Coğrafya Kaderdir Tabusunu Yıkan Kadın: Gaye Su Akyol!

Coğrafya Kaderdir Tabusunu Yıkan Kadın: Gaye Su Akyol!
  • 1
    0
    1
    0
  • “ Düşünsene kafamızın üzerinde sonsuz bir yer var ve sırlarını asla çözemiyoruz. Belki de hiçbir zaman çözemeyeceğiz. Bunca bilinmezlik arasında kendime eğlenecek bir yer bulmuşum. ”

     Uzayla ne alıp veremediğini merak edenler için bu cevapla başlıyoruz onu tanıtmaya. Aşmış bir uzay sevgisinin yanı sıra pek çok şeyi başarabilen bir kadın Gaye Su Akyol. Alternatif Neo-Türk müziği denilen tarzını; alıcısı olmayan bir tarz olarak tanımlayan da var, bu müziğin bugüne kadar yapılmış en iyi işlerden biri olduğunu düşünen de. "Sadece Gaye Su Akyol yetmez, alternatif müzik benim özel ilgi alanımdır" diyen okuyucularımız, Gaye Su Akyol'la beraber 4 farklı müzisyeni de incelediğimiz yazımıza da göz atabilirler.

     Öğretmen emeklisi bir baba ve memur bir annenin çocuğu olarak 1985'te İstanbul’da dünyaya geliyor Gaye Su Akyol. Çocukluk yıllarından beri müzikle ilgilenen ve müzik yapmaya başlaması da aşağı yukarı bu döneme rastlayan Akyol, kendi özgün müzik kimliğini bulmasında birçok usta sanatçının katkısı olduğunu söylüyor.

    Annesinden duyup söylemeye başladığı şarkılar, abisinin ona dinlettirdikleri, yaşı ilerledikçe kendi kendine keşfettiği müzisyenler ve elbette ki içinde var olan müzikal dehanın birleşmesiyle bugün bizlerin kulağına ulaşan Gaye Su Akyol müziğini ortaya çıkarmış. Anne ve babasının memur görünümüne bürünmüş olması aslında oldukça bohem ve entelektüel insanlar oldukları gerçeğini değiştirmemiş. Kadıköy’de 23 sene yaşayan Gaye Su Akyol babasının sanatından da el almış olacak ki kendisinin resme de oldukça ilgili ve yetenekli olduğunu görüyoruz. 

    Annesinin ölümü ise çok bahsetmediği, bir o kadar da unutamadığı bir acı. Ece Temelkuran’a verdiği bir röportajda kurduğu çok kısa 2- 3 cümle aslında annesinin onun içindeki yerini oldukça iyi anlatacak güçte:

     “ -Mezeler ne güzel, mekân ne hoş, fotoğraflar şöyle mi çekilecek, ah, ama içmesi yasak. Yasak? Mide duvarında incelme. Çünkü üzüntü. Üzüntü? Nesibe hanımı, annesini altı ay önce yitirmiş... " “ Hayatta bundan daha fazla üzülemem herhalde” . -Anneyle ilgili – di’li geçmiş zamanla soru sormak, en berbat şey: “ Aşırı cool, az konuşan ama esprili kadındı. Dostumdu. ” - Di’li geçmiş zamanla cevap vermek, beterin beteri. Onun için bir şey yapacak mısın? “ Yaptığım her şey onun için. Her şey. ”

    Çocukluğundan şu anki haline kadar birçok şeyden beslenen ve bunları müziğine aktaran Akyol, birçok farklı röportajda; büyüdüğü evden, abisinden, babasından ve annesinden, kendi iç dünyasında gönül verdiği isimlerden bahsediyor. Çocukluğundan beri sadece müzikal anlamda değil; edebiyat, felsefe ve görsel sanatlar anlamında da birikim yapma fırsatı bulan Akyol hem kayboluşu hem de kurtuluşu olarak adlandırdığı yılları şöyle özetliyor:

     “ Çok sesli bir evde büyüdüm. Birbirinden bağımsız gibi görünen, farklı türde müziklerden beslendim, beslenmeye devam ediyorum. Üzerine keşiflerim, kitaplar, filozoflar, hisler, sorular, duygular ve daha bir yığın şey eklenince ortaya çıkan müzik bu oldu. Annem Klasik Türk Müziğini çok severdi, harika sesi vardı. Birlikte sürekli şarkılar söylerdik. 5 yaşındayken onun sayesinde Ah Tut-i Mucize Guyem ve benzeri klasikler söylemeye çalışıyordum. Müzeyyen Senar, Zeki Müren evin fon müziği gibiydi, kasetleri dönerdi. TRT’deki fantastik saçları, makyajlarıyla 80’ler soslu TSM koroları da fondan hiç eksik olmazdı. Nalan Altınörs’ler, Yıldırım Bekçi’ler… Babam Mozart, Tchaikovsky gibi Klasik Batı Müziği ve Ruhi Su, Aşık Veysel gibi Türk Halk Müziği sanatçılarını dinlerdi. Atölyesinde plaklarını, kasetlerini görürdüm. Merakla incelerdim çünkü o yepyeni bir dünyaydı. Bu sırada yan evde dayım Deep Purple’lara, Led Zeppelin’lere düşmüş, sayesinde 60’ları, 70’leri ucundan keşfediyorum…

    Ama asıl kırılma 9-10 yaşlarındayken oldu. Oyunun kurallarını benim için tamamen değiştiren Nirvana’ydı. İlk tanışma hikayemizi hiç unutmuyorum. Abim o sıralar cayır cayır bir ergen, annemin külüstür arabasında?utm_source=generator" width="100%" height="380" frameBorder="0" allowfullscreen="" allow="autoplay; clipboard-write; encrypted-media; fullscreen; picture-in-picture"> Nevermind albümünü dinliyor. Kapıyı açıp girdim ve şarkıyı duyar duymaz beynimden vurulmuşa döndüm. Bilmeden aradığım her şey oradaydı. Abime hayretle ve büyük bir tutkuyla bir yığın soru sorduğumu hatırlıyorum. Çalan şarkı Smells?utm_source=generator" width="100%" height="380" frameBorder="0" allowfullscreen="" allow="autoplay; clipboard-write; encrypted-media; fullscreen; picture-in-picture"> Like Teen Spirit’ti bu arada ve sonra hiçbir şey eskisi gibi olmadı zaten. Ardından bitmeyen bir keşif süreci, sonsuz külliyatın içine düşmek, sayısız sorular, cevaplar… Hem kayboluşumu hem de kurtuluşumu bulmuş gibiydim. ”

     İyi bir müzisyen olacağının sinyallerini çocukluk yıllarında veren Gaye Su Akyol’un ilk yapıtları ile ilgili de şöyle bir cümlesi var o yıllara dair:

    “ Çok küçükken insanlara gidip ‘Sana şarkı yapayım mı? ’ diye sorardım. ‘Neyle ilgili şarkı istersin? Kalem mi? ’ Kalemle ilgili şarkı yapardım. ”

    Abisinin Nirvana’yı hayatına kazandırmasıyla kendi kendine de müzik/müzisyen keşfetmeye başlayan Gaye Su Akyol, günümüzde bu noktada olmasına ilham veren isimler arasında Nick Cave, Nirvana, Tom Waits, Black Sabbath, Morphine, Sonic Youth gibi duayenlerden bahsediyor. Bireysel olarak küçük yaşlardan beri üreten taraf olmasına rağmen bizim serüvenin başlangıcı olarak bildiğimiz dönem İzmir'e taşınma çabalarının abisi tarafından engellendiği ve Mai ismiyle Saykodelik Rock yaptığı dönem. Arkasından Toz-Toz ve Tuğçe Şenoğul’la yürüttüğü "Seni Görmem İmkansız".

    Bu dönemde evde toplanıp ekipçe müzik yapma işinin temellerini de atan Gaye Su Akyol’un yolu buradan sonra Bubituzak olarak bildiğimiz ekiple kesişiyor. Gaye Su Akyol ekibi olarak bildiğimiz dörtlü Emrah Atay, Görkem Karabudak, Ali Güçlü Şimşek ve tabii ki Gaye Su Akyol’dan oluşuyor. Gaye Su Akyol konuyu esprili bir şekilde dile getiriyor:

    “ - Genç adamları, hem de müzisyenleri idare ediyorsun. Onlarla ortak bir hayatı yürütüyorsun. Senin adınla anılan bir gruptan bahsediyoruz sonuçta... + Ben çıkınca Bubituzak oluyorlar. ”

    Bu ekiple bir araya gelerek ortaya koydukları ilk albüm Develerle Yaşıyorum. 2014 yılında yayınlanan albüm tamamen sıra dışı tarzıyla eşsiz Türkiye mozaiğini Avrupai ve hatta Rock’n Roll tadında bir süslemeyle bize sundu. Dinleyicinin ilk başta neye uğradığını şaşırdığı, sonra hakkında çok ciddi fikir beyanlarında bulunduğu bu albüm bir öncü deprem gibiydi. Daha doğrusu benim naçizane fikrim Gaye Su Akyol’un her yaptığı işin bir öncekinden daha sarsıcı, daha şiddetli, daha imkansız olduğu yönünde.

    Gaye Su Akyol’da kendimce hayran olduğum bir özellik kendi içinden beslenen bir sanatçı olduğunu düşünmem. Kendisini anlattığı birçok yerde izahtan kaçınan ama yine de kendini ele veren ufak tefek noktalardan benim çıkarımım budur. Kendi içinde bir dünya barındıran ve bize bu dünya hakkında minik demeçler sunan bir kadın geliyor gözümün önüne. Ailesinden aldığı müzikal değerlerin yanı sıra Melih Cevdet Anday, Oktay Rıfat, Turgut Uyar gibi şiirin ustalarını; edebiyat ve felsefeyi eser bazında olmasa da fikir bazında birçok eserine serpiştirmesini gerçekten çok başarılı buluyorum.

     Başka bir röportajında Gaye Su Akyol'a ilham olanlar sorulduğundaysa daha farklı bir cevap alıyoruz kendisinden:

     “ İhtimaller, Kadıköy, Sinema, Türk kahvesi, Müzeyyen Senar, Türk Sanat Müziği, plaklar, uzay, rüyalar… ”

    2016 yılında Hologram İmparatorluğu’nu piyasaya çıkartan Akyol’un, bu albümünü diğerinden ayıran özellikleri oldu. Her şeyden önce butik bir plak şirketi olan Glitterbeat Records ve ekibin 2 üyesi GSA ve Ali Güçlü Şimşek ortaklığıyla kurulan Dunganga Records tarafından piyasaya çıkarılmıştır. Bu da ikinci albümü, ilkinden daha bağımsız ve daha özgür kılmıştır. Bu iki albüm ve Gaye Su Akyol müziğini radyocu ve müzik adamı Hakan Tamar şu cümlelerle anlatıyor:

     “ Develerle Yaşıyorum ’da Türk sanat müziğini modernize edip post-Türk sanat müziği kalıbına hayat veren; bunu yaparken Rock ve Arabesk elementlerini şarkılarına serpiştirerek uzay çağına retro bir giriş gerçekleştiren Gaye Su Akyol, kozmik canlı performanslarıyla da hayran kitlesini genişletmeyi başardı. Ülkemizin en önemli mekân ve festivallerinde sahne almasının ardından sınırlarını genişleterek yurtdışına, Roskilde Festival’e kadar uzanan Akyol; geçtiğimiz Kasım ayında Glitterbeat Records etiketiyle yayınlanan ikinci albümü Hologram İmparatorluğuyla bu yılın en iyi albümlerinden birine imza attı. Wire, The Guardian ve Rolling Stone başta olmak üzere en prestijli medya kuruluşlarının övgü dolu kritiklerine yer verdiği Hologram İmparatorluğu, Gaye Su Akyol’un 'İstanbul’un yeni sesi' tanımıyla taçlandırılmasını sağladı. ”

     Bu iki albüm ışığında dergisinde yer alan bir röportajda Gaye Su Akyol kendi dostlarının sorularını yanıtladı, bu iki albüm ve müziğiyle ilgili düşüncelerini anlattı:

     “ Kanat Atkaya soruyor: İkinci albüm stresi, riski, sıkıntısı diye bir hadise vardır. Hologram İmparatorluğu’nu dinlediğimde şahsen bunu zerre kadar hissetmedim ama üreten kişi olarak Gaye Su Akyol’un hisleri nedir? Doğru mudur? Var mıdır böyle bir kaşıntı sanatçı için? Aydınlanalım lütfen… Gaye Su Akyol: Sık sık bahsedilir bu ikinci albüm stresinden. Ama açık konuşmak gerekirse, ilk albümün kayıt süreci çok daha sancılıydı. İnsanları, henüz hayatta olmayan, yalnızca senin görüp duyabildiğin bir şeye inandırmak ve örgütlemek, deveye hendek atlatmaktan daha zor. Hologram İmparatorluğu, Develerle Yaşıyorum’un açtığı yolda, gösterdiği hedefe konforlu bir yolculukla ulaştı. İki ay rahat rahat kayıt yaptık, hayalini kurduğumuz bütün çalgıları, sesleri (yaylılar, üflemeliler, perküsyonlar, vs.) ekledik. 'Ay şunu da ekleseydik, şurasını şöyle yapsaydık' deyip içimizde kalan hiçbir şey yok. 'Adım Hıdır, elimden gelen budur' hesabı. Gerisi kainata güvenmek, keyfini sürmek ve üstüne keyif sigarası yakmak.  

    Chris Eckman (Glitterbeat Records) soruyor: En sevdiğin grunge grubu hangisiydi? Gaye Su Akyol: Nirvana! İlkokul dördüncü sınıfa giderken birader sayesinde tanıştığım ve her şeyi ilelebet değiştirecek olan grup! Benim için birçok şeyin başlangıcı o gündür. Külüstür bir Doğan SL'in içindeydik ve Nevermind kaseti dönüyordu. Duyduğum şeyi, daha önce dinlediğim hiçbir şeye benzetemiyordum ve çok mutluydum. Sonraki yıllarla birlikte derinlere indik ve olaylar gelişti. İlerleyen zamanlarda Alice in Chains'i, Pearl Jam'i keşfettim. Daha sonra Melvins, Mudhoney ve diğerleri... Ama Nirvana'nın yeri ayrı. ”

    Röportajın tamamını buradan okuyabilirsiniz.

    Hologram İmparatorluğu’nun Almanya kökenli Glitterbeat Records tarafından da piyasaya sürülmesi ile uluslararası arenaya ilk adımını atan Gaye Su Akyol bu başarısını pek çok ulusal ve uluslararası canlı sahne performansıyla taçlandırdı. Sahne kostümlerindeki yaratıcılığı, söz ve müziğine yansıyan inanılmaz yaratıcılığı; Doğuyu Batı ile, eskiyi yeni ile, TSM’yi Rock’n Roll ile harmanlayan tarzı bu sağlam ikinci adımla kendini git gide ispatlayan bir nitelik kazandı. Bantmag röportajının referansına göre Hologram İmparatorluğu The Guardian, The Observer, The Quietus ve daha birçok müzik oluşumu tarafından 2016’nın en iyileri arasında gösterildi, birçok övgü aldı.

     16 Aralık 2016 İKSV etkinliği öncesinde Erdem Arda Güneş’e verdiği röportajında sadece uluslararası arenada elde edilen başarıları değil kendi şahsi çizgilerini ve ülke sınırlarını dışında aldığı tepkileri de yorumluyor:

    " Albüm The Guardian, Financial Times gibi önemli gazetelerde 'Osmanlı folk müziğinin post- punk dinamiklerle evliliği', 'İstanbul’un yeni sesi' gibi ifadelerle övgüye layık görüldü. Kendisi bununla alakalı diyor ki: '12 yıldır bu piyasanın içindeyim, kendi stüdyomuzu kurduk, arkadaşıma ‘Gel menajerim ol’ dedim (Müge Büyüktalaş), CD olarak da çıkan yeni albümün dağıtımını kendimiz yapacağız, büyük medya kanallarına girelim derdimiz de kimseye eyvallahımız da yok. Bağımsızlık bugün hiçbir sektörde öyle kolay elde edilebilen bir şey değil, sermayeyle yaptığınız bir iş sizi bir ‘Zorunluluklar İmparatorluğu’na hapsediyor. O sponsor, bu gazete, o kanal, bu mekân derken verilmeyen sözlere bağlı kalıyorsunuz… Her sektörde patron-iktidar, sıradan insanları yaşamak istemedikleri mecburiyetlere mahkum bırakmıyor mu? Hangimiz kendimizin efendisiyiz?' Yurt dışı konserlerinde ve gelen tepkilerde nasıl bir hisse kapıldığı sorulunca: “ Heyecanlı, eğlenceli! Büyük bir ilgiyle, merakla eşlik etmeye çalışıyorlar. Dans etmeye çalışıp ayak uyduramıyorlar bazen, bizim 9/8’lik ritme ayak uydurmak, o ritme aşina olmayanlar için zor, çok ilgilerini çekiyor. Dünyanın her yerine ‘Hologram İmparatorluğu’ plakları dağıtıldı. Dünyanın çeşitli ülkelerinden mesajlar alıyorum. En son Japonya’dan, Filipinler’den mesajlar geldi mesela. Çok eşsiz bir his. ”

     Konu bağımsızlık olduğunda sadece müzikal anlamda bağımsız olmaktan bahsetmediğini Tolga Öztorun’a verdiği röportajdan anlıyoruz:

    “ Hayatımda çok kediyle dostluk ettim, istikrarla besledim ama hiç sahiplenmedim. Galiba başka türlü bir iletişimle mutlu oluyorum. Öyle bir bağlılıktan kaçıyorum belki. Derinlerde bir yerde ölüm korkusu bile olabilir. ”

    Toplumun içinde türeyen her türlü olaya karşı da yer yer tepkisini koymaktan geri kalmıyor Gaye Su Akyol. Bunun ilk örneklerinden biri tüm Türkiye için çok can yakan 2016 yazından sonra verdiği röportaj. Hürriyet’ten Güliz Arslan'a verdiği röportajda günümüz Türkiye’sinde müziğin nasıl sancılarla boğuşabileceğini ve kendisinin bu süreçlere karşı tutumunu anlatıyor:

     " Bugünlerde Türkiye’de albüm çıkarmaya niyetlenen bir müzisyen neler hisseder?  - Başkalarını bilmiyorum ama biz ekipçe karmakarışık duygular yaşadık. Albümün çıktığı gün, bir sebepten yine ortalık karıştı, albüm haberini paylaşıp paylaşmamak konusunda arada kaldık. Paylaşmamayı düşündük çünkü son zamanlarda herkes her şeyi yanlış anlamaya o kadar müsait ki... Ciddi bir kaos var. Sadece dışarıda değil, insanların zihinlerinde de... Tatlı tatlı deliriyoruz.  Sonra paylaşma kararını nasıl aldınız?  - Ertelemek bir şeyi değiştirmiyor artık. Çünkü ertelediğin tarihte yine kötü bir şey oluyor. Bir de şu var; insanlar iyi bir şeyler görmeye ihtiyaç duyuyor. Sustukça, paylaşmadıkça azalıyoruz, eziliyoruz. Sanat bu yüzden çok önemli. Konserlerde insanların bir araya gelmesi bir tür terapi çünkü.  Ama önce sanattan vazgeçiliyor böyle dönemlerde...  - Evet, millet sabah kalkıp işine gidiyor, çöpçatan programları, maçlar, reklamlar devam ediyor. Ama konserler iptal... Oysa insanların şunu hatırlamaları gerek; müzik sadece eğlence demek değildir. Müzik; isyan demek, ağıt demek, duyguları paylaşmak, acıları hafifletmek demek. Karanlık dönemlerde sanata sarılmak bir refleks.  Böyle zamanlar sanatsal üretimi nasıl etkiliyor peki?  - Birçok sanat akımı, alt kültür böyle dönemlerin ardından doğmuş. Soğuk Savaş’tan hemen sonra, mimariden müziğe, resimden modaya pek çok kırılma yaşandı. 1960 darbesi ve Anadolu pop ekolünün doğuşu, Barış Manço, Erkin Koray, Selda Bağcan, Moğollar, Cem Karaca gibi isimlerin çıkması... 1980 darbesi ve politik sinema ve müzik dilinin oluşması... Karanlık dönemlerde insanların sanata sarılmaları bir tür refleks galiba. Hayatta olduğumuzu, düzlüğe çıkacağımızı hissettiren belki de tek şey bu çünkü. Ben de daha fazla yazıp çizmek, hiçbir şeyin göründüğü kadar karanlık olmadığını anlatmak istiyorum. "

     Üçüncü ve Gaye Su Akyol'u bir kez daha zirveye taşıyan albümü İstikrarlı Hayal Hakikattir’in oluşum aşamasında kendisini ifade ettiği mecralarda dilinden gerçekten büyük isimler düşmeyen Akyol, yerel ve uluslararası başarısını çok sade bir şekilde bazı durumlarla ilişkilendiriyor. İzahın sanatı öldüreceğini düşündüğü için izahtan kaçıyor ve bunu dinleyiciye bırakıyor. Bu coğrafyaya bağlı kalmaktan da kaçınıyor ama neticesinde bu coğrafyanın seslerini ve etniğini özümseyip müziğine yediriyor. Çocukluk dönemlerinden bahsederken de değindiğimiz üzere inanılmaz geniş bir müzik yelpazesi var dinleyici olmak konusunda. Ve target="_blank" rel="noopener noreferrer"> İstikrarlı Hayal Hakikattir sadece bir müzik albümü olmakla kalmayıp bir hayat felsefesine dönüşen; genci- yaşlısı, osu- busu her türlü kesimi peşinden sürükleyen bir ana akım haline gelen bu şaheser, Gaye Su Akyol’un başarılı bir kadın müzisyen olmanın ötesinde ülkenin gurur duyacağı bir noktaya gelmesini sağladı. İkinci albümde elde edilen başarıların da üstüne çıkan albüm hakkındaki en dikkat çeken başarı yabancı müzisyenlerin bile çok zor elde edebildiği bir değerlendirme. Yellowbos’un detaylıca aktardığı bu değerlendirme The Guardian’dan: " İstikrarlı Hayal Hakikattir’e İngiliz The Guardian gazetesinin deneyimli müzik yazarı Robin Denselow 5 üzerinden 4 yıldız verdi, albümü köşesinde övdü. Gaye Su Akyol’un ilgi çekici ve kendine özgü genç bir Türk şarkıcı olduğunu belirten Denselow, “Bu yaz Womad Festivali’nde yüksek çizmeleri, şort ve peleriniyle bir pop yıldızı gibiydi. Ancak geleneksel Türk ezgileriyle Rock motiflerini birleştiren cesur ve deneysel bir performans ortaya koydu, basın özgürlüğü için güçlü bir konuşma yaptı. Usta halk şarkıcısı Selda Bağcan ile meşhur olmuş ‘Yaz Gazeteci Yaz’ şarkısı, Akyol’un ana kenti olan İstanbul'daki son olaylardan sonra daha dokunaklı ve anlamlı hale geldi” dedi. Denselow, Akyol’un yeni albümünün Nirvana ve Nick Cave esintileri taşıdığını Akyol’un etkileyici bir gitar grubunun yardımıyla, sağlam bas riff’leri ve perküsyonun farklı Türk melodilerini desteklediği farklı bir folk- rock tarzı yarattığını, ut, bağlama ve cümbüş de dahil olmak üzere yerel telli aletlerini eklemesinin de bu başarısındaki etkenleri dile getiriyor. " Bunun yanı sıra yerli/yabancı birçok seçkin yazılı basında övgü ve olumlu eleştirilerin konusu olan bu albüm Gaye Su Akyol’un Songlines adlı derginin bir sayısında kapak olmasıyla devam ediyor. Sonlines'a kapak olmanın yanı sıra geçtiğimiz günlerde yine aynı dergi tarafından En İyi Sanatçı ödülüne layık görüldü Akyol. Bununla ilgili detaylı habere şuradan erişebilirsiniz. Albümün yankıları hız kesmeden devam etti. Önce albüme isim veren şarkı target="_blank" rel="noopener noreferrer"> İstikrarlı Hayal Hakikattir kliplendi. Gaye Su Akyol’un önlenemez uzay aşkı ve müziğinin çok dengeli bir lezzet olan unsurlarına detaylı yer verilen klibin ardından target="_blank" rel="noopener noreferrer">Bir Yaralı Kuştum şarkısı da kliplendi.  Gaye Su Akyol’un birlikte işlere de imza attığı Melikşah Altuntaş’ın bu klibi tarif ettiği çok hoş birkaç cümlesi var:

     " Ötekiye duyulan korku ve kabul endişesini, insanın kendi karanlığıyla yüzleşmesi üzerinden çözümleyen, toplumsal cinsiyet rollerine karşı ön yargıları bir çember içine alıp, bu çemberi bir arada kalabilmenin gücüyle sarmalayan “Bir Yaralı Kuştum” videosu, David Lynch ve Jean-Lup Godard gibi ustaların sinemasındaki gizemli cazibeye referanslarla bezeli, Aytekin Yalçın imzalı bir film noir. Gaye Su Akyol'u ayrıksı otları korkusuzca ayıklayan katıksız bir kahraman gibi betimlemek yerine, karanlığın ortasında, kendi iç hesaplaşmasıyla baş başa bırakan video, yalnız ve köşeli ruhların çaresizliğini, farklı olanla buluşabilme cesareti gösterdiği dar sokaklarda gideriyor. ”

    Bir Yaralı Kuştum’un akabinde Newyork Times gazetesi eleştirmeni Alex Marshall ve çocukluk idolü Iggy Pop ’un radarına takılıp bir kez daha göğsümüzü kabarttı. Gaye Su Akyol İggy Pop'un target="_blank" rel="noopener noreferrer">Şahmeran'ı çalmasını kendi sayfasında bir postla duyurdu.  Akyol’un son başarısı ">Elle Style Awards’ın kendisini “Yılın Müzik Yıldızı” kategorisinde ödüllendirmesi. Bunun müzikal kısmı elbette takdir edilesi. Ancak daha da takdir edilesi olan, kadınların hayatının gittikçe zorlaştığı bu coğrafyada bir kadın olarak "coğrafya kaderdir" tabusunu yıkmış bir kadın olarak yaptığı konuşma:

    “ Hanımlar, beyler, translar, lubunyalar, queer’ler, serseriler, seferiler, güvensiz suda yüzenler, ateşle dans edenler ve izafi dünyanın tekinsiz yolcuları…Bugün burada birlikte olmak ve bu ödülü almak harika! Heyecanlıyım, umutluyum ancak öfkem, üzüntüm ve hayal kırıklığım heyecanımdan ve umudumdan çok daha büyük. Kâinatta ilgilenecek, sevinip üzerine hayaller kurulacak milyonlarca güzel şey varken, bu coğrafyaya biçilen payla yüzleştikçe kahroluyorum. Ülkemde insanlar sistematik olarak öldürülüyor. Ne tesadüftür ki bu cinayetlerde öldürülen taraf neredeyse hep kadın… Hayatta kalmayı başaranlar aşağılanıyor, ikinci sınıf muamelesi görüyor, berbat ataerkil ve baskıcı düzenle susturuluyor, hayallerine veda ediyor, toplumsal cinsiyet rolleri üzerinden oto sansürle baş başa bırakılıyorlar. Bu adamlar örgütlü mafya gibi birbirlerini kayırıyor, kendi kendilerine kurdukları düzende berbat hayatlar yaşayıp bizleri de bu kabusa maruz bırakıyorlar. Bu gerçeklerden iğrensek de bana olmaz desek de saydıklarımdan bazılarına farklı dozlarda hemen hepimiz üstü örtülü ya da açık açık maruz kaldık, kalıyoruz. Biz sosyal sorumluluk sloganlarıyla değil, adaletle, önlemlerle, eğitimle çözüm istiyoruz. Ben bu ödülü, ataerkil ve müthiş sıkıcı bir dünyada her şeye rağmen var olma mücadelesi veren, ön yargıları kırıp kendi olma cesaretini gösteren, ‘el alem ne der’ diye umursamadan risk alan, yaratan, üreten, devinen, dans eden, kahkaha atan, varlığı birer başkaldırı olan ve kendini kadın olarak tanımlayan herkese ithaf ediyorum. Sanatın sonsuzluğu ve özgür kanatlarıyla, yergiyle yerinmeden, övgüyle övünmeden hayal kurmaya, üretmeye, müzik yapmaya, dünyayı değiştirmeye, kendi kendimizin devrimini inşa etmeye devam! Nietzsche ‘Hakikatten ölmemek için sanat var’ demiş, Jean Luc Godard; ‘Hakikat ile yaşamak için de vardır’ demiş. Ben de yaşadığımız absürt dünyaya istinaden diyorum ki; İstikrarlı hayal hakikattir! ”

      Gaye Su Akyol'un kendi deyimiyle "İstikrarlı hayal hakikattir" diyerek hayal kurmaktan asla vazgeçmemenizi dileyerek sonlandırmak istiyorum yazıyı çünkü galiba bizi sıkı sıkı tutunduğumuz hayaller kurtaracak...   Kaynaklar:1, 2, 3, 4, 5, 6, 7, 8, 9, 10, 11, 12, ">13, ">14,"> 15, ">16, 17, ">18, 19

    Yorumlar (1)
    Yorum Bırakın

    Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.