Dram, Entrika, Nostalji: Las Chicas Del Cable

Dram, Entrika, Nostalji: Las Chicas Del Cable
  • 0
    0
    0
    0
  • Ramon Campos ve Gema R. Neira tarafından yaratılan ve bizleri 1920’li yılların Madrid’ine götüren İspanyol yapımı dizi, aslında Türk dizilerinden de aşina olduğumuz aşk üçgenlerini, ağır dramları, entrikaları çok daha farklı bir boyutta izleyiciyle buluşturuyor.

    Dizinin oyuncu kadrosunu oluşturan Blanca Suárez (Lidia), Ana Fernández García (Carlota), Maggie Civantos (Angeles), Nadia de Santiago (Marga), Yon González (Francisco) ve Martiño Rivas (Carlos) oyunculuklarıyla bizleri gerçekten olayların içine çekiyorlar.

    “1928’de dünyada iki milyar insan vardı, hepsinin de kendi umutları, hayalleri ve problemleri vardı. Hayat kimse için kolay değildir. Hele bir kadın için hiç değildir. Özgür değildik ama özgürlüğün hayalini kurduk.”

    Muazzam bir başlangıç. Dizi temel ögelerini aşk ve entrikadan alsa da o kadar hayatın içinden ve o kadar çarpıcı gerçeklere yer veriyor ki izlediğiniz şey sıradan bir drama olmaktan bambaşka yerlere uzanıyor. Dönemin ilk ve en büyük telekomünikasyon şirketine çeşitli kurnazlıklar yaparak giren belalı kızımız Lidia’nın, hayatları yine kendi içinde karman çorman olan diğer üç kadınla; Angeles, Marga ve Carlota ile kurduğu arkadaşlıkla beraber geçtiği yollar anlatılıyor bize.

    Her karakterin kendine has bir öyküsü, yaşam mücadelesi var. Kadın olmanın hiç de kolay olmadığı dönemler anlatılırken bir kadının karşılaşabileceği çeşit çeşit zorluk konu alınıyor. Eh, sadece sosyal konulu bir dizi olmadığını göz önüne alırsak, bu hayatlarda bolca entrika ve bazı yerlerde akıl almaz olaylar işin içine giriyor. Gerçi, eğer olay örgüsü bağlamında düşünülecek olursa karakterlerin başlarına gelenler hep sebep-sonuç ilişkisi içinde verildiği için mantıksız da gelmiyor.

    Sadece bazen, “Ah, hadi ama her şey mi tek bir insanın başına gelir.” dedirtiyor.

    Lidia Aguilar/Alba Romeo

    Blanca Suárez tarafından canlandırılan bu güzel kadının iki isimli olmasının bir sebebi var elbette. Daha küçük bir kızken sevdiği çocukla beraber evinden kaçıp büyük şehre, Madrid’e doğru yola çıkmıştır. Ancak büyük şehir daha tren garına iner inmez ona azizliğini göstermiş ve başına gelen haksız bir durum yüzünden hapse düşmüştür. Hayatın çilekeş tarafından kafasını o günden beri de kaldırabilmiş değildir. Hayat, insanı nasıl bambaşka bir insan yapar sorusunun vücut bulmuş halidir kendisi.

    Dizideki en güçlü karakter olduğunu söyleyebiliriz. Özellikle daha en başlarda. Serinkanlı duruşu, çözüm bulma yeteneği, ikna kabiliyeti, dik duruşu…

    Asıl adı Alba Romeo olan bu güzel kadının güçlü karakteri, elbette çektiği sıkıntılara dayanmaktadır. Yapması gereken kirli bir iş gereği telekomünikasyon şirketine girmek için başka bir kadının kimliğini kendi kimliği gibi göstermiş ve ondan sonra da hayatına Lidia Aguilar olarak devam etmiştir.

    Dizideki bir kırılma anı olarak sayılmasa bile karakterin kendi içinde yaşayacağı kırılmanın ilk adımıdır. Çünkü Alba’nın önce adı, sonra ise yavaş yavaş karakteri değişmeye başlamıştır. Hayatında kimseyi tutmak istemeyen, güvensiz ve serinkanlı tavrı, daha sıcak ve dostları/sevdikleri çerçevesinde şekillenen bir yapıya dönüşmüştür.

    Başka bir kadının kimliğini alması hakkında ufak bir not düşmek gerekirse, bu durum bize dönemdeki boşlukları göstermektedir. Şimdiki gibi dijital sistemler, parmak okutmalar vs. olmayan bir dönemde, bir kâğıt parçası yaratarak veya yakarak olmak istediğiniz kişiye dönüşmek ne kadar da mümkün. Her şeyin “kâğıt üzerinde hallolduğu” düşünülünce, el altından iş yürütmenin veya sahte evrakla uğraşmanın müthiş kolaylığı göze çarpıyor.

    Carlota Rodríguez de Senillosa

    Belki de dizinin konusunu bambaşka yerlere taşıyan yegâne karakter kendisi. Ana Fernández García tarafından canlandırılan, kabına sığamayan, tam bağımsız bir kadın. Aşırı muhafazakâr bir ailenin hatta anlatılan dönem için daha da belirgin olan özelliği olarak albay bir babanın kızı olan Carlota, her açıdan baskı altındadır. Ancak bu durum onun özgürlükçü ruhuna asla zincir vuramamıştır. Ailesi onu evde tutmayı, evlendirmeyi beklerken o gizli gizli yeni açılacak telekomünikasyon şirketine giriş sınavları için kurslara gitmiştir. İşe girmek istemesinin paraya ihtiyacı olmasıyla bir alakası da yoktur üstelik. Ailesi oldukça zengindir ancak Carlota’nın tek istediği, bağımsızlığıdır.

    Şirketin mühendisi olarak çalışan erkek arkadaşı Miguel de keza onun kafa yapısına ayak uydurabilecek derece modern görünen bir erkektir. Carlota’nın duruşunu desteklemekle kalmayıp çoğu zaman yanında olduğunu gösteren tavırlar sergilemekten çekinmemiştir.

    Elbette Carlota’yı özel yapan şeyler bunlarla sınırlı değildir. Baskıcı ve kadının ezildiği bir dönemde kadın hareketlerinin nasıl küçük küçük ve derinden başladığını bizzat gösteriyor bize Carlota: devrimci, lafını esirgemeyen, korkusuz.

    Kadın hakları için savaşını verirken bırakın dönemi, karakterin kendisine bile yabancı olan bir durum daha ortaya çıkıyor: Carlota’nın cinsel yönelimlerindeki farklılık. Bir yerden sonra LGBTI ögelerini de kendi içinde topluyor. Kendilerini kabul etmeleri, kendilerini kabul ettirmeye çalışmaları, örgütlenmeye karar vermeleri gibi birçok aşamayı bizzat yaşatıyor.

    Angeles Vidal

    Başarılı bir iş kadını. Anne. Eş. Maggie Civantos’ın canlandırdığı Angeles karakterinde ilk göze çarpan sıfatlar bunlar. Altında yatan hikâye ise bambaşka. Eşi ile birlikte aynı şirkette çalışan ve yıllar boyunca işindeki başarısı ile kendini orada kabul ettirmiş bir kadındır. Ne var ki, kocasının onu şirketten başka bir kadınla aldatıyor olduğundan habersizdir. Kocası ise kendi rahatı için onun bütün özgürlüğünü elinden almaya hazırdır.

    Angeles, başlarda da fark edileceği üzere aşırı çekingen ve kocasının sözünden çıkmayan bir yapıya sahip. Onun için sadece kocası ve kızı vardır. Ancak kocasının sapıtmaya başlayan davranışlarıyla beraber hayat, onu çok daha farklı noktalara sürükler ve başka bir insan olması gerekir.

    Aile içi şiddet, aldatma ve daha nicesinin yaşandığı bir durum söz konusudur. Ne yazık ki bu hayatın içerisinde ise onu koruyacak hiçbir kanun bulunmamaktadır. Angeles ne kadar kendini kurtarmak isterse istesin, zarar görmeden çektiği zulme bir dur demenin yolunu bulamamaktadır. Yasalar kadınların tam karşısında bir duvar gibi durmaktadır. Çektiği bütün zorluklar, diğer bütün karakterlerde olduğu gibi, Angeles’i de başlarda olduğu karakterini terk etmeye zorlar. Her bir kırılma noktasını ise görmek mümkün.

    Marga Suárez

    En belasız, en sıradan hayata sahip diyebileceğimiz kadın karakter kendisi. Kendine göre dertleri var tabii ama Nadia de Santiago tarafından canlandırılan kadının en büyük derdi, kendisi. Köyde büyükannesi ile birlikte yaşayan ve iş için büyük şehre gelen bu genç kadının üstünden atamadığı bir çekingenlik ve korkaklık vardır. Hatta o kadar ki, başlarda sık sık köyüne geri dönmeyi bile düşünmüştür.

    Ilımlı ve yapıcı tavırları, etliye sütlüye çok karışmak istemeyip sürekli garantici olmaya çalışan kişiliği sürekli oradadır. Ama elbette bütün karakterler değişirken Marga’nın değişmemesi mümkün değildir. Hayatına giren yeni iş arkadaşları Lidia, Angeles ve Carlota ile birlikte kendisi de değişmektedir.

    Birbirlerine destek olmak konusunda arkadaşları içi hep 'bir bildiği vardır' şeklinde düşünmeye gayret göstermektedir. Ancak Marga’nın tam olarak değişmeye başlamasının temel sebebi ise aşktır. Her ne kadar aşık olduğu adam Pablo (Nico Romeo)’nun özellikleri bire bir onunkiyle uyuşsa da bu iki çekingen insanın kavuşabilmesi için bir tarafın adım atan ve korkusuz olması gerekmektedir. Belki de gereken tek şey azcık dozu kaçmış alkoldür.

    Elbette sıradan bir aşk ve kavuşma hikâyesi ile kalmayacak ve işin içine üçüncü kişiler, çeşitli zorluklar çıkacaktır. Ancak diğerleriyle kıyasladığımızda Marga’nın hep daha nahif daha çözülebilir ya da en azından ölümcül olmayan problemleri vardır.

    Erkekleri unutmadım elbette. Lidia’nın ilk ve biricik aşkı Francisco Gómez (Yon González) ile kendisine yeniden hayal kurmayı öğreten, mutluluğu tattıran aşkı Carlos Cifuentes (Martiño Rivas). Dizideki çoğu kaosa sebep olan da kaosların çoğunun çözümüne yol açan da bu ikisi.

    Francisco Gómez

    Donuk bakışlı, karizmatik ve oldukça başarılı biri kendisi. Yon González tarafından hayat bulan bu karakter, sigara içerken karşısındakine de bir tane yaktırtma hissi uyandırıyor, öyle karizmatik ancak donuk. Çok nadir gülen ve güldüğünde bile gülüşü zaman zaman suratında iğreti duran bir ifadesi var. Sanki karakter ciddi olmak ve çile çekmek için var olmuş gibi.

    Lidia’nın yani gerçek adıyla Alba’nın ilk ve biricik aşkı nasıl ki Francisco ise, Francisco için de Alba aynı şekildedir. Ancak arada ufak farklar vardır. Alba artık o eski insan değildir. Yüreğinin derinliklerinde Francisco onun için uzun zamanlı bir geçmişin konusudur ancak Francisco için ise durum tam tersidir. Alba bitmemiş ve yarım kalan bir hikâyedir. Her daim kalbi bu güzel kadına ait gibidir.

    Her ne kadar kaderin cilvesi onları farklı koşullar altında Lidia ve “yönetici” Francisco olarak buluştursa da aradan geçen bu süreçte ise Francisco’nun kalbinde olmasa bile yanına başka bir kadın vardır: Elisa Cifuentes. Carlos’un kız kardeşi ve aynı zamanda Francisco’nun karısı olur kendisi. Elisa da diğer tüm karakterler gibi nev-i şahsına münhasır. Psikolojik birtakım rahatsızlıkları olan ve kocası Francisco’ya karşı aşırı düşkünlüğü olan biri.

    Francisco’nun ise aynı düşkünlüğe karısı için sahip olduğu pek söylenemez. Sanki daha çok kalbini geçmişte bırakmış da yanında bir kadının olması gerektiği için Elisa’yla berabermiş gibi bir durumda.

    Şöyle bir çıkmaz var: Aşkına sadık kalan karakterler çok hoş karşılanır ve gerçek aşkın kazanması ile ilgili yüksek beklentiler vardır ancak... Birincisi, kalbi tam olarak Elisa’ya ait değilse onunla evlenmesi başlı başına bir haksızlık değil midir? İkincisi, Alba’nın ortaya çıkışıyla beraber karısını aldatmaya dünden istekli oluşu her iki kadına birden haksızlık değil midir?

    Eh, dizi aslında bize çoğu yerde o dönemin çarpık ilişkilerini gösteriyor. Erkek için her şeyin mübah, kadın için ise her şeyin yasak olduğu gerçeklikleri...

    Carlos Cifuentes

    Aileden zengin, aklı sadece kendi eğlencesinde olan bir bey kendisi. Tabii, kendini aşkın tehlikeli kollarına atmadan önce. Martiño Rivas’ın oyunculuyla hayat bulan Carlos karakteri, başlarda dünyanın merkezinin kendisi olduğunu düşündüğünü oldukça hissettiriyor. Duruşundan gülüşüne varana kadar hem de. Francisco’yla öz kardeş olmasalar bile kardeş gibi büyümüşlerdir ve ikisi de aynı telekomünikasyon şirketinin yöneticileridir. Ancak ne kadar kardeş gibi büyümüş olurlarsa olsunlar, ikisi de birbirine taban tabana zıt karakterlerdir. Francisco ne kadar donuk ve ciddi ise Carlos da o kadar güler yüzlü ve eğlencelidir. Gerçi tam olarak bu sebeplerden ötürü Carlos’un babasıyla arası bir hayli limoni iken, Francisco baba Cifuentes tarafından öz oğul gibi sevilmektedir.

    Carlos için bu hiç sorun olmasa da annesinin bu konuyla alakalı hazımsızlıkları olduğunu söylemeden geçmeyelim. Carlos gerçek aşkı bulduktan sonra gözü Lidia’dan başkasını görmemiştir. Ne annesi, ne şirket, ne Francisco… Ancak Lidia hakkında bilmediği onlarca şey, bu güler yüzlü pozitif adamı da çilekeş yaşamın içine çekecektir.

    “İnsanlar hisleriyle hareket edenlerin yalan söyleyemeyeceğini düşünürler. Bu yüzden onları kandırmak istediğinizde, her şeyin tesadüfen olduğuna ikna etmeniz gerekir. Ama asıl bilmedikleri, tesadüf diye bir şeyin olmadığıdır.”

    Bir yanda Francisco varken bir yanda kendisi vardır. Arada geçen yalanlar ise cabasıdır.

    Dizi, konusu ve karakterleri bakımından ne kadar güçlü ise aynı ölçüde sanat yönetmeni bakımından da oldukça başarılı. Dekorlar, kostümler, atmosfer… Her ayrıntı gerçekten geçmişe dönmek için tasarlanmış. Konuyla beraber atmosferin birbirine bağlanması şöyle dursun, alışkanlıklar gibi küçük detaylar da aynı şekilde konuya dahil edilmiştir. Bütün bunlar olurken İspanya’nın siyasi durumu konusunda isteyerek veya istemeyerek bile olsa ufak tefek bilgiler vermektedir. Örneğin, iletişim sektöründe sahipliğin nasıl olduğu, kraliyetin gücü, iç karışıklıklar ve askeri devrimler gibi. Bütün bu özellikleriye Las Chicas Del Cable’nin, drama seven insanları içine çekecek bir yapım olduğunu söylemek mümkün.


    Yorumlar (0)

    Bu gönderi için henüz bir yorum yapılmamış.

    Yorum Bırakın

    Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.