“Ekmek Bulamıyorlarsa Pasta Yesinler” Cümlesi Gerçekten Söylendi Mi?

“Ekmek Bulamıyorlarsa Pasta Yesinler” Cümlesi Gerçekten Söylendi Mi?
  • 2
    0
    0
    0
  • 18. yüzyılın en önemli olayı olmakla birlikte yeni bir çağın başlamasına da sebebiyet veren Fransız İhtilali (1789); öncesi, sonrası ve insanlığa sunduğu geniş haklar noktasında oldukça derinden araştırılması gereken tarihi bir olay olarak karşımıza çıkıyor. Fakat biz bu yazımızda fazla diplere inmek yerine, Kraliçe Marie Antoinette tarafından söylendiği iddia edilen ve hatta ihtilalin en büyük sebeplerinden birisi olarak gösterilen ünlü bir cümleyi inceleyeceğiz: Ekmek bulamıyorlarsa pasta yesinler! Gelin, detaylara birlikte göz atalım.

    Amerika kıtasında yer alan 13 koloni, 1776 yılında İngiltere’nin kolonizasyon yönetimine karşı isyan ederek yeni bir Amerikan bayrağı ile beraber bir bağımsızlık bildirisi yayınladı. İngiltere, dönemin en güçlü devleti olmasına rağmen daha önce girdiği savaşlar neticesinde zayıf düştüğü için bu başkaldırı karşısında bocalayacak ve şiddetli geçen çarpışmalar sonucunda 13 koloninin bağımsızlığını kabul etmek zorunda kalacaktı (1783).

    İşte tam da bu noktada yepyeni bir rüzgârın ayak sesleri duyuluyordu dünyada. Amerikan Devrimi’ne şahit olan Fransızlar, onlara tanınan haklara ve verdikleri eşsiz mücadeleye gıpta ederek kendi yozlaşmış sistemlerini sorgulamaya başladılar. Yapılan askeri harcamalar, alınan ağır vergiler ve sarayın inanılmaz boyuttaki giderleri; halkın canına tak etmişti artık. Üstelik en üst kademe bulunan kilise ve soylular sınıfı hiçbir şey üretmedikleri halde vergilerden muaf tutularak ayrıcalıklı bir şekilde yaşamaya devam ediyorlardı. Ülkede baş gösteren bütün olaylar açlık-israf-eşitsizlik ekseninde ilerlerken halkın aşırı derecede kızgın olduğu meşhur bir sima daha vardı: Kraliçe Marie Antoinette! Peki neden bu kadar öfkeliydi halk ve ne isteniyordu genç kraliçeden? Anlatalım…


    Marie Antoinette

    Avusturya’lı Marie Antoinette, 15 yaşında iken Fransa’nın veliaht prensi XVI. Louis ile evlendirildi. Versay Sarayı’nda elini kolunu nereye koyacağını bilemeden, gölgelerin arasında yaşıyordu adeta. Fakat bir gün Paris gezisine çıkartıldığı sırada halktan gördüğü saygı onu ziyadesiyle mutlu edecek, duyduğu saadetten dolayı Viyana’daki annesi Maria Theresia’ya şu satırları yazacaktı:

    “Geçen salı öyle bir bayram yaşadım ki, ömür boyu asla unutmayacağım: Paris’e girişimiz. Hürmet adına akla ne gelebilirse hepsini gördük, ama beni en derinden etkileyen şey bu olmadı da fakir halkın sevecenliği ve coşkusu oldu. Kendisini ezen vergilere rağmen bizi görmenin sevinciyle dolup taşan halkın…”

    Paris’i çok seven Marie Antoinette sık sık oraya gitmeye başladı. Özellikle halkın desteğini gördükten sonra daha bir özgüven sahibi olarak, doğuştan gelen soyluluğunu bir zırh gibi giyindi üzerine ve saray içerisinden kendisine tek bir iğneleyici söz dahi edilmesine izin vermedi. Fakat henüz orta halli bir evi bile yönetemeyecek kadar küçük olan bu kız çocuğu, XV. Louis’nin ani vefatının ardından eşiyle birlikte tahta çıkarak 19 yaşında kraliçe oldu (10 Mayıs 1774).

    Oldukça vurdumduymazdı ve ortalamanın üzerinde bir zekaya sahip gibi de görünmüyordu. İstediği tek şey özgürce yaşamak, kalıplara sığmamak ve hiçbir sıkıcı devlet işini kendi üzerine yüklenmeden doyasıya eğlenmekti. Kocası XVI. Louis ise son derece yumuşak başlı bir adam olduğu için ona hiç karışmıyor, hatta hareketlerine destek bile veriyordu.


    XVI. Louis

    Marie Antoinette özel bir arkadaş çevresi oluşturarak sık sık balo ve resepsiyonlar düzenlemeye başladı. En pahalı elbiseler, en pahalı mücevherler ve en pahalı eşyalar her zaman için onun emrindeydi. Üstelik sadece kendisini değil, arkadaşlarını da fazlasıyla ihya ediyordu. Ayrıca kumar oynamak da en büyük zevklerinden birisi idi. 21.doğum gününde 3 gün 3 gece süren bir kumar partisi vermiş, orada dönen para neredeyse hesaplanamayacak kadar devasa bir boyuta ulaşmıştı. Ona neden bu kadar harcama yaptığını ve neden devlet meseleleriyle hiç ilgilenmediğini sorduklarında ise: “Canım sıkılıyor.” diyerek sıyrılıyordu işin içinden. Bütün dünyayı kendisi gibi mutlu sanıyordu.

    Adı sık sık skandallara karışmaya başladı. Evliliğinin ilk 7 yılında çocuk sahibi olamayıp bir anda hamile kalınca, kralı aldattığı dedikoduları hızla yayıldı. Hatta Fransız gazete ve dergilerinde onun iffetini karalayan pek çok tasvire bile yer verildi. Ama o bunların hiçbirisine aldırış etmeyerek peş peşe 3 çocuk daha getirdi dünyaya. Bir nebze olsun olgunlaşmıştı fakat çocukları büyümeye başlayınca yine eski alışkanlıklarına geri döndü. Halk açlık sınırında çırpınırken o bütün gamsızlığı ile beraber hiçbir harcamasını kısmayarak git gide daha da üzerine koyuyordu. Versay Sarayı’nın bahçesine kendisi için inşa ettirdiği suni köy ise bardağı taşıran son damla olacaktı. Gazetelerde çıkan berbat haberlerden sonra, Viyana’da yaşayan annesinden şöyle bir mektup aldı genç kraliçe:

    “Eskiden kızımın ruh büyüklüğünü ve iyi yürekliliğini övdükleri için okumaya doyamadığım gazeteler birdenbire değişivermiş. At yarışlarından, kumar oyunlarından ve sabaha kadar uykusuz geçen gecelerden başka hiçbir şey işitilmiyor, öyle ki artık okumak istemiyorum.”

    Kaynaklara göre XVI. Louis’nin 12 yıllık hükümdarlığı sırasında bir milyar iki yüz elli milyon borç alınmış ve özellikle kraliçenin masrafları yüzünden bütçe açığı ortaya çıkmıştı. Artık ciddi bir hedef haline gelen Marie Antoinette ile ilgili gerçekler ve dedikodular birbirine karışarak ilerliyordu. Herkes kralın, bu hayallere sığmaz harcamalarda payı olmadığını bildiğinden bütün öfke; onun gözünü kör eden, müsrif, havai kraliçeye yöneldi. Devlet borçları için aranan suçlu bulunmuştu işte. Paranın günden güne değersizleşmesi, ekmeğin pahalılığı ve vergilerin yüksekliği bile ona bağlandı.

    Koca bir ülkenin yığılıp birikmiş kızgınlığı, bütün dehşetiyle şimdi tek bir insanın üzerine boşalmakta idi ve kraliçe; tasasızlığından aniden sıyrılarak her yandan yediği bu nefret kırbaçlarıyla çaresizlik içinde şu sözleri söyleyecekti:

    “Benden ne istiyorlar? Ne yaptım ben onlara?”

    Marie Antoinette’i giyotine gönderebilmek için ona atılabilecek hiçbir iftiradan geri durulmadı. Gazete, broşür ve kitaplarda her türlü sefahat, her türlü ahlak düşkünlüğü, her türlü sapkınlık yakıştırıldı kendisine.

    “Ekmek bulamıyorlarsa pasta yesinler.” sözü de tam olarak bu tarz bir iftarının içeriğini oluşturuyor ne yazık ki. Halk arasından fakir bir insanın; “Çok açım. Ekmek alacak param yok.” diye yalvarmasına karşılık kraliçenin bu enteresan cümleyi sarf ettiği söyleniyor. Ancak bu bilginin herhangi bir tarihi kaynakta yer almadığını biliyoruz. Üstelik o dönemlerde Marie Antoinette’in halk ile hiçbir şekilde herhangi bir bağlantısı da yoktu. Yani böyle bir diyalog sadece bir kurgudan veya karalama kampanyasından ibaret olabilir. Günah keçisi olarak seçilen kraliçeyi daha fazla gözden düşürmek için uydurulan bir bahane de diyebiliriz.

    Başka bir rivayete göre ise orada yer alan “pasta” kelimesi ile aslında “makarna” kastediliyormuş. Fakat maalesef ki bunun da net bir dayanağı yok. Ama okuduklarımızdan yaptığımız çıkarımlara göre, Marie Antoinette her ne kadar zevke sefaya düşkün bir kraliçe olsa da böylesine amatör ve kaba bir cümle kuracak kadar saf birisi değildi. Nitekim kocasının ölümü ve küçük oğlunun kendisinden koparılmasından sonra başı dik bir şekilde idama götürülürken, ayağına bastığı cellattan bile özür dileyecekti.  

     

    Kaynak:
    Stefan Zweig, Marie Antoinette 
    Oral Sander, Siyasi Tarih  


    Yorumlar (0)

    Bu gönderi için henüz bir yorum yapılmamış.

    Yorum Bırakın

    Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.