Çalkantılı Bir Hayata Tutunma Çabası: Fleabag

Çalkantılı Bir Hayata Tutunma Çabası: Fleabag
  • 0
    0
    0
    0
  • Öncelikle belirtmek isterim ki olabildiğince spoiler içermeyen bir yazı olacak, bu yüzden gönül rahatlığıyla okuyabilirsiniz. Başlangıçta biraz Vikipedi bilgisiyle başlamamız gerekirse Fleabag, Phoebe Waller-Bridge’in tek kişilik bir tiyatro oyunundan esinlenerek yazıp oynadığı İngiliz yapımı bir dizi. Phoebe Waller-Bridge’in yazdığı dizilere Killing Eve ve Crashing’den aşinaydık zaten, bu yüzden açıkçası benim beklentim hiç de düşük değildi. 2 sezon toplamda 12 bölüm, yani aslında bir mini dizi de diyebiliriz. Londra’da yaşayan, 33 yaşında, zor bir hayatı olan bir kadının yaşamını konu alıyor dizi. Annesi 3 yıl önce meme kanserinden vefat etmiş, babası kızlarının vaftiz anneleriyle birlikte ve kız kardeşi ise alkolik bir kocası ile 15 yaşında bir üvey oğlu olan başarılı bir iş kadını. Fleabag’in kendisi ise bir kafe işletiyor, aslında işletemiyor demek daha doğru olabilir çünkü kafeye gelen kişi sayısı bir elin parmaklarını geçmiyor. Tabii Chatty Wednesday (Geveze Çarşamba) günleri hariç. Dizide kişisel olarak beni en çok çeken etkenlerden biri Fleabag’in sürekli olarak kameraya bakarak bize ufak bilgiler vermesi, bize anlatması. Bu hareketi hemen Parks and Recreation’dan Ben Wyatt’ı getirdi aklıma. Karşısındakiyle konuşurken bile ara ara kameraya dönüyor ve asıl düşüncelerini ya da karşısındakinin söylediklerini anlamak için bilmemiz gerekenleri söylüyor. İşin garip yani bu hareketini bir kişi hariç kimse fark etmiyor. Kim olduğunu söylemek bir miktar spoiler olabilir bu yüzden yalnızca şunu söyleyebilirim: O kişi de bir anda kameraya dönüyor ve bu benim kelimenin tam anlamıyla ödümü kopartmıştı. İlk sezon boyunca Fleabag sürekli olarak ölen arkadaşı Boo’dan bahsediyor. Hatta sözlü olarak bahsetmediği zamanlarda bile onu hatırlıyor, biz de görüyoruz bunu. İlk iki bölümde “Tamam bir travma ama neden bu kadar sık geliyor aklına?” diye düşünmeden edememiştim. Sezon sonunda bu sorum cevaplandı. Düşündüğüm sebep değildi ama asıl sebep beni oldukça tatmin etti açıkçası. İkinci sezon için kesinlikle ilk sezondan çok daha iyi diyebilirim çünkü ikinci sezon hepimizin sevdiğine emin olduğum birinin gelişiyle başlıyor: Sherlock’taki Moriarty rolüyle gönüllerimizi kazanan Andrew Scott. Scott, Fleabag’in babası ve vaftiz annesini evlendirecek olan bir rahibi oynuyor. Rahip kıyafetleri, konuşmaları ve tavırlarıyla hiç sevmeyen birinin bile sempatisini kazanabilir sanırım. Yazının başından beri ana karaktere Fleabag diye hitap ediyorum çünkü karakterin adını bilmiyoruz. Tıpkı Fight Club’da Edward Norton’dan bahsederken Narrator (Anlatıcı) dediğimiz gibi, Fleabag’in ana karakteri için de Fleabag kelimesini kullanmak uygun olur diye düşünüyorum. Fleabag aşağılık, adi anlamına geliyor. Ana karakterin danışmanla görüştüğü ve günah çıkarttığı sahneleri göz önüne aldığımızda kendisini bu anlamda birisi olarak görüyor diyebiliriz. Fleabag’in kız kardeşi Claire’a hayat veren oyuncu Sian Clifford dizinin üçüncü sezonunun olmayacağını bildirdi. Her ne kadar kısa dizilerden hoşlanmasam da Fleabag’in tam yerinde bittiğini düşünüyorum. Tabii ki gönül isterdi ki Phoebe Waller-Bridge ve Andrew Scott’ı çok daha fazla bir arada izleyelim ama başka yapımlara artık. Bu kadar övgünün ardından sanırım Fleabag için 9/10 bir dizi diyebilirim. İzleyecek herkese iyi seyirler dilerim.

    Yorumlar (0)

    Bu gönderi için henüz bir yorum yapılmamış.

    Yorum Bırakın

    Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.