Emre Yeksan'dan Sanatsal Bir Distopya: Körfez (2017)

Emre Yeksan'dan Sanatsal Bir Distopya: Körfez (2017)
  • 0
    0
    0
    0
  • “Sanki bu anı yaşadım ben daha önce.”

    Dünya prömiyerini Eylül 2017’de gerçekleşen 74. Venedik Film Festivali’yle yapan, ülkemizde ise ilk kez 24. Adana Film Festivali’nde seyirci ile buluşan Körfez, Hoşgeldin Lenin belgeseliyle tanıdığımız Emre Yeksan’ın ilk uzun metrajlı filmidir. Ahmet Büke’yle birlikte yazdıkları ve Yeksan’ın aynı zamanda yönetmenliğini yaptığı filmin hikâyesi aslında 2012’nin sonlarında ortaya çıkmış fakat beyazperdede yayınlanması 2017’nin sonlarını buldu. 24. Uluslararası Adana Film Festivali’nden Jüri Özel Ödülü, 37. İstanbul Film Festivali’nden FIPRESCI (Uluslararası Sinema Eleştirmenleri Federasyonu) Ödülü ve Crossing Europe Film Festivali’nden Jüri Özel Ödülü ile dönen Körfez, yurt dışında oldukça sevildi. Yapımcılığını Anna Maria Aslanoğlu’nun yaptığı filmin oyuncu kadrosunda Ulaş Tuna Astepe, Ahmet Melih Yılmaz, Merve Dizdar, Serpil Gül, Müfit Kayacan gibi sevilen oyuncular yer alıyor. Körfez için gerçekçi başlayıp bir nevi distopyaya bağlanan bir film diyebiliriz. Selim, ana karakterden beklenen kahramanlığın aksine anti-kahraman bir karakter. Aile konusunda da iş konusunda da oldukça başarısız birisi. Geçmişiyle ilgili pek fazla detay verilmemiş, çok sınırlı derecede tanıyabiliyoruz onu. Biraz kabuk bir karaktermiş gibi geldi bana; dış hatlarıyla biliyoruz ama içini doldurmak seyirciye bırakılmıştı sanki. Filmi temelde iki bölüme ayırabiliriz; ilk kısım Selim’in bir nevi sıvı gibi bulunduğu kabın şeklini aldığı bölümken, distopik dünyanın olduğu ise ikinci kısım. İlk bölümde Selim ifadesiz, hissiz, sanki uyuşmuş gibi. Nereye çekilirse gidiyor, bir nevi oradan oraya sürükleniyor. Aslında orta, hatta orta-üst denebilecek bir aileye sahip ama aile içinde pek samimiyet yok. Dikkatimi çeken sahnelerden biri Selim’in asker arkadaşı olduğunu söyleyen Cihan’la karşılaşmasıydı. Cihan, Selim’i de askerlik günlerini de çok net hatırlasa da Selim bir türlü hatırlayamıyordu, tıpkı Geçen Yıl Marienbad’da filminde olduğu gibi. O filmde de adam kadınla önceki yıl buluştuğunu iddia edip her detayını hatırlıyordu ama kadının böyle bir anısı yoktu. Bu birinin geçmiş, diğerinin ise şimdiki zaman düzlemine odaklanmasından dolayı oluyordu. Selim'in deneyimleyemediği, algılayamadığı bir hayat yaşadığı için çevresindeki varlıkları çok net göremediğini söyleyebiliriz. Selim’in bu halinden uyanışını başlatan şey ise aynı zamanda filmin en temel ögesi: koku. Filmin ilerisinde insanların koku artışı sebebiyle önce maske takmaya, daha sonra ise şehri terk etmeye başladığını görüyoruz. Selim ise çevresindekilerin aksine terk etmiyor şehri, bence bu İzmir’le yahut ailesiyle olan bağından çok, bir yerden bir yere tekrar sürüklenmek istememesindendi. Filmde çok fazla metafor var, öyle ki bu fazlalık birçok izleyicinin Körfez’i “metafora boğulmuş film” olarak tanımlamasına sebep verdi. Bazıları çok net metaforlar olsa da birçoğu içini seyircinin doldurmasına bırakılmış metaforlardı. Örneğin, siyah büyük maskelerin sadece Selim’in annesinde ve Pınar’da olmasını bir izleyici; annesinin sürekli konken oynayıp oğlunu damadının kiralık evine göndermeye çalışan biri, Pınar’ın ise evliyken eski flörtüyle birlikte olan biri olmasına yani yanlış hareketleri olan iki yan karakter olmalarına bağlamıştı. Selim’in bataklığa batıp hastanede uyanışı aslında bir nevi yeni dünyaya uyanışı denebilir. Bu tabii ki yorumlardan sadece bir tanesi, daha üzerine konuşulup yorumlanabilecek birçok metafor mevcut filmde. Başta depresyona giderken son çıkıştan dönmüş ama kendisine bile yabancılaşmış olarak görünen Selim, yeni dünyasının başlarında yine ara ara olsa da ilk kısma göre çok daha fazla gülümsüyor. Sokakta çocuklarla top oynamak, sandık taşıyanlara yardım etmek onu mutlu ediyor, samimiyetin olduğu ortamlarda yaşıyor bunu. Anlık mutluluklarının içtenliğini hissedebiliyoruz. Hatta eski eşyalarını yaktığı sahnede öyle mutluydu ki, sanki sadece eşyalarını değil de iradesizliğini ve geçmişini de yaktığı düşüncesine bağladım ben bu mutluluğu. Bodrumdaki eline sürüp baktığı balçığa bile gülümseyişine ise “kesinlikle budur” diyebileceğim bir anlam veremedim. Olağanüstü hal ilanı, şehrin yavaş yavaş terk edilmesi, uzaktan bakıldığında felaket gibi gözüken unsurlar, durumu kötüleştirmek yerine yeni bir düzenin başlamasına sebep oluyor. Filmin başında asker arkadaşıyla iki lafın belini kıracak kadar konuşamayan, “Ne anlatayım ki?” durumunda olan Selim, finalde yüzünde güller açarak çevresindekilere bir şeyler anlatıyor. Şehirde kalanların hepsi aynı yerde oturup muhabbetler ediyor, farklılıklar ortadan kalkıyor. O topluluk içinde Cihan da var, Selim’in ilk bölümde dışarı çıktığı sahnede ortamdan memnun olmayan arkadaşı da ve hatta filmin başında el falı baktıran yaşlı kadın da... Bir tek alışveriş merkezindeki kaplumbağa yoktu, şahsen benim gözlerim aradı onu. Sonuç olarak bir ekolojik olay ve ana karakterin ruhsal yolculuğu üzerinden toplum eleştirisi yapılmış bir filmdi Körfez. Sonu benim gibi gerçekçilikle karamsarlığı biraz karıştıranlar açısından fazla naif bitti ama izlemesi de keyifli filmlerden biri.

    Yorumlar (0)

    Bu gönderi için henüz bir yorum yapılmamış.

    Yorum Bırakın

    Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.