Hayalperestlere Yazılmış Bir Aşk Mektubu: La La Land

Hayalperestlere Yazılmış Bir Aşk Mektubu: La La Land
  • 5
    0
    0
    1
  • Müzikallere ön yargılı izleyicileri bile kendine aşık edebilecek şiir gibi bir film. Whiplash'in genç yönetmeni Damien Chazelle başyapıtı, bol ödüllü masalsı bir müzikal, La La Land.
    Damien Chazelle, filmle ilgili şunları söylüyor: "Her daim olmayı düşlediğin insana dönüşmeni sağlayacak yola seni sokan, hayatını değiştiren kişiyle tanışırsın, ama en sonunda yapman gereken o yolda yalnız yürümektir, bu fikir beni harekete geçirdi."
    Film, 2016 yılına damgasını vurdu. Best Picture ödülünü alamasa da 89. Akademi Ödülleri'nde Moonlight ile yaşanan karışıklık Oscar tarihine geçti ve bu çok ses getiren filme yakışır bir kapanış oldu diyebiliriz.
    Başarısında pek çok faktör etkili tabi ki. Bunlardan başlıcası en gözde Hollywood oyuncularından Emma Stone ve Ryan Gosling'in daha önce iki kez test edilmiş kimyası. Birlikte Gangster Squad ve Crazy Stupid Love'da da rol alan ikilinin muhteşem enerjileri perdeden taşıp izleyicinin tam kalbine dokunuyor, birbirlerine alışmış halleri çifti oldukça inandırıcı kılıyor.
    Filmin yapımcısı Jordon Horowitz ikilinin kimyasını şöyle değerlendiriyor: "Sadece kamerayı onlara yöneltin, hemen o anda birbirlerine aşık olan bir çift gördüğünüze inanıyorsunuz."
    Damien Chazelle ise filminin başrolleri için şu yorumu yapıyor: "Bir bakımdan zamansızlar. 40'larda geçen eski bir film çifti olarak da inandırıcı olurlar. Fred Astaire ve Ginger Rogers, ya da Katharine Hepburn ve Spencer Tracy çifti gibi. Ama aynı zamanda, en azından benim için, çok çağdaş hissettiriyorlar. Yaptıkları her şeyi, çok inandırıcı bir zemine oturtabiliyorlar. Onları filme dahil ettiğimiz andan itibaren proje ayaklandı sanki."
    Proje tasarı aşamasındayken düşünülen isimler Emma Watson ve Miles Teller'mış. Fakat sonunda Mia ile Sebastian Emma ve Ryan'da hayat bulmuş. İyi ki de öyle olmuş, Mia ve Sebastian'ın aşklarına, hayallerine bu ikiliden daha çok kim yakışabilirdi ki?
    Bir müzikalin olmazsa olmazı dans ve müzik elbette. Emma ve Ryan aylarca süren yoğun bir dans eğitimi almışlar. Ryan Gosling sırf bu role bürünebilmek ve piyano çaldığı sahnelerin doğal akışını bozmamak için sıfırdan piyano çalmayı öğrenmiş.
    Filmin mükemmele yakın soundtrack'ine değinmeden geçmekse büyük haksızlık olur. Hala dinleniyor ve her duyduğunuz tınıda sizi çaldığı sahnenin hissine geri götürüyor oluşu filmi hep canlı kılıyor. Bu güçlü soundtrack besteci Justin Hurwitz'e hak edilmiş bir Oscar getirdi.
    Dans etme ve şarkı söyleme yeteneklerinin mükemmel olmaması üzerinden Ryan Gosling ve Emma Stone'a eleştiri gelse de, Chazelle; zaten bir jazz piyanisti olan Sebastian ve aktris olmaya çabalayan Mia'nın kusursuz seslere ve dans yeteneklerine sahip olmaları gerekmediğini, kendi isteğinin de hatalarının gözükmesi olduğunu söylüyor.
    La La Land; tutkuyla hayallerinin peşinden koşan, düşlerine aşık iki hayalperestin, aşkın bir başka formunu birbirlerinde buluşunun hikayesi. Kalabalıklar içinde karşılaşan ikili birbirlerine ilham olup tek eksikleri olan cesareti bu aşktan alıyorlar.
    Chazelle'in de dediği gibi hayallerine giden yola birbirlerinden buldukları cesaretle adım atıyorlar, böylesi büyük düşleri olan iki insanın birbirine verebileceği en güzel hediye bu belki de. Yaşamlarında öyle değerli bir iz bırakıyorlar ki; adım attıkları yolu ayrı yürümek zorunda kalmaları, yaşadıklarının değerinden ve gerçekliğinden hiçbir şey alıp götüremiyor.
    Hikayenin sonunda kazanan birbirlerine duydukları aşk değil, hayallerine karşı duydukları aşk olsa da Mia & Seb izleyicinin gönlünde hem birbirlerine hem de sanatlarına aşık iki hayalperest olarak kalmayı başarıyor.
    Film başından sonuna kadar renkleriyle bir görsel şölen sunuyor, izleyiciye masal tadında bir yolculuk vadediyor. Rengarenk bir masal kitabının sayfalarını çevirir gibi, kendinizi büyülü bir dünyanın içinde buluyorsunuz.
    Nostaljik dokusuna rağmen dinamik ve modern bir film oluşu müzikal türüne yeni bir soluk getiriyor ve herkesin bu türe bir şans vermesini sağlıyor. Eski filmlere, müzikallere duyduğu sevgiyle bilinen yönetmen bu ruhu yakalamış, filminin içini eskilere küçük küçük göndermelerle doldurmuş ve bunları yaparken de eserine kendi imzasını atmayı bilmiş.
    Bu filmi belki de yıllar boyu izlenebilecek bir klasik haline getiren şey ise finalini işleyiş şekli, ikilinin arasındaki o son bakış. Abartıdan uzak, sadece mimiklerin konuştuğu, yalın olduğu kadar sarsıcı ve çok gerçek. Yolları kesiştiği için duydukları minnetle, içten ama buruk bir tebessümle teşekkür ediyorlar birbirlerine.
    Bunu hiç söz kullanmadan, birkaç saniyelik bir sahnede izleyiciye öyle güzel hissettiriyorlar ki boğazınızda bir yumruyla kalakalıyorsunuz. Deneyimlerimden yola çıkarak söyleyebilirim ki o yumru filmi her izleyişinizde büyüyor, o sahnedeki tınıları her duyuşunuzda tekrar tekrar yakıyor canınızı.
    İşte o hüzünlü bakışlarda yolları ayrılmış iki sevgilinin söz verdikleri gibi bir parçalarıyla daima aşık kalacaklarının sinyalini alıyoruz.
    Mia ve Sebastian hikayesinin sonu La La Land'i ''feel good movies'' kategorisinden çekip çıkarıyor. Belki de etkileyiciliğinin en büyük nedeni, bizi rengarenk ve masalsı bir filmden beklemediğimiz kadar hüzünlü bir notada bırakması.
    Film bittiğinde kalbinizde yer eden o buruk his; La La Land'i çabuk tüketilen, akılda kalmayan aşk hikayelerinden ayırıyor, uzun süre zihninizi ve yüreğinizi işgal edecek hatta tekrar tekrar izlemek isteyeceğiniz bir yapım haline getiriyor.
    Genç yönetmen neden bu hikayeyi seçtiğini ise şöyle açıklıyor: "Gerçek dışı hayaller için bile söylenecek bir şeyler vardır, bu hayaller hiç gerçekleşmeyecek olsa bile. Bana göre Los Angeles'ın güzelliği burada. Hayallerini kovalamak için buraya taşınmış insanlarla dolu bu şehir. Bu insanların birçoğuna etraflarındaki kişiler tarafından deli oldukları söylenmiş, ya da bir la la land'in içinde yaşadıkları. Onları ve bu gerçekçi olmayan ruh hallerini selamlayan bir film yapmak istedim."
    Mia'nın, belki de Emma Stone'a Oscar'ı kazandıran, audition sahnesinde söylediği şarkı filmin ana temasıyla ilgili önemli ipuçları barındırıyor aslında:
    "...and here's to the ones who dream, foolish as they may seem. here's to the hearts that ache, here's to the mess we make."
    Bu film kendisini peri masallarına inandırmak isteyenlerin değil, düşleri ne kadar aptalca görünürse görünsün hayal kurmaya cesaret edenlerin filmi. Kırılan kalplere, dağılan hayatlara, pes etmeyen hayalperestlere yazılmış bir aşk mektubu La La Land.
    Kaynak: [eafl id="109278" name="" text="1"], [eafl id="109279" name="" text="2"]

    Yorumlar (0)

    Bu gönderi için henüz bir yorum yapılmamış.

    Yorum Bırakın

    Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.