Cümbüşüyle, Doğu Ve Batı Müziğini Muhabbete Sokan Müzisyen: Salih Korkut Peker

Cümbüşüyle, Doğu Ve Batı Müziğini Muhabbete Sokan Müzisyen: Salih Korkut Peker
  • 4
    0
    0
    0
  • Doğu ve batının melodilerini bir araya getirdiği melodilerini dinlerken, aslında bir ayrım olmadığını dünyanın her yerinde müziğin sadece insan için olduğunu hissediyorsunuz.

    Salih Korkut Peker ile yaptığımız röportajımız sizlerle. Keyifli okumalar...

     

    1. Tanımayanlar için kendinizden kısaca bahseder misiniz? Salih Korkut Peker kimdir?

    Ayvalıklıyım (direkt memleketimden girdim, çünkü müzik adına beni şekillendiren her şey benim denize uzaklığım ve yakınlığım ile bağlantılı oldu). Çocukluğum Ayvalık’ta, ergenlik ve gençliğim Ankara’da geçti. Müziğe de Ankara’da başladım. Akabinde müziğime akacak mecra bulmak ve iyi bir reklam yazarı olmak için İstanbul’a yerleştim. 7 sene sonunda reklamcılıkla, 15 sene sonunda da İstanbul’la yolları ayırdım. Çocukken 5 parmak elektronik org çalarak müzikle tanıştım ama müzisyen olmayı karar vermem, 14 yaşında gerçekleşti. Yeni Türkü’nün Aşk Yeniden albümü sayesinde klarnetçi olmaya karar verdim. Bir müddet klarnetle de uğraştım ama Erkan Oğur, Cengiz Onural, Erdinç Şenyaylar ve Levent Yüksel gibi multi enstrümanistlerin çekim alanına girerek telli çalgılara yöneldim. Önce cetvele bağlayıp gerdiğim bir don lastiği, sonrasında da akrabamızdan edindiğim 3 teli kalmış bir turistik cura, ilk telli çalgılarım oldu. Bir müddet curayı 2 telli ve perdesiz olarak çalmayı da denedim. Sonrasında kaçınılmaz olarak gitar hayatıma girdi. Rock, grunge ve metale yöneldim. Hayatımın büyük bölümüne yön verecek olan elektrik gitarla tanıştım. Akabinde ud, perdesiz gitar ve müzisyen olmaya karar verdiğimden beri bir şekilde karşıma çıkan ve aklımda büyük yer eden cümbüşe yöneldim… 2001’de İstanbul’a yerleştikten sonra birçok bar ve proje grubunda yer aldım, bu grupların albümlerinde müzisyen, şarkı yazarı ve aranjör olarak bulundum. 2011’den bugüne de stüdyo müzisyenliği yapıyorum. Bugüne kadar 50’den fazla dizi ve film müziğinde telli çalgılar çaldım. 2017’den itibaren, yıllardır birikmiş fikirlerimi dökebileceğim projelerin içinde buldum kendimi. Tek kişilik projem “Kırşehir-İzmir-Seattle”, Duble Salih, Yasak Helva ve Çalgiya İzmir ile yola devam ettim. Hepsiyle de birer albüm yayınladık ve en sonunda Denize Dik dünyaya geldi.

    2. Sizi kullanırken en çok gördüğümüz enstrüman cümbüş. Hatta bir dövmeniz dahi var. Cümbüş ile olan bu ilişkiniz nasıl başladı? Cümbüşü sizin için özel kılan nedir?

    Cümbüşü ilk kez bir Olacak O Kadar skecinde gördüm ve şeklinden etkilendim. Ud kadar teli var ama sapı gitarı andırıyor bu ne ola ki? Babaanneme “bu çalgı nedir?” diye sorduğumda “cümbüş” cevabını aldım. “Bu ne biçim isim, acaba babaannem bana şaka mı yaptı?” diye düşündüm. Aynı günlerde Levent Yüksel’in Med Cezir albümü çıktığında, kartonette “cümbüş” yazısını gördüm. Med Cezir’i dinledikten sonra da, sesinden çok etkilendim. Sonrasında Erkan Oğur, İlyas Tetik ve cümbüşe olan tutkumu perçinleyen Ara Dinkjian sayesinde, bu çalgıyla çok iyi anlaşacağımızı hissetmeye başladım.

    16 yıldır cümbüş çalıyorum. Çalgının öncelikle bir “karışım” olması beni kendine çekiyor, çünkü ömrüm boyunca karışımlar ve başkalaşımlar beni çok cezbetti. Cümbüşün 90 yıllık tarihi boyunca edindiği bir imaj var: Hem herkesin, hem hiç kimsenin çalgısı… Çok sevilir, çok kullanılır ama yerel müzisyen abilerimiz, amcalarımız haricinde hiç kimsenin “kariyer çalgısı” olmamıştır. Bir nevi “bu dünya benim memleket” diyerek gezen, bilge bir avare gibi gelir bana cümbüş. Çaldıkça, gitardan kalan alışkanlıklarım da dahil olmak üzere, bütün keşif ihtiyacıma olumlu cevap vermiştir. Kısacası şu an derdimi en rahat anlatabildiğim çalgı cümbüş…

    <iframe width="560" height="315" src="https://www.youtube.com/embed/gJgfq96tLlc" frameborder="0" allow="accelerometer; autoplay; clipboard-write; encrypted-media; gyroscope; picture-in-picture" allowfullscreen></iframe>

    3. Cümbüşe manyetik yerleştirme fikri size mi ait yoksa daha önce böyle bir sistem kullanılmış mıydı? 

    Cümbüşe manyetik yerleştirme fikri bana ait değil. Tahminimce 80’ler ya da 90’lardan bu yana cümbüşün Anadolu’da kullanıldığı farklı bölgelerde manyetikli cümbüşe rastlarız. Özellikle Tokat, Konya, Antep ve Mardin taraflarında… Lakin benim cümbüşe manyetik yerleştirirken amacım, sadece çalgının sesini yükseltmek değil, elektrik gitar çalarken kullandığım tüm sesleri (distortion, wah, delay, vs), yine elektrik gitar tavrına uygun tonlamak ve çalmak idi. 

    4. Müziğinizde doğu-batı sentezi diyebileceğimiz motifler ağırlıkta. Bu tarz bir müzik yapmaya sizi yönlendiren faktörler nelerdi? 

    Her iki tarafı da büyük bir tutkuyla dinlediğim için, çalarken de iki tarafı birbiriyle tanıştırmak, birbiriyle muhabbete sokmak istiyorum. Bunun bende bir refleks olduğunu fark ettiğimden beri de bu refleksime sahip çıkıyorum. Ok Computer albümünü dinlerken duyduğum heyecanı, Bergama Gaydası albümünde de duyuyorsam, bu albümlerdeki sesleri aynı odada buluşturmak benim için kaçınılmaz bir dürtü haline geliyor. Her şey iştahtan J

    5. Yasak Helva serüveniniz nasıl başladı? Fikrin çıkış noktası ve Yasak Helva isminin kaynağı nedir?

    Yasak Helva, resmen telepatiyle kuruldu. Ben, elektrik cümbüş kullanacağım bir trio hayal ediyordum. Aklıma o sıralar yeni tanıştığım Hakan ve yıllardır keyifle takip ettiğim, Ankara metal camiasından “Death’çi Onur” diye tanıdığım, benim gibi İzmir’e yerleşmiş Onur Ertem geldi. Onlara bu düşüncemi açmaya niyetlenmişken, bir gün Onur’dan bir Facebook mesajı geldi: “Abi selamlar, biz Hakan Görkem ile ruhlarımıza uygun bir şeyler yapmaya niyet ettik, seni de aramızda görmek isteriz” …

    Yasak Helva ismi de, bir çağrışımlar silsilesi içinde birden bire çıktı. Bu kel alaka isim tamlamasını ve içerdiği kelimelerin manalarına hem uzak hem de yakın duruşunu çok sevdik. Alakasız dünyalara ait bir sürü insanın aynı ortamda zevkle takılması misali…

    6. Yasak Helva ile çalacağınız şarkıları nasıl belirliyorsunuz? Üretim süreciniz nasıl gerçekleşiyor?

    Tek ölçütümüz var, o da kendi keyfimiz. Hepimizin müzik zevklerini topladığımızda ortaya progressive death metal’den, Teke yöresi zeybeklerine uzanan bir liste çıkıyor. Hem birbirimizin zevkleriyle tanışıp, bunları çalışımıza yansıtıyoruz hem de üçümüzün de çok sevdiği şeyleri, yeni tanıştığımız seslerle kaynaştırıyoruz.

    Bazen evlerimizde taslaklar hazırlayıp bu taslaklar üzerinden beyin fırtınaları yapıyoruz, bazen de ana malzeme prova yaparken çıkıveriyor ve çalıp fırına atıyoruz. Çaldığımız hiçbir şeyi, oldu bittiye getirmiyoruz. Sindire sindire işliyoruz. Sırf bu yüzden, ilk videomuzu paylaştığımız gün ile ilk konsere çıkışımız arasında tam 1 sene var. 

    7. Geçtiğimiz yıl sizi Yasak Helva ile Sziget Festivali’nde izleme şansını erişmiştik. Bu performansınızdan nasıl dönüşler aldınız, orada sahne almak sizin için nasıl bir duyguydu?

    Her şeyiyle çok keyifli bir süreçti. 6 gün 40 derecede kavrulan Budapeşte’de, son gün, yağmur altında sahneye çıktık ve naylon yağmurluğunu kapan izlemeye geldi. Herkes ilgi ve tatlı bir merakla izledi ve dinledi. Biz de o sırada henüz 1 yıldır sahnede olan bir grup olarak, bu kadar kısa sürede oluşturabildiğimiz sinerjiye koşulsuz sahip çıkmamız gerektiğini bir kere daha anladık.

    <iframe width="560" height="315" src="https://www.youtube.com/embed/odEUUFNo1nc" frameborder="0" allow="accelerometer; autoplay; clipboard-write; encrypted-media; gyroscope; picture-in-picture" allowfullscreen></iframe>

    8. Yasak Helva olarak Akdeniz Erbaş ile gerçekleştirdiğiniz Eki Attar düeti sosyal medyada bir dönem oldukça ses getirdi. Oldukça da eğlenceli bir çalışma. Akdeniz Erbaş ile nasıl bir araya geldiniz?

    Akdeniz, bizi en başından beri takip eden sıkı hayranlarımızdan biri. Müziğimizin her aşamasını bilen, seven ve özümsemiş bir genç müzisyen. Biz de onun Orta Asya ve Sibirya bölgesi müziğine olan hakimiyeti ve bilgisine hayranız madem, “neden beraber bir şey yapmıyoruz?” dedik. Akdeniz’in bizimle ayrı bir ortak noktası, onun da dinlediği müziklerin yelpazesinin çok geniş olması… O yüzden Eki Attar gibi o yörenin en bilinen ezgilerinden birini düzenlerken hiç zorlanmadık.

    <iframe width="560" height="315" src="https://www.youtube.com/embed/UhWz3--13_I" frameborder="0" allow="accelerometer; autoplay; clipboard-write; encrypted-media; gyroscope; picture-in-picture" allowfullscreen></iframe>

    9. Biraz bireysel bir soru olacak sıradaki. Sizin Müzik Köyü’nde Theodara Athanassiou ile yaptığınız düet en sevdiğim performanslarınızdan bir tanesi. Bu çalışma nasıl ortaya çıktı bahsedebilir misiniz? Aynı zamanda Müzik Köyü hakkındaki görüşleriniz, oradaki müzik ortamı ile ilgili de bilgi verebilir misiniz?

    Çok teşekkür ederim. Theodora, benim gibi o sene atölye çalışması yapmak için Müzik Köyü’nde idi. Ben de bir eski tarz rebetiko tutkunu olduğum için hemen birlikte bir şeyler çalmaya başladık zaten ve bunu sahneye de taşırsak keyifli bir anımız olur diye düşündük. 5 adet zeybekiko çaldık, 2 gitar ve 1 gitar-1 cümbüş… Müzik Köyü, ülkedeki en önemli “halk müzikleri” organizasyonlarından biri bence. Üstelik 4 yıldır hiçbir büyük sponsorluk olmadan, inatla ve cesaretle yürütülüyor. Bugüne kadar hem Türkiye’den hem de dünyanın birçok ülkesinden müzisyenin katılımına sahne olmuş, atölye ve seminerleriyle her seviyeden müzik tutkununa bilgi ve fayda getirmiş bir oluşum. Umarım ki pandemiden sonra da aynı inatla ve verimle, biz müzisyenleri ve müzikseverleri aynı noktada buluşturmaya devam eder.

    <iframe width="560" height="315" src="https://www.youtube.com/embed/rqdV2CCp8TA" frameborder="0" allow="accelerometer; autoplay; clipboard-write; encrypted-media; gyroscope; picture-in-picture" allowfullscreen></iframe>

    10. Geçtiğimiz günlerde Denize Dik isimli bir EP yayınladınız. Farklı tarzların harmanlandığı EP’de Ege ya da Anadolu blues diyebileceğimiz bir tarz yaratmışsınız diyebiliriz. Şarkıların ortaya çıkma süreci nasıl gerçekleşti?

    Anadolu Blues diye bir tabir varsa, bunu 70’li yıllarda harika müzikler yapıp bizim yolumuzu açan isimlere borçluyuz (Moğollar, Zafer Dilek, Barış Manço, Mustafa Özkent, Erkin Koray ve daha birçoğu…) Şarkılarımın bir kısmı, birkaç senedir hazır halde bekliyordu… Bir kısmını da pandemi sürecinde bitirdim. Şu Covid 19 belasının, benim açımdan tek olumlu tarafı, albümü bitirecek uygun zamanı ve zemini yaratması oldu. Yoksa aynı şarkımdaki gibi “Bugün olmaz yarın olur, yarın olmaz öbür gün” diyordum : ) Şarkıları yaparken elimde hangi çalgı varsa, kayıtta da başrolü o çalgıya verdim. O yüzden cümbüş, çağlama, divane ve gitar arasında kardeş payı oldu.

    11. EP’nin kapanış şarkısı bir Nirvana cover’ı. Something in the Way’i tercih etmenizde özel bir sebep var mı?

    Something in the Way, az söz ve az ses kullanarak hikaye anlatmanın sembol şarkılarından biri benim için. Bu şarkıyı tek kişilik performansım sırasında cümbüşle çalıyordum önceden. Lu Records’un girişimiyle albüme dahil olduğunda, sahnede nasıl çalıyorsam aynı şekilde, looping mantığıyla çaldım. Fakat bu kez, sevgili Serkan Keskin mikrofonu benimle paylaştı ve hem şarkıdaki köprü altı hikayesiyle, hem de cümbüşün berduş-alaturka ruhuyla uyum içinde söyledi.

    <iframe width="560" height="315" src="https://www.youtube.com/embed/NbroP3EadRE" frameborder="0" allow="accelerometer; autoplay; clipboard-write; encrypted-media; gyroscope; picture-in-picture" allowfullscreen></iframe>

    12. Müziğinizde genel olarak Türk ezgilerini yeniden yorumladığınızı görüyoruz. Özellikle Anadolu Rock eserlerinin geçtiğimiz yıllarda tekrar popülerlik kazanması, sizin çalışmalarınıza olan ilgiyi artırdı mı?

    Doğal olarak artırdı. 2005’ten beri bu tarz bir harman ile uğraştığım için, daha fazla meyve toplamak beni de mutlu ediyor. Sadece bazı insanlar, doğduklarından beri bu ülkede yaşadıkları halde, “türkü” diye bir müzik formunun 3 yıl önce parlayan grupların icadı olduğunu zannediyor ve bizi de bu gruplardan ilham aldık sanıyor, ben de bu duruma kibar kibar uyuz oluyorum. 

    13. Dünya çapında başarı kazanmış sanatçılarımızın eserlerine baktığımızda genel olarak yerli motiflerle batı tekniğini birleştiren isimler olduğunu görüyoruz. Örneğin müzikte Pentagram’ın özellikle Anatolia albümünden sonraki patlaması, Nuri Bilge Ceylan filmleri gibi. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?

    Dünya üzerindeki en doğal başarı sebebi: Yaşadığın yerden beslenerek hikaye anlatmak…  Özellkle 12 Eylül darbesinden sonra, ayağımızı bastığımız topraktan utanmanın marifet sayıldığı bir devrin çocuklarıyız. Fakat bunca yıldır örnek aldığımız her “dış kaynaklı” sanatta, çıktığı toprakların izleri var. Az ya da çok… Dünya üzerindeki bütün kültürlerden etkilenmek, beslenmek, o kültürlere hayran olmak ne kadar doğalsa; kendi kültürünü görmezden gelmek de o kadar yapay… 90’lı yılların ortalarından itibaren, 70’lerdeki bilinç geri gelmeye başladı. Baba Zula, Replikas, İstanbul Blues Kumpanyası, Nekropsi, Duman ilk aklıma gelen örnekler. 

    Müzik ya da başka bir sanat dalı için konuşacak olursak; dünya, birbiriyle etkileşime girmek istiyor. Senin geldiğin ülkenin kültürünü tatmak istiyor, senin dilinden, müziğinden, ritminden, manzarandan beslenmek istiyor. Kendi rengini senin üzerinde görmek ona çekici gelmiyor. Senin renginle tanışmak istiyor.

    Tüm bunları söyledikten sonra da hemen bir parantez açayım: Dünya sentez seviyor diye, içinden gelmediği halde eline bağlamayı alacaksan hiç alma. Ya da tam tersi “türkülerimizle dünyaya açılayım” diye, 3 tane Gary Moore şarkısı dinleyip, çok iyi yaptığın nağmelerin arasına birkaç pentatonik melodi eklemeye çalışacaksan vazgeç. Dinleyici “kakıtma” sentezin kokusunu alır. İçinde yatan müzik neyse, onu çıkar. Dünyanın geri kalanının senin müziğine hayran olması gibi bir zorunluluk da yok. Ama işte bu doğal bir neden-sonuç ilişkisi: Kendi kültürünü, dünyanın alışık olduğu sunum şekilleriyle harmanlamayı seviyorsan ve iki kültürle de yoğun mesain varsa, daha çabuk ilgi çekiyorsun. Yavuz Çetin, ömrü boyunca sadece blues çalmak istedi ve blues’u yaşadı. Blues’un çıktığı kıtanın ondan hiç haberi olmasa bile, biz bu dünyadan harika bir blues gitaristinin geçtiğine şahit olduk. Şimdi “Ya Yavuz abi de biraz türkü tadında şarkılar yapıp, gruba bağlama, asma davul falan koysaydı” denir mi? Denmez.   

    14. Son olarak okuyucularımıza mutlaka dinlemeleri gereken 3 albüm önerseydiniz bunlar hangileri olurdu?

    Laço Tayfa – Hicaz Dolap

    Kamchatka – Volume III

    Acoustic Ladyland – Last Chance Disco

     

    Salih Korkut Peker'e verdiği içten cevaplar için teşekkür ediyoruz. Kendisini daha yakından takip etmek için aşağıdaki linklere kullanabilirsiniz. :)

    Youtube

    Spotify

    Instagram

    Yasak Helva Youtube

    Yasak Helva Spotify

     

     

     

     

     


    Yorumlar (0)

    Bu gönderi için henüz bir yorum yapılmamış.

    Yorum Bırakın

    Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.