplumun yapamadıklarını açıklamış ve süslemiştir. Böylece birbirinden bağımsız tüm güçler gösterişli hale geliyor, ancak herkesin hareketsiz bir imgeye bağlılığı, gerçek toplumsal faaliyetin yoksulluğunun hayali bir uzamasının ortak kabulü anlamında görünüyor ve hâlâ büyük ölçüde üniter bir durum olarak hissediliyordu. 

    Modern gösteri ise, aksine, toplumun neler yapabileceğini ifade eder ama bu ifadede izin verilen, olanaklı olanın kesinlikle karşıtıdır. Gösteri, varoluş koşullarının pratik değişimi içinde bilinçsizliğin korunmasıdır. Kendi kurallarını koymuştur; sözde kutsaldır. Kendi içinde gelişen ayrı bir güçle kendini gösterir. İşbölümünün durmaksızın inceltilmesi yoluyla üretkenliğin büyümesine, daha sonra makinelerin bağımsız hareketinin egemen olduğu jestlerin izolasyonuna dönüşür ve sürekli genişleyen bir pazar için çalışır. 

    Peki bu izolasyonda teknolojinin rolü nedir? 

    -Tecrit üzerine kurulu ekonomik sistem, döngüsel bir tecrit üretimidir. 

    Lewis Mumford, The City in History adlı kitabında, ‘bundan böyle tek yönlü bir dünya’ tanımını yaparken, ‘günümüzün uzun mesafeli kitle iletişim araçlarıyla yayılan izolasyon bir nüfusu kontrol altında tutmanın oldukça etkili bir yöntemi olduğunu kanıtlamıştır’ diyor. Ancak şehir hayatının gerçeği olan genel izolasyon hareketi, planlanabilen üretim ve tüketim ihtiyaçlarına bağlı olarak işçilerin kontrollü bir şekilde yeniden bütünleşmesini de içermelidir. Sisteme entegrasyon, izole edilmiş bireylerin yeniden ele geçirilip birlikte izole edilmesini gerektirir: fabrikalar ve kültür merkezleri, turistik yerler ve toplu konutlar, izole edilmiş bireyi doğrudan aile hücresine kadar takip eden bu sözde topluluğa hizmet etmek için açıkça organize edilmiştir. 

    Gösteri mesajının alıcılara doğru olarak iletilmesinin şartı, bireyin izolasyonunu baskın imgelerle –güçlerini tam da bu izolasyondan alan imgelerle- doldurmasını sağlamaktır. 

    Kapitalizmin bununla çok ilgisi var, değil mi?

    -Ekonomik büyüme, toplumları onları ani bir hayatta kalma mücadelesine zorlayan doğal baskılardan kurtarmıştır ancak ‘’kurtarıcılarının’’ baskısından kurtaramamıştır. Metanın bağımsızlığı, artık egemen olduğu ekonominin tamamına yayılmıştır. Bu ekonomi dünyayı dönüştürmüştür ama sadece ekonominin egemen olduğu bir dünyaya dönüştürmüştür. Kapitalist yapı ilk aşamasında proleteri yalnızca gücünü sürdürmek için zorunlu tahsis edilmesi gereken bir yapı olarak görürken ve onu ‘’boş zamanlarında ve insani yapısında’’ asla dikkate almazken, meta bolluğu ondan ek bir işbirliği gerektiren bir düzeye ulaşır ulaşmaz egemen sınıf perspektifi revize edilir. Mesai saati sona erdiğinde işçi gözetiminin her yönüyle açıkça ima edilen kendisine yönelik aşağılamadan kurtulur ve kendisini yeni tüketici rolünde büyük bir nezaket gösterisiyle görünüşte bir ‘’insan’’ gibi muamele görürken bulur. 

    Gösteri, imgelerin kitlesel yayılım tekniklerinin bir ürünü olarak, görme dünyasının kötüye kullanımı olarak anlaşılamaz. Daha ziyade, aktüel hâle gelmiş, maddi olarak tercüme edilmiş bir Weltanschauung’dur(1). Nesnelleşmiş bir dünya görüşüdür. Bütünüyle kavranan gösteri, mevcut üretim tarzının hem sonucu hem de projesidir. Gerçek dünyanın bir tamamlayıcısı, ek bir dekorasyonu değildir. Gerçek toplumun gerçek dışılığının kalbidir. Sermaye artık üretim sürecini yöneten görünmez merkez değildir; biriktikçe, somut nesneler biçiminde yeryüzünün uçlarına kadar yayılır. Toplumun tüm genişliği onun portresidir. 

    Durumumuzun modernite öncesi göçebe döngüsel zamanla ilişkilendirilebileceğini cesurca iddia ediyorsunuz. Bu mantığa aykırı görünüyor. Bununla ilgili ne düşünüyorsunuz?

    -Hegel, ‘’göçebelerin yolculuklarının yalnızca biçimsel olduğunu, çünkü tekdüze mekanlarla sınırlı olduğunu’’ belirtir. Kendini yerel olarak sabitleyerek, bireyselleştirilmiş mekanlar düzenleyerek mekana bir içerik kazandıran toplum, böylece kendini bu yerelleşmenin içine hapsolmuş bulur. Benzer mekanlara zamansal geri dönüş, artık aynı mekânda zamanın saf geri dönüşü, bir dizi jestin tekrarı hâline gelir. 

    Pastoral göçebelikten yerleşik tarıma geçiş, tembelliğin sonu, emeğin başlangıcıdır. Genel olarak mevsimlerin ritminin hâkim olduğu tarımsal üretim tarzı, tam olarak oluşturulmuş döngüsel zamanın temelidir. Sonsuzluk ona içkindir; aynının burada, yeryüzünde geri dönüşüdür. Mit, bu toplumun aslında kendi sınırları içinde zaten gerçekleştirmiş olduğu düzeni çevreleyen tüm kozmik düzeni garanti eden düşüncenin üniter yapısıdır.

    Ve siz bunu psikocoğrafya kavramına mı bağlıyorsunuz? Nedir bu?

    -Kabiliye halkından yola çıkarak birkaçımızın 1953 yazında araştırdığı fenomenler için genel bir terim olarak önerilen psikocoğrafya kelimesi çok da uygunsuz değildir. Yaşamın ve düşüncenin nesnel doğa tarafından koşullandırıldığı materyalist bakış açısıyla çelişmez. Örneğin coğrafya, toprak bileşimi veya iklim koşulları gibi genel doğal güçlerin bir toplumun ekonomik yapıları üzerindeki belirleyici etkisiyle ve dolayısıyla böyle bir toplumun sahip olabileceği dünya anlayışıyla ilgilenir. 

    Psikocoğrafya, bilinçli olarak organize edilmiş olsun ya da olmasın, coğrafi çevrenin bireylerin duyguları ve davranışları üzerindeki kesin yasalarının ve belirli etkilerinin incelenmesini sağlayabilir. Büyüleyici bir şekilde muğlak olan psikocoğrafi terimi bu tür araştırmalarla elde edilen bulgulara, bunların insan duyguları üzerindeki etkilerine ve daha genel olarak aynı keşif ruhunu yansıtıyor gibi görünen herhangi bir duruma veya davranışa uygulanabilir. 

    Peki bu toplumdaki gücü nasıl anlıyorsunuz? 

    -Yoğunlaştırılmış gösterinin egemenliği bir polis devletidir. İdeoloji, topyekûn güce sahip olarak bütüncül hâle geldiğinde ve kısmi hakikatten totaliter yalana dönüştüğünde, tarihsel düşünce öylesine tamamen yok edilmiş olur ki, en ampirik bilgi düzeyinde bile tarihin kendisi artık var olamaz. Totaliter toplum, daha önce olmuş olan her şeyin yalnızca kendi ‘’egemeni’’ tarafından belirlendiği daimi bir şimdiki zamanda yaşamaktadır. Gösteri toplumu her yerde zorlama, aldatma ve kanla başladı ama mutlu bir yol vaat etti. Kendisinin sevildiğine inandı. Şimdi artık ‘’görünen iyidir; iyi olan görünür’’ demiyor, sadece ‘’bu böyledir!’’ diyerek çekici masaya vuruyor. 

    Hepimiz sosyal medyamıza, internet sitelerimize, Netflix’e ve diğer eğlence platformlarına çok alıştık. Mutlu görünüyoruz. Post modernistler boş zaman toplumu rüyasının gerçekleşmesi olduğunu veya en azından o gerçekliğe doğru ilerlediğimizi söyleyeceklerdir. Tüm bunlar hakkında neden bu kadar olumsuzsunuz?

    -Baskın ihtiyaç imgeleriyle ne kadar özdeşleşirsek, kendi hayatımızı ve kendi arzularımızı o kadar az anlarız. 1967 yılında Hegel’in ünlü özdeyişini tersine çevirerek, ‘’ gerçekten altüst olmuş bir dünyada, hakikatin bir yanlışlık anı olduğunu’’ belirtmiştim. Aradan geçen yıllarda, bu ilke, istisnasız her alana tecavüz etti. 

    Böyle çağdaş sanatın artık var olamayacağı bir çağda, klasik sanatı yargılamak zorlaşıyor. Her yerde olduğu gibi burada da cehalet sadece sömürülmek için yaratılmıştır. Tarihin ve beğeninin anlamları kaybolurken, tahrifat ağları örgütlenmiştir. Her şeyi düzenlemek için yalnızca uzmanları ve müzayedecileri kontrol etmek gerekir ki bu da yeterince kolaydır, çünkü bu tür bir işte değeri doğrulayan şey satıştır. 

    Ama insanlar zevklerini sosyal medyada ya da başka bir şeyde buluyorsa, sorun nedir?

    -Var olmanın zevkleri son zamanlarda otoriter bir şekilde yeniden tanımlandı –önce öncelikleri, sonra da tüm içerikleri. Ve bunları yeniden tanımlayan otoriteler, her an, başka bir düşünceye kapılmaksızın, oyalanma ihtiyacından tamamen kurtulmuş olarak, üretim tekniklerine hangi değişikliğin en kârlı şekilde eklenebileceğine de karar verebilirler. 

    Gösteri, benlik ile dünya arasındaki ayrım çizgisini siler ve dünyanın varlığı/yokluğu tarafından kuşatılan benlik sonunda ezilir; aynı şekilde doğru ve yanlış arasındaki ayrım çizgisini de siler. Doğrudan yaşanan tüm hakikati, gösteri organizasyonu tarafından sürdürülen sahteliğin gerçek varlığı altına bastırır. Böylece birey, her ne kadar yabancı bir gündelik gerçekliği pasif bir şekilde kabul etmeye mahkûm edilmiş olsa da bir şekilde ‘’onu büyüleyen’’ aygıtlara başvurarak bu kadere tepki gösterdiği yanılsamasını yaşadığı bir çılgınlık biçimine sürüklenir. 

    Dünyevi yaşamın toptan reddini temsil eden hayali cennet artık göklere yansıtılmıyor, dünyevi yaşamın içine gömülüyor. Kendisini büyüleyen gösteri ekranının sınırladığı düzleştirilmiş bir evrene hapsedilen izleyici, kendisini metaları ve metalarının siyaseti hakkında bir monoloğa tabi tutan hayali konuşmacılardan başka kimseyi tanımaz. Gösteri, bir bütün olarak onun aynası işlevi görür. Orada gördükleri, evrensel bir otizmden hayali kaçışların dramatizasyonlarıdır. 

    Ama post modernistler bir şekilde hepimizin oyalandığını, böyle olmamızın sorun olmadığını ve sizin deyiminizle hapsedilmediğimizi düşünüyorlar. Neden yanılıyorlar?

    -Bir gazete ya da bir kitap olsun kimsenin baştan sona bir kez bile okumayacağı yazılar yazanlar sonrasında konuşma dilinin çok daha modern, doğrudan ve kolay olduğunu dile getirir ve bunu büyük bir inançla överler. Oysa kendileri nasıl konuşulacağını bilmezler. Modern yaşam koşullarında fiilen konuşulan dil, medyanın oy hakkıyla toplumsal olarak dolaylı temsiline indirgenen ve her an tekrarlanan yaklaşık altı veya sekiz sıralı cümle ve çoğu neolojizm olan iki yüzden az kelime içeren ve her şeyin altı ayda bir üçte biri ile değiştirilmeye tabii tutulmasıdır.  

    Aksine, ben kendi adıma, sanki dünyanın en doğal ve en kolay şeyiymiş gibi öğrendiğim ve çoğu durumda konuştuğum dili yapmacıksız ve yorulmadan yazacağım. Bunu değiştirmek benim elimde değil. Çingeneler insanın kendi dili dışında gerçeği konuşmaya zorlanmadığına değinirler, haksız da sayılmazlar. 

    Pasiflikten nefret mi ediyorsunuz?

    -Elbette! Bu ve gösteriş bolluğunun sunduğu sahte seçenekler niceliksel önemsizliklere ateşli bir bağlılık yaratmak için tasarlanmış hayali nitelikler arasındaki mücadelelere dönüşür. Kişiliğin silinmesi, gösterinin kurallarına somut olarak boyun eğen, otantik deneyim olasılığından ve dolayısıyla bireysel tercihlerin keşfinden giderek daha da uzaklaşan bir varoluşun ölümcül eşlikçisidir. 

    Çelişkili bir şekilde sürekli kendini inkar etme, bireyin en ufak bir sosyal statü parçası için ödediği bedeldir. Böyle bir varoluş akıcı bir sadakat, sürekli olarak sahteliğe yönelik hayal kırıklığı yaratan taahhütler dizisi gerektirir. Değersizleştirilmiş yaşam belirtilerinin enflasyonuna ayak uydurmak için çok koşmak gerekir. Uyuşturucular kişinin bu durumla uzlaşmasına yardımcı olurken, delilik kişinin bu durumdan kaçmasına olanak tanır. 

    Gösterinin her zaman öğretici, izleyicinin ise her zaman cahil olduğunu söylerken ne demek istiyorsunuz?

    -Gösterinin talimatı ve seyircilerin cehaleti, gerçekte birbirlerini doğurdukları hâlde yanlış bir şekilde karşıt faktörler olarak görünürler. Aynı şekilde bilgisayarın dili de bir başkasının isteklerine göre programlanmış üstün ve tarafsız bir mantığın reddedilemez teşvikidir. Öyle bir ilerleme, öyle bir hız, öyle geniş bir sözcük dağarcığı! Politik mi, yoksa sosyal mi? Seçimini yap. İkisine birden sahip olamazsın. 

    Benim seçimim kaçınılmaz. Bizimle alay ediyorlar ve biz bu programların kimin için olduğunu biliyoruz. Bu nedenle, çocukların eğitimlerine henüz okuyamazken erken yaşta bilgisayar biliminin mutlak bilgisi ile hevesle başlamaları şaşırtıcı değildir; çünkü okumak her satırda yargıda bulunmayı gerektirir ve gösteri öncesi insan deneyiminin gerçekliğine tek erişimdir. Konuşma artık neredeyse öldü ve yakında konuşmayı bilenler de ölecek. 

    Her şey değişiyorsa gösteri nasıl dogmatik olabilir?

    -Pekala, gösterinin ebedi olarak sunduğu şeyler değişime dayanır ve temelleri değişmek zorundadır. Gösteri tamamen dogmatiktir, ancak gerçekten sağlam bir dogmaya varmaktan acizdir. Onun için hiçbir şey sabit durmaz. Bu istikrarsızlık gösterinin doğal durumudur, ancak doğal eğilimine tamamen aykırıdır. 

    Kişilik, şöhret, internet fenomenliği ve faşist lider kültü vb. eleştirdiğiniz bu toplumun bir olgusu değil midir? Bunu nasıl açıklarsınız?

    -Ünlü olma statüsü, kapitalizmin sunduğu ‘’tüm iyi şeylerin’’ yağmuruna tutulma vaadini sunar. Ünlülerin yaşamlarının(ve ölümlerinin) grotesk gösterimi, kişilik kültünün çağdaş biçimidir; ‘’neyle ünlü olduğu bilinmeyen ünlüler’’, bir imaj olarak tanrısallaştırılmaları karşılığında özerk olarak yaşanmış bir hayatın tamamen erozyona uğramasının muhteşem vaadini sunarlar. Ünlüler –yaşayan insanların muhteşem temsilleri- bu genel sıradanlığı izin verilen rollerin imajlarına yansıtırlar. Görünür hayatın uzmanları olarak ünlüler, insanların gerçekte yaşadıkları parçalanmış üretken uzmanlıkları telafi etmek için özdeşleşebilecekleri yüzeysel nesneler olarak hizmet ederler. 

    Bu ünlülerin işlevi, çeşitli yaşam tarzlarını ve sosyopolitik bakış açılarını tamamen ama tamamen özgür bir şekilde canlandırmaktır. Toplumsal emeğin erişilemez sonuçlarını, bu emeğin sihirli bir şekilde nihai hedefleri olarak üzerine yansıtılan yan ürünlerini dramatize ederek somutlaştırırlar: güç ve tatil –asla sorgulanmayan bir sürecin başında ve sonunda yer alan karar verme ve tüketim. 

    Peki toplumumuzda ölüm nedir?

    -Hayatın yoksa ölümün de yok demektir. Demek istediğim şu; hayat sigortası reklamları, ortaya çıkan ekonomik kaybın ardından sistemin sorunsuz bir şekilde devam etmesini sağlamadan ölmekten suçlu olabileceğini ima ederken, ‘’Amerikan ölüm şeklinin’’ destekçileri, onun ölüm sonrası hâlindeki yaşam görünümlerinin çoğunu koruma kapasitesini vurgulamaktadır. 

    Reklam bombardımanının diğer tüm cephelerinde yaşlanmak kesinlikle yasaktır. Herkes ‘’gençlik sermayesinden’’ tasarruf etmeye teşvik edilir. Ancak bu sermaye ne kadar dikkatli yönetilirse yönetilsin, ekonomik sermayenin dayanıklı ve birikimli özelliklerine ulaşma ihtimâli çok azdır. Ölümün bu toplumsal yokluğu, yaşamın toplumsal yokluğuyla çakışmaktadır. 

    Turizmi de bu durumun simgesi olarak mı görüyorsunuz?

    -Turizm, tüketim olarak kabul edilen insan dolaşımı, temelde sıradanlaşan şeyleri görmeye gitme boşluğundan başka bir şey değildir.

    Peki terörizm sizin için neden ilginç? Bu da sadece başka bir gösteri değil mi?

    -Terörizmin hikâyesi devlet tarafından yazılmıştır ve bu nedenle son derece öğreticidir. Terörizmle karşılaştırıldığında diğer her şey daha kabul edilebilir ya da her halükarda daha rasyonel ve demokratik olmalıdır. 

    Bu toplumda felsefe ne işe yarar?

    -Gösteri felsefeyi gerçekleştirmez; gerçekliği felsefeleştirir. Herkesin somut yaşamını bir spekülasyon evrenine indirger.

    Eğer kapitalizm bu kadar kötüyse, komünist mi olmalıyız?

    -Bolşevizm’in Rusya’da kendisi için zafer kazandığı ve sosyal demokrasinin eski dünya için kendisiyle savaşmaya başladığı an, modern gösterinin egemenliğinin merkezinde yer alan gidişatın başlangıcına işaret ediyor: işçi sınıfının temsili, işçi sınıfının düşmanı hâline geldi.

    Peki ne yapılması gerekiyor? 

    -Asla çalışmamalıyız. Gösterinin kendisini, meta toplumunun tüm aygıtlarını yok etmeliyiz. Sistemin gücünü korumak için her gün ürettiği sözde ihtiyaçları ve sahte arzuları ortadan kaldırmalıyız. Tüketmeyi bırakmalıyız. Radyo ve televizyon istasyonlarının, internetin ve benzerlerinin henüz ordu tarafından korunmadığı gerçeğinden yararlanmak için hâlâ biraz zamanımız var. Yeni tutkular keşfetmeliyiz. Ve intihal yapmalıyız. 

    İntihal?

    -İlerleme bunu gerektirir. Bir yazarın cümlesini benimser, onun ifadelerinden yararlanır, yanlış bir fikri siler ve yerine doğru fikri koyar.

    Bu konular hakkında yazmadığınız zamanlarda ne yapıyorsunuz?

    -İçiyorum. Yazan çoğu insandan çok daha az yazdım; içen çoğu insandan çok daha fazla içtim. 

     

    1)Almanca: dünya görüşü ya da dünyaya bakış tarzı
    Richard Marshall / Interviews Guy Debord / 2023

    Çeviren: Alpcan Candan

     

    *Richard Marshall'ın kaleminden çıkan bu makale, Guy Debord'un gıyabında bir röportajı olarak tasarlanmıştır

    Bu makale, wannart.com için çevrilmiştir.

     

     

     

     


    Yorumlar (0)

    Bu gönderi için henüz bir yorum yapılmamış.

    Yorum Bırakın

    Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.