Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk'ün Eğitime Verdiği Önem

Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk'ün Eğitime Verdiği Önem
  • 2
    0
    0
    0
  • Mustafa Kemal Atatürk’ün çocukluğundan beri bilimselliğe ve moderniteye önem veren bir birey olması nedeniyle dikkatleri her zaman için üzerine çektiğini söyleyebiliriz. Nitekim iyi bir asker olmasının yanı sıra çok okuması ile de tanınıyordu kendisi. Özellikle Namık Kemal, Mehmet Emin Yurdakul, Ziya Gökalp, Montesquie ve J.J. Rousseau gibi değerli fikir adamlarının görüşlerinden etkilenip düşüncelerini bu çerçevede şekillendirdi.

    Ayrıca Osmanlı Devleti’nin adeta Batı’ya açılan kapıları olarak bilinen Manastır ve Selanik şehirlerinde uzun süre yaşayacak ve bu şehirlerin çok kültürlü yapıları ile eğitim kurumlarının bolluğunu bizzat yerinde inceleyecekti.

    30 Ekim 1918 tarihinde imzalanan Mondros Ateşkes Antlaşması’nın yarattığı felaketler sonucu halk kendisini işgallerle karşı karşıya bulunca, Mustafa Kemal Atatürk 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıkarak Millî Mücadele’yi başlattı. Bir yandan kongreler tertipliyor, bir yandan Kuvâ-yi Milliye hareketini destekliyor, bir yandan İstanbul Hükümeti’nin ayağına doladığı bağları çözmeye çalışıyor, bir yandan işgalcilerle uğraşıyor, bir yandan da sahada verilen zorlu mücadelede başkomutanlık görevini yürütüyordu.

    Bu inanılmaz karmaşada neredeyse başını kaşımaya bile vakti yokken, 1921 yılında gerçekleşen Eskişehir Kütahya Muharebeleri sırasında Maarif Kongresi’ni düzenleyip eğitim sorunlarının tartışılmasını istedi. Çünkü topla tüfekle kurtarılan vatanın ancak kalemle elde tutulabileceğini çok iyi biliyordu.

    Kongredeki arkadaşlarına şöyle seslendi:

    “Efendiler! Yetişen çocuklarımıza ve gençlerimize, görecekleri tahsilin hududu ne olursa olsun en evvel ve her şeyden evvel Türkiye’nin istiklaline, kendi benliğine, milli geleneklerine düşman olan bütün unsurlarla mücadele etmek gereği öğretilmelidir… Silahıyla olduğu gibi dimağıyla da mücadele mecburiyetinde olan milletimizin, birincisinde gösterdiği kudreti ikincisinde de göstereceğine dair asla şüphem yoktur.

    Büyük Taarruz emsalsiz bir başarıya ulaşıp yeni ve bağımsız bir Türk devleti kurulduğunda, artık genç cumhuriyetin birtakım reformlara ihtiyacı vardı. Nitekim savaş esnasında bile eğitimi düşünen bir liderin pek tabii ki ilk olarak el atacağı mesele de bu yönde olmalıydı. Halihazırda azınlık okulları kendi etnik çıkarlarını, yabancı okullar bağlı bulundukları devletin çıkarlarını, medreseler ise İslam esasları üzerinden ilmiye sınıfının çıkarlarını koruyordu.

    Durumun farkında olan Atatürk, 3 Mart 1924 tarihinde Tevhid-i Tedrisat Kanunu’nu ilan ederek ülkenin eğitim hayatındaki çok başlılığa son verdi. Bu sayede Türkiye’de bulunan bütün eğitim kurumları Millî Eğitim Bakanlığı’na bağlanacak, ideal-amaç birlikteliği sağlanmakla beraber özellikle yabancı ve azınlık okulları üzerindeki devlet denetimi artacaktı. Ayrıca modern eğitim sisteminin temelleri atılıp sınıfsız bir toplum düzeninin kurulması da kolaylaşmış oluyordu.

    Değişen dünya koşullarına uyum sağlayamayan medreseler, Milli Eğitim Bakanı Vasıf Bey tarafından yayımlanan bir emirle birlikte kapatıldı (11 Mart 1924). Bunun sonucu olarak dinin eğitim üzerindeki etkisi azaltılıp akıl ve bilimsel düşünce kuvvetlendirildi, imam ve hatip ihtiyacının karşılanması noktasında ise orta düzeyli okulların açılmasına karar verildi.

    Mustafa Kemal Atatürk’ün de bu konudaki görüşleri şu yöndedir:

    “…Dünya medeniyet ailesinde saygı toplayan bir yerin sahibi olmaya layık Türk milleti, evlatlarına vereceği eğitimi mektep ve medrese adında birbirinden büsbütün başka iki çeşit kuruma bölmeye katlanabilir miydi?”

    2 Mart 1926’ya gelindiğinde Maarif Teşkilatı hakkında ek bir kanun kabul edilerek Tevhid-i Tedrisat yeniden yapılandırıldı. Buna göre; İlköğretim ücretsiz ve zorunlu olacak, ders müfredatı bilimsel esaslar doğrultusunda yapılandırılacak, eğitimde fırsat eşitliği sağlanacak, yatılı ve burslu okullar açılacaktı. Atatürk hem sosyal devlet anlayışına parmak basıyor hem de laik bir sistem oturtmaya çalışıyordu.

    Nitekim bu sistemin bir diğer ayağı da yeni Türk harflerinin kabul edilmesi olarak belirlendi. Okuma yazma oranının arttırılıp milli birliğin sağlanması amacıyla 1 Kasım 1928 tarihinde Arap alfabesi terk edilerek Latin alfabesine geçildi. Bu çalışmalarla bizzat ilgilenen Atatürk, Sarayburnu Parkı’nda yeni harflerin tanıtımını yapıp halka bir nevi öncü oldu. Devam eden süreçte ise gazetelerde eski ve yeni harfler birlikte basıldı. Ayrıca aynı dönem içerisinde Azerbaycan ve Özbekistan da Latin alfabesi kullandığı için Türk dünyası ile olan kültürel ilişkiler güçlendirildi.

    Harf inkılabı yapılmıştı yapılmasına ama bunun mutlaka kalıcı olması gerekiyordu. Halkın eğitim ve kültür seviyesinin bir an önce yükselmesini istiyordu Mustafa Kemal Atatürk. Bu nedenle bakanlar kurulu, 11 Kasım 1928’de Millet Mektepleri’nin açılması hakkında yönetmelik yayımladı. Ayrıca “Millet Mektebi Talimatnamesi” isimli belge ile Atatürk’e “Başöğretmen” unvanı verildi. (Karar resmî gazetede 24 Kasım tarihinde yayımlandığı için 1981 yılından beri bu gün “Öğretmenler Günü” olarak kutlanıyor.)

    Mustafa Kemal Atatürk, Manastır Askeri İdadisi’nde öğrenci olduğu sırada Tarih öğretmeni Mehmet Tevfik Bilge sayesinde Türk tarihine büyük bir ilgi duymaya başlamıştı. Nitekim bu ilgisini hiç kaybetmeyecek, 12 Nisan 1931’de Türk Tarih Tetkik Cemiyeti’ni (Türk Tarih Kurumu) kuracaktı. Osmanlı Devleti’nde daha çok İslam ve Osmanlı ekseninde bir tarih yazımı yapıldığı için Atatürk bu alanda bir eksiklik olduğunu görüyordu. Ayrıca Türkleri “sarı ırk” olarak nitelendirip aşağılamaya çalışan Avrupalılara da sağlam bir had bildirme niyetindeydi. Bu nedenle araştırmalara hız vererek öncelikle yurt dışında Türk tarihi hakkında yapılan yayınları inceletti. Ardından I. Türk Tarih Kongresi’ni topladı ve okullarda okutulmak üzere 4 ciltlik bir tarih kitabı yazdırdı.

    Devamında ise günümüzde dahi yayın hayatını sürdüren Belleten isimli derginin çıkartılmasını sağladı. Bunun yanı sıra Arkeoloji, Etnografya ve Asar-ı Atik müzelerini açtırıp değeri paha biçilemez olan tarihi eserleri koruma altına aldırdı.


    I. Türk Tarih Kongresi

    “Türk çocuklarındaki kabiliyet her milletinkinden üstündür. Türk kabiliyet ve kudretinin tarihteki başarıları meydana çıktıkça, Türk çocukları kendileri için lazım gelen hamle kaynağını o tarihte bulabileceklerdir. Bu tarihten Türk çocukları bağımsızlık fikrini kazanacaklar, o büyük başarıları düşünecekler, harikalar yaratan adamları öğrenecekler, kendilerinin aynı kandan olduklarını bilecekler ve bu kabiliyetle kimseye boyun eğmeyeceklerdir."

    Genç cumhuriyeti her alanda yüceltmek isteyen büyük lider durmaksızın çalışıyor; aynı anda hem ekonomi hem politika hem hukuk hem toplumsal reformlar hem de eğitimle ilgileniyordu. Fakat hiçbirini alelade yapıp başından savmaya niyeti yoktu. Titiz davranarak özenle eğiliyordu işlerinin üstüne. Türk Tarih Kurumu’ndan sonra Türkçe’yi yabancı dil baskısından kurtarıp bir bilim dili haline getirebilmek için Türk Dil Kurumu’nu kurdu (12 Temmuz 1932). Bu şekilde milli kültürün gelişimi hızlanmış oluyor ve silahlı mücadele ile özgürlüğüne kavuşan Türk halkı, kendi değerleri vesilesiyle yeni bir karakter kazanıyordu işte.

    Akabinde gelişen süreçte; Ankara Hukuk Mektebi, Gazi Eğitim Enstitüsü, Ankara Yüksek Ziraat Mektebi, Musiki Muallim Mektebi, Ankara Dil Tarih Coğrafya Fakültesi açıldı ve Osmanlı’dan kalan Darülfünun, İstanbul Üniversitesi’ne dönüştürüldü. Mustafa Kemal Atatürk, Türk milletinin hem sanat ve bilimle yoğrulan hem de kendi köklerinin farkında olup istikbalini yücelten bir düzeye ulaşmasını istediği için bütün çalışmalarını bu yönde gerçekleştirdi. Ömrü yettiği sürece de akılcılığa önem verip bilimin yolunda ilerlemeye gayret gösterdi.

    Bu eşsiz dehanın, uğruna bunca çaba sarf edip ümidini yüklediği gençliğin bugün ne durumda olduğu tartışılır. Ama biz her şeye rağmen, nefes aldığımız sürece ilerlemekten vazgeçmememiz gerektiğini belirterek sizi onun şu ders niteliğindeki sözleri ile baş başa bırakıyoruz:

    “Gözlerimizi kapayıp tek başımıza yaşadığımızı düşünemeyiz. Memleketimizi bir çember içine alıp dünya ile alakasız yaşayamayız… Aksine yükselmiş, ilerlemiş, medeni bir millet olarak medeniyet düzeyinin üzerinde yaşayacağız. Bu hayat ancak ilim ve fen ile olur. İlim ve fen nerede ise oradan alacağız ve her millet ferdinin kafasına koyacağız. İlim ve fen için kayıt ve şart yoktur. Milletimizin siyasi, toplumsal hayatında, milletimizin fikri terbiyesinde rehberimiz ilim ve fen olacaktır. Mektep sayesinde, mektebin vereceği ilim ve fen sayesindedir ki Türk milleti, Türk sanatı, Türk iktisadiyatı, Türk şiir ve edebiyatı, bütün güzelliği ile gelişecektir.”  

     

    Kaynak: İhsan Doğramacı, "Atatürk ve Eğitim"    


    Yorumlar (0)

    Bu gönderi için henüz bir yorum yapılmamış.

    Yorum Bırakın

    Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.