Aziz Vitus'un Dansı

Aziz Vitus'un Dansı
  • 2
    0
    0
    1
  •  

    1518 yılında Haziran ayında Frau Troffea isimli bir kadın birden heyecanlı bir şekilde sokakta dans etmeye başlar ve bu durum 6 gün sürer. 1 hafta içinde 34 kişi kadınla beraber dans etmeye başlar. 1 ay içinde ise bu sayı 400'e yükselir.

    Kayıtlara göre ilk olarak 1020’li yıllarda, Almanya’nın Berburg kentinde bazı çiftçiler ortada hiçbir neden yok iken sebepsizce çılgınlar gibi dans etmeye başlamış. Şehir meydanındaki bir kilisede yapılan Noel duasını sabote etmişlerdi.O zamanlarda bu garip davranışları şeytanın işi olduğunu düşünüldüğü için olay dilden dile yayılmadan unutulmuş. 1237 yılında yine yer Almanya. Erfurt şehrinde kalabalık büyük bir grup çocuk, neredeyse bilinçleri kapalı bir şekilde zıplayıp dans ederek Arnstadt’a kadar yürümüş.İlk başta dans etmeleri izleyenlerin hoşuna giderken çocukların bilinç dışı böyle bir şey yaptıkları anlaşılmış. Bu olay, Hans Christian Andersen’in Hamelinli Kavalcının (Fareli Köyün Kavalcısı) romanına da ilham olmuştur.

     Yemek içmek için bile ara vermeden, ayakları parçalanıp kanasa da dansa devam edenlerin sayısı artmaya başlayınca yöneticilerin aklına gelen ilk çare hastalığa kapılanları bir meydana toplayıp kiralık müzisyenler tutmak olmuş. Böylece daha çok dans etmelerini sağlayarak hızla yorulup durmalarını; sebep olarak gördükleri “vücutta fazla ısınan kanın beyin üzerindeki etkisini” geçirebilmeyi ummuşlar. Ancak sonuç bekledikleri gibi olmamış: Salgından etkilenenler kadar ölenlerin de sayısı artınca çözümün insanları daha çok dansa teşvik etmek olmadığını anlamışlar. Nihayet kamusal alanda dans etmek yasaklandıktan ve geriye kalan dansçılar şehrin biraz uzağındaki Aziz Vitus tapınağına götürüldükten bir süre sonra salgın sona ermiş.Yolda götürülen Hasta insanlar yol üstünde bir köprünün üzerine çıkarlar ve dans ederken köprünün çökmesine sebep olurlar. Bu esnada yaralananlar bu dans vebasına ismini veren Aziz Vitus manastırında tedavi görmüşler ve yine birden bire dans etmeye başlama sebepleri bulunamamış. Bunun sonuçu olarak Aziz vitus manastırnın iyleştirici gücü olduğuna inanılmıştır.

    Çağın ruhuna uygun olarak yaşanan ölümler ilk etapta şeytanla ilişkilendirildi. Sava göre dans ederek ölen kişiler günahkardı ve günahkar bir kul olmanın bedelini bedenlerini ve ruhlarını şeytana satarak ödüyorlardı. Hıristiyan demonolojisinde (Şeytan Bilimi) şeytan sahipliği ve ele geçirilme (Possesion) yaygın bir inanış olduğundan sav geniş kabul gördü. Ancak hastalığın ilerleyen dönemde din adamlarını kadar kapsayacak ölçüde yaygınlaştığı fark edildiğinde, tüm sürecin daha farklı bir gerekçeye dayandığı fikri güçlenecekti. Bu noktada, Schaffhausen (İsviçre) yöresinde bir papazın ölene dek dans etmesi kırılma noktası teşkil etti. Hastalık şimdi bir papaza da sirayet etmişti ve temiz bir din adamı şeytan tarafından ele geçirilmiş olamazdı. Peşisıra, salgının halk üzerinde etkisi olan, dini bir figür aracılığıyla yayıldığı görüşü yayıldı. Bu noktada, Aziz Vitus kültü rol oynadı.

    17. yüzyılda yaşayan İngiliz hekim Thomas Sydenham (1624–1689), ekseriyetle el ve ayaklarda istem dışı hareketlerle kendini gösteren ve modern tıpta “Sydenham Koresi” olarak bilinen hastalığı teşhis ettiğinde buna “Aziz Vitus Dansı” adını vermiş ve o zamandan beri Sydenham Koresi ve Aziz Vitus Dansı eşanlamlı olarak kullanılageliyor. Ancak tıp tarihçisi Waller’a göre Avrupa’da sonuncusu 1518’de görülen dans salgınının nedenleri toplumsal. Ona göre, kıtlığın baş gösterdiği, yoksulluğun tırmandığı, yetimhane ve hastanelerin dolup taştığı o dönemde bir yandan da kilisenin dünyevi zevklere düştüğü eleştirileri artmaktaydı. Dolayısıyla Waller, çaresizlik ve stresle ortaya çıkan dissosiyatif bir bozukluğun, cezalandırılma beklentisiyle de birleşince durumun psişik bir salgına dönüştüğünü ileri sürüyor.

    Son olarak 17. yüzyılda bu olaydan muzdarip birkaç kişi dans ederek yorgun düşüyor ve sonunda bayılarak can veriyor.Bu olayların ardından dans salgınına dair hiçbir vakaya rastlanmıyor.Günümüzde "Huntington Hastalığı" olarak bilinmektedir.

    Olayın gerçekliği ispatlanabilirken neden, niçinler hâlâ bilinmezliğini korumayı sürdürüyor.

     

    Kaynak;1,2,3,4


    Yorumlar (0)

    Bu gönderi için henüz bir yorum yapılmamış.

    Yorum Bırakın

    Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.